1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. ÖLÜYORUZ ÇÜNKÜ…
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

ÖLÜYORUZ ÇÜNKÜ…

A+A-


“Devlet aklı” dediğimiz şey aslında, biz sıradan insanların zaman zaman anlamakta güçlük çekeceği kadar düz, basit ve berrak. Direksiyona kim geçerse geçsin, değişmeyen, değiştirilmeyen çok basit bir düzenek var: Devletin bekası üzerine kurulu bir düzenek bu. Ta kuruluşunda şekillenmiş bir varolma, “beka” refleksi ve konjonktüre bağlı olarak rötuşları hayli ağır yapılan bir “iç ve dış tehdit” algısı…

Son 80 yılda Komünizm ve irtica “tehditlerinin” öncelik sırası duruma göre değişse de, değişmeyen öncelikli tehdit unsuru: Kürtler… Tabii işin ayrıntısına girerseniz, bu algının saçaklarında Aleviler ve azınlıkları da bulursunuz.

Sosyalist sistemin çökmesiyle, soğuk savaşın sonlanmasının ardından Komünizm “tehdidi” eski güncelliğini ve önceliğini kaybetse de, devletin tüm aygıtlarında antikomünizm hâlâ muteber bir siyasi duruş. 

İrtica meselesi de daha 1996’da, Erbakan- Çiller liderliğindeki REFAHYOL koalisyonu döneminde tavsamaya başlayan, 28 Şubat döneminde alevlense de 2002’de AKP Hükümetinin iş başına gelmesi ve devlet direksiyonunu yavaş yavaş kırmaya çalışmasıyla birlikte eski güncelliğini ve önemini yitiren bir “tehdit”…

Kürtler ise hangi siyasi parti hükümet ederse etsin, hangi “mücadele yöntemini” benimserse benimsesin, her dönemin değişmeyen bir tehdit unsuru. Devlet aklı, coğrafyanın en büyük etnik unsurlarından biri olan ve 4 ayrı devletin hükümranlık alanına pay edilmiş Kürt nüfusu öncelikli ve değişmez bir iç güvenlik tehdidi olarak kabul ediyor.

Uzun süre “Kuzey Irak kırmızı çizgimizdir” diyerek, Irak sınırında bir “Kürt oluşumuna” izin vermeyeceğini ilan eden bir devletin, bugün “Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun” en güçlü ticari partnerine dönüşmesi ve bugün aynı “kırmızı çizginin”, aynı argümanlarla, bu kez Suriye sınırına kaymış olması “makul insanları” çileden çıkarabilir… Ama devlet aklının makul olma zorunluluğu yok bizim coğrafyada…

Irak’ın toprak bütünlüğüne verdiği önemi vurgulayan Türkiye, bugün Irak içerisindeki “de facto” Kürdistan’ın en güçlü ekonomik partneri…

O dönemde çokça duyduğumuz “Irak Türkmenleri” ile ilgili herhangi bir Türkiye “endişesi” duyuyor musunuz bugünlerde? Hayır… Şimdilerde Türkiye’nin “endişesi” Suriye’deki Türkmenler…

Suriye’nin toprak bütünlüğüne verdiği önemi vurgulayan Türkiye, bugün merkezi hükümete karşı mücadele eden radikal unsurları resmen “eğit-donat-gönder” programlarıyla destekleyen bir ülke…

Bu “toprak bütünlüğü” meselesini sadece kendi sınırlarında bir hayat memat meselesine dönüştüren bir ülke Türkiye… Aksi takdirde Irak’ta, Suriye’de olanları ya da garantörlüğünü üstlendiği Kıbrıs Cumhuriyetini bölüp korsan devlet kurması da “makul bir aklın” devrelerini yakabilir.

Bugün binlerce insanın canına, kanına malolan ve burnumuzu sokarken, gırtlağımıza kadar içine gömüleceğimizi akıl edemediklerine inanmak istemediğimiz, daha şimdiden farklı güç alanlarına bölünen Suriye savaşının sonunda da olacak o…

Türkiye’nin en büyük korkusunun kendi Kürtleri olduğunu ve makul akılların devre yakmasına neden olan bu tuhaflıkları sergilemesinin tamamen bu korkudan kaynaklandığını biliyoruz. Bildiğimiz bir başka sosyolojik- politik bir gerçeklik daha var: Kürtler, geç uluslaşma sürecini öyle ya da böyle tamamlayacaklar.

Coğrafyadaki diğer unsurlardan farklı olarak “geç uluslaşma” yaşayan ve bugünlerde artık uluslaşmanın son dönemeçlerini geçmeye çalışan Kürtlerin tarihi süreç içerisinde kim nasıl engellemeye, geciktirmeye çalışırsa çalışsın bu süreci tamamlayacağını devlet aklı dışındaki herkes görüyor ve kabul ediyor. Lâkin önce imha, ardından yok sayma, en sonunda kabullenme evrelerini yaşayan devlet aklı, bir türlü direksiyonunu bu gerçekliğe doğru kıramıyor. Kırabilse, kabullenebilse ve ajandasını bu yeni duruma göre biçimlendirebilse hem devlet, hem Türkler, hem Kürtler, hatta Ortadoğu rahatlayacak…

☆☆☆

Dışarıdaki durum buyken, 7 Haziran’a kadar “bir huzur ve istikrar adası” olan Türkiye’de ne oldu da birden bire silahlar konuşmaya başladı? Öyle ya, 28 Şubat’ta canlı yayında Dolmabahçe mutabakatı okunmuş, 21 Mart’ta Diyarbakır’da milyonlarca insana okunan Öcalan mektubunda “PKK’nin en kısa sürede kongresini toplayarak silah bırakma kararını açıklayacağı” mesajı verilmişken, ne oldu da birden bire 90’lara rahmet okutan bir şiddet sarmalının içerisine girdik?

Sorunun yanıtı 7 Haziran seçim sonuçlarında… Genel seçimleri uzun süredir seçim olarak değil, neredeyse bir plebisit olarak görme alışkanlığı geliştiren AKP diktatörlüğü, bu kez hoşuna gitmeyen bir sonuçla karşılaştı. Demokratik bir rejimin göstergesi, iktidarların sandıkla gelip sandıkla gitmesiyse eğer, 7 Haziran itibarıyla yitirdiği iktidarından vazgeçmeyen ve her geçen gün biraz daha hırçınlaşan bir siyasi partiyle karşı karşıya olduğumuzu ve 7 Haziran sonrasında “özürlü demokratik hukuk devleti” vasfımızı bile yitirdiğimizi söyleyebiliriz.

“Asla kendinden öncekiler gibi bir Cumhurbaşkanı olmayacağını” daha en başında ilan eden Erdoğan ve geleceğini Erdoğan’ın geleceğine bağlayan bir siyasi kesim, “tek başına iktidar çıkmayan bir sandığı” sandık olarak kabul etmeme eğilimini de gizlemeye gerek duymuyor. 7 Haziran’ın üzerinden 61 gün geçmesine rağmen Anayasal olarak istifa etmiş bir “geçici hükümet” ile yönetiliyor Türkiye. “Anayasal limitler” zorlanarak verilen hükümeti kurma görevini 1 aydır yerine getiremediği halde, “Anayasal limitler” yeniden zorlanarak, hükümeti kurma görevi bir başka partiye verilmiyor.

Daha da korkuncu, “geçici hükümet”, bir yandan bürokraside büyük operasyonlar yaparken, bir yandan uluslar arası alanda Türkiye’nin önümüzdeki yıllarını belirleyecek anlaşmalara imza atıyor. Suriye bataklığına daha fazla gömülecek adımlar atıyor.

Daha daha korkuncu, Suriye örneği önümüzde dururken, AKP diktatörlüğü tek başına iktidarı yitirmesinin yegane sorumlusu olarak gördüğü Kürtleri cezalandırma operasyonuna girişiyor. Bu algısında haksız değil. Erdoğan’ın başkanlık hayallerini, AKP diktatörlüğünün önümüzdeki on yıllara uzanmasını engelleyen, HDP’nin barajı geçerek bizlere zorla giydirilmeye çalışılan deli gömleğini parçalaması oldu. AKP diktatörlüğü şimdi HDP’ye öfke ve nefret kusarak, HDP’ye oy veren Kürtleri açıkça hedef alarak bir iç savaş görüntüsü yaratmaya çalışıyor.

Devlet aklının, insanı çıldırtacak kadar düz ve basit olduğunu söyledik ya… Bir yandan erken seçim hesabı yapan AKP, bir yandan da ayağına takılan büyük taşı, HDP’yi devre dışı bırakacak kirli bir senaryoyu vizyona koyuyor. “Tek başına iktidar olmazsam ülke yangın yerine döner” diyor AKP diktatörlüğü. Ve bunu ne yazık ki PKK içerisindeki şahinlerle kol kola yapıyor. HDP’nin PKK’ya ve devlete “elinizi derhal tetikten çekin” çağrıları bu korkunç şiddet ortamında boğuluyor. Daha kısa süre önce Gezi’de yaşadığı ağır dezenformasyonu hatırlamayacak kadar balık hafızalı, ya da hadi diplomatik davranmayalım, buz gibi ikiyüzlü ve “Kürtlerin zaten şiddete meyilli olduğuna” inanmaya hazır bir kitle de AKP diktatörlüğünün değirmenine su taşıyor.

PKK şahinlerinin silaha sarıldığı bir ortam, AKP diktatörlüğü için eşi bulunmaz bir fırsat iklimi yaratıyor. Olaya böyle bakınca, HDP’nin bu şiddeti onaylaması, desteklemesi mümkün değilken yine biz sıradan insanların devrelerinin yanacağı bir resim çıkıyor ortaya: bütün parmaklar HDP’ye dönüyor ve HDP, sorumlusu olmadığı, olamayacağı, olmak istemeyeceği bir şiddet ortamının yegane sorumlusu olarak ortaya atılıyor. PKK içerisinde HDP’yi “gereksiz bir zırvalık” olarak görenler ile yapılacak erken seçimde HDP’nin yeniden baraj altına gömülmesini isteyen AKP için ne tatlı bir işbirliği değil mi?...

7 Haziran’da “emaneten” HDP’ye oy verenler bu kirli oyunda tam da beklendiği gibi devletin düz aklına teslim olabilirler… Ama HDP’nin meclis ve siyaset dışında kalacağı bir iç savaş ortamının şu an izlediğimiz demosu bile bugün aklı başında insanların ne yapması, hangi tarafta durması gerektiği hakkında gayet açık ve net bir fikir veriyor…

“Olağanüstü Hali kaldırdık” diye efelenen AKP’nin son 15 günde “Özel Güvenlik Bölgesi” ilan ettiği 8 ile ve bu illerin 7 Haziran seçim sonuçlarına bakmak, bütün bu yaşadıklarımızı neden yaşadığımızı anlatıyor… AKP diktatörlüğü nerede seçim hezimetine uğradıysa, orayı yakıp yıkmaya kararlı görünüyor… Son 15 günde asker-polis-sivil 60 insanın öldüğü, yüzlerce insanın yaralandığı, şiddetin kol gezdiği bir Ortadoğu ülkesine dönüştürdüğü Türkiye’yi bir Ortadoğu tiranlığı gibi yönetebileceğine inanıyor AKP…

Eveleyip gevelemeye gerek yok. Devlet ve PKK elini derhal tetikten çekmeli, Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı ve Öcalan’ın topluma doğrudan seslenebilmesinin önü açılmalı…  PKK tıpkı 21 Mart seslenişinde Öcalan’ın da ifade ettiği gibi,  Türkiye sınırları içerisinde artık sürdürülebilirliği kalmayan silahlı mücadeleye son verdiğini açıklamalı…

PKK bunu yapmadığı takdirde AKP kirli oyununu sergileyecek elverişli iklimi bulmaya devam edecek.
Bize gelince… Ya bu eli kanlı diktatörlüğün PKK’li şahinleri ve karanlık güçleri devreye sokarak tezgahladığı oyunu bozarak kararlı biçimde barışı ve barışın sigortası HDP’yi savunacağız ya da bu kanlı şiddet sarmalında hep birlikte boğulacağız.

 

Bu yazı toplam 3113 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar