1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Okuma Halleri
Okuma Halleri

Okuma Halleri

Okuma Halleri

A+A-

 

 Hakkı Yücel
yucelh@kibrisonline.com

Son kitabı ‘Sessizin Payı’nda (Metis Yayınları) yer alan denemeleri için  “İmgelerle kavramlar, duygularla düşünceler, edebiyatla politika arasında gidip gelen denemeler”  tanımlamasını yapan Nurdan Gürbilek, yine dikkate değer  bir  çalışmaya imza attı. Dostoyevski’den, Tolstoy’dan, Orhan Kemal’den, J.M.Coetze’den ve Peyami Safa’dan yola çıkarak “kavramlara edebiyatın içinden” bakarken,  okuru bir bakıma kitaba hazırlamak için yazdığı giriş bölümündeki kimi tespitleri ufuk açıcı bir mahiyet taşıyor.

Walter Benjamin’in ‘Tek Yön’ kitabındaki bir fragmana referans yaparak söze başlayan Gürbilek, buradan hareketle şunları yazıyor: “Yürünerek katedilen yolun, uçaktan seyredileninkinden farklı bir gücü” vardır. “Uçaktan bakan aşağıda geniş bir manzara, alabildiğine uzanan bir düzlük görür: Yol düzlüğün içinde, çevresindeki araziyle aynı yasaların buyruğunda ilerliyordur.” Yürünerek katedilen yolun hikmetini ise doğrudan Benjamin’den alıntı yaparak aktarıyor: “Sadece yolu yürüyerek kateden kişi, yolun neye hükmettiğini öğrenebilir.”

İki farklı bakışı işaret eden bir ayrımlama söz konusu burada; birincisi ‘dikey okuma’ olarak nitelendirilebilecek, nesnesine mesafe alan, bütünü kucaklayan, bir başka ifadeyle ‘bütüncül’ olan bakıştır. Burada son kertede ‘kavramlar’ (kavramsal bilgi) sözkonusudur. İkincisi ise, ‘yatay okuma’ olarak nitelendirilebilecek, doğrudan nesnesinin içine müdâhil olarak onun serüvenini birlikte yaşayan, ‘tekil’ (partiküler) bakıştır. Burada duygular, deneyimler de öne çıkmakta, bir başka ifadeyle ‘kavramsal’ olanın ötesine taşan ya da onu tamamlayan ‘imgesel’ bir bakış söz konusu olmaktadır. Ancak hepsi bu kadar değildir.

Benzer bir ayrımlamayı metinleri ‘okuma biçimleri’ üzerinden yapan Gürbilek’in buradan hareketle dile getirdiği ‘metni kopyalamak’ la ‘metni okumak’ tanımlamaları ise bir başka önemli hususa işaret ederek, deyim yerindeyse önceki ayrımlamanın kapsamını daha da genişletiyor. Açacak olursak şunu söylüyor:  ‘Metni kopyalamak’ ‘dikey okuma’ya denk düşerken (kavramsal, bütüncül okuma); ‘metni okumak’ ‘yatay okuma’yla (imgesel, partiküler okuma) örtüşmektedir. Gürbilek sözünü ettiği iki okuma biçimi arasındaki farkı ise, Benjamin’in ‘yol metaforu’ üzerinden yaptığı ayrımlaştırmaya benzer bir biçimde dile getiriyor:
“Bir metni okuyanla metni kopyalayan arasındaki fark da buna benziyordur. (Yol’un yukarıdan kuşbakışı olarak gözlenmesiyle, içinden yürünerek katedilmesi farkına.hy): Metni okuyan ‘hayallere dalmış zihnin özgür uçuşunu izlerken’, kopyalayan metnin buyruğuna girer.”  

‘Metni okuyan’la ‘metni kopyalayan’ farkını, ‘metinden özgürleşmek’ (metni özgürleştirmek)  ve ‘metnin buyruğuna’ girmek farkı olarak belirginleştirerek altını  bir kez daha çizelim, sonradan geri dönmek üzere, bir kenara koyalım ve devam edelim. Burada modern zihniyet dünyasının ‘ikili karşıtlıklar’ üzerine oturan düşünce sistematiği bize herhalde şu soruyu sorduracaktır -Benjamin’in de muhtemelen kendine sorduğu sorudur bu- : Acaba hangi okuma biçimi daha doğru, ‘dikey okuma’ mı yoksa ‘yatay okuma’ mı; ya da biraz daha kuşkucu akıl bu soruyu şöyle de sorabilir: Biri diğerini her zaman önceler (öncelemeli) mi?  Bu konuda eğer Walter Benjamin’in kendisi örnek alınacak olursa, onun genelde ikinci yolu (‘yatay okuma’, ‘yolu kuşbakışı değil içinden yürüyerek katetme’,  ‘metinden özgürleşme’ -metni özgürleştime-) tercih ettiğini söylemek mümkünse de bunun mutlak bir kural olmadığı, dahası ‘dikey okuma’nın da, yani kavramsal bilgiyi esas alan ve derine nüfüz eden okumanın da her zaman için gerekli olduğunun hatırdan çıkarılmaması gerekmektedir. Madem ki Benjamin’i örnek verdik, onun bu konudaki tercihlerinin değişken olduğunu ancak son kertede ‘dikey’ ve ‘yatay’ okumayı birlikte sürdürdüğünü, kendini kendi kuşağından farklı ve ayrıcalıklı kılan yanın da bu olduğunu belirtmek boynumuzun borcudur. Daha genel bir ifadeyle söylecek olursak aslolan,  iki okuma biçiminden birinin diğerine üstünlüğü ya da birinin diğerini öncelemesi değil, ikisinin birbirini tamamlamasıdır. Yani ‘kavramsal’ olanın (kavramsal bilginin-dikey okumanın), ‘imgesel’ olanla (İmgesel bilgiyle-yatay okumayla) buluşmasıdır. Öyle olmak gerekir çünkü bu buluşma hayatın bütün alanlarının karmaşık dinamiğini kuşatabilen, konusu olan şeyi hem açıklamayı hem de anlamayı sağlayabilen derinliği ve genişliği içkindir. Ancak burada çok kritik olan bir başka husus vardır.

Şimdi, yukarda bir kenara koyduğumuz ‘metni okumak’ (metni özgürleştirmek-metinden özgürleşmek), ‘metni kopyalamak’ (metnin buyruğuna girmek) ayrımına geri dönelim ve bu kritik noktayı açmaya çalışalım. Önce, bir ‘okuma biçimi’ olarak ‘metni kopyalamak’a (metnin buyruğuna girmeye) bakalım. Şunu baştan teslim edelim: Kavramsal olana tekabül eden, bütünü gözeterek (bütüncül) açıklamalarda ve tanımlamalarda bulunan, çerçevesi kavramlarla çizilen bilgi önemlidir ve buna her zaman ihtiyacımız vardır. Somut bir örnek vermek gerekirsa felsefenin yaptığı budur. Burada kritik nokta şu: Bilgiyi sorunlu hale getiren şey bilginin kendisi değil, kendini değişmez kılarak mutlaklaştırması, muhatabını kendi buyruğu altına alması, onu sadece kendini kopyalayan, edilgen bir konuma yerleştirmesidir. Dahası ‘nesnellik’ adına ‘öznel’ olana tümden sırt çevirmesi, bütüncül olma iddiası ve ısrarcılığı yüzünden yerel olanı es geçmesi ya da önemsizleştirmesidir. Örnek mi; modern ideolojiler en azından bugüne kadarki kapsam ve uygulamalarıyla tam da bunu yapmaktadır. İdeolojiler kendi totaliteleri içinde bize olması gereken düzenleri ve düşünme biçimlerini mutlak doğrular olarak dayattıkları ya da biz onları böyle algıladığımız sürece bu sorunlu bir ilişkidir. Öyledir, çünkü mutlaklık kendini zamandan ve mekândan azade kılar. Oysa her şey zamana ve mekâna, onların akışkan dinamiğine dâhildir. Böyle olduğu için de değişime tabidir. Bir başka ifadeyle kavramlar da ideolojiler de zamanın ve mekânın akışkan dinamiğinde aşınabilir, eskiyebilir, nesnesi kıldığı şeyi açıklamakta ve anlamakta yetersiz kalabilir; haliyle aşılmaları, değişime ve dönüşüme tabi tutulmaları bir zorunluluk halini alabilir.

İşte bu nedenledir ki Benjamin’in ‘yol metaforu’ (bunu ‘gerçeklik’ olarak okumak mümkün) üzerinden yaptığı benzetmeden hareketle, yukarıdan yapılan ‘kuşbakışı’ gözlemden (bütüncül-dikey okuma/perspektiften), bizatihi ‘yolun’ (gerçekliğin)  içine girmek suretiyle -yere inerek-, içerden (tekil-yatay okuma/perspektif) tekil olanın tarihsel macerasına, hikâyesine dâhil olarak, ‘yolun’ (gerçekliğin) kuşbakışı perspektifte gözden kaçan ayrıntılarını keşfetmek, o sözü edilen yetersizliğin aşılmasında katkı sağlayabilir. Bir başka ifadeyle yolun (gerçekliğin) ‘dikey okuma’yla ortaya konan ‘kavramsal’ müktesebatı, yolun (gerçekliğin) ‘yatay okuma’ sonucu işlevsel hale gelen duygu ve deneyimlerin ‘imgesel’ müktesebatıyla  buluşmak suretiyle, bütüncül olanla tekil olanı hem ayrı ayrı hem de birlikte daha doğru açıklamayı ve anlamayı mümkün kılabilir. Ve asıl önemlisi bu buluşmayla, bireyin kopyalamakla sınırlı kaldığı ve haliyle buyruğu altına girdiği metin karşısında özgürleşmesi, daha net söylemek gerekirse, metne devrettiği aklını ve vicdanını geri alması gerçekleşmiş olur. Şüphesiz burada, bir okuma biçimi olarak ‘metni kopyalamak’a bakarken altını çizdiğimiz ‘kritik nokta’nın, ‘metni okumak’ için ne olduğu sorulabilir.  O kritik nokta da şudur: Nasıl ki salt ‘metni kopyalamak’ ve onu mutlaklaştırmak, bireyi onun buyruğuna tabi kılarak edilgen bir konuma yerleştiriyor ve de kavramsal bilginin nesnelliği adına öznelliğin gözardı edilmesi gibi bir sonuç doğurabiliyorsa; ‘metni okumak’ (metni özgürleştirmek-metinden özgürleşmek) tek okuma biçimi olarak kaldığında, kavramsal bilgiyi es geçmek, öznelliği hiçbir ilke ve değeri gözetmeyecek kadar pragmatizme ve aşırı görececiliğe mahkûm etmek gibi bir sonuç doğurabilir ki, bu da yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir şeydir.          

Son söz: ‘Okuma hallerimiz’ metinlerle kurduğumuz ilişkinin mahiyetini belirlemekle sınırlı kalmıyor, hayata ve dünyaya bakışımızın, kurduğumuz ilişkinin mahiyetini de belirliyor. Hayatın ve dünyanın karmaşık dinamiği ise, ona hem yukardan aşağıya derin (kavramsal), hem de yerden içine dâhil olarak genişleyen, duygu ve deneyimleri gözeten bakışın (imgesel) birlikteliğini zorunlu kılıyor.

Bu haber toplam 9112 defa okunmuştur
Gaile 314. Sayısı

Gaile 314. Sayısı