1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Oğlu “kayıp” edilince, “kayıplar” için örgüt kurdu, çatışan taraflar arasında ateşkes sağladı…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Oğlu “kayıp” edilince, “kayıplar” için örgüt kurdu, çatışan taraflar arasında ateşkes sağladı…

A+A-

SRİ LANKA’DAN ÖRNEK BİR BARIŞ AKTİVİSTİ: VİSAKA DHARMADASA…

sev1.jpg

Sri Lanka’da oğlu “kayıp” edilince, Visaka Dharmadasa “Savaştan Etkilenen Kadınlar ve Eylem Sırasında Kaybolan Asker Ebeveynleri” örgütünü kurmuş…

“Savaş kapımızdaydı” diyor… Şimdilerde başka herhangi bir annenin oğlunu kaybetmek gibi korkunç bir deneyim yaşamaması için, uluslar arası standartların savaş koşullarında dahi uygulanması için, savaş esirlerinin uluslar arası kurallar uyarınca muamele görmesi için kampanya yürütüyor…

Sri Lankalı bu barış aktivisti, 1998’de oğlu “kayıp” edilince harekete geçmiş… “Kayıp” askerlerin bulunması için DNA veri tabanı oluşturulmasını hükümete kabul ettirmiş ve çatışmanın her iki tarafından “kayıp” askerlerin bulunması için her iki taraftan annelerle birlikte çalışıyor. Bunu yurdunun barışçıl geleceği için yaptığını anlatıyor…

Oğlunun hala hayatta olduğuna olan inancı nedeniyle aklını başında tutabildiğini, 15 yıl önce oğlu için satın aldığı çikolataları hala buzyerinde tutarak onun dönüşünü beklediğini anlatıyor…

Visaka kadınları bir araya getirerek isyancıların kontrolündeki bölgelere girmiş ve “kayıp” oğlu ve başka “kayıplar” için cevap vermelerini talep etmiş… “Kayıp” yakını kadınların eylemleri ve çabaları sonucunda hükümet güçleri ile isyancılar arasında ateşkes anlaşmasını sağlamışlar…

“Düşmanlarımızı güvence altına aldığımızda, artık düşman olmaktan çıkarlar” diyor… Askerlere ve toplum liderlerine, savaş esnasında esirlere nasıl davranmaları gerektiği yönünde uluslar arası standartları öğretiyor.

Sri Lanka’da sivil toplumu içeren alternatif diyalog çalışmaları örgütlemiş… Sri Lanka hükümeti ile Norveçli müzakerecilere konuşmayı reddeden Tamil Kaplanları arasında arabuluculuk yaparak ateşkes anlaşmasının yolunu açmış. Bu yüzden 2006 yılında InterAction tarafından verilen insan hakları ödülünü kazanmış.

Sri Lanka İnsan Hakları Komisyonu’nun bir üyesi olarak, ülkesindeki ateşkes ihlallerini denetlemiş, Sri Lanka’nın kuzey ve doğusunda şiddet olaylarını araştırma ekibinin parçası olarak da çalışmış.  

Visaka, kadınların barış süreçlerine ve karar alma mekanizmalarına katılımı için kadınları eğitiyor.

Pek çok uluslararası örgütün yönetim kurullarında yer alıyor…

Şimdi Sri Lanka ile Tamil Kaplanları arasındaki savaş sona ermiş durumda… 1998 yılında oğlu Sri Lanka ordusunda subaymış ve “kayıp” edilen 600 asker arasındaymış – kalıntıları hiçbir zaman bulunamamış…

Oğlunu aramak üzere “düşman hatları”na geçişini ve deneyimlerini şöyle anlatıyor:

“Tamil Kaplanları’nın bulunduğu bölgeye gitmek için izin istedik. Pek çok zorluk ardından Savunma Bakanlığı örgütümüze bir mektup vererek Wanni’ye gidebileceğimizi bildirdi. Oğulları “kayıp” olan yedi anneden oluşan heyetimizle Tamil Kaplanları’yla buluşmaya gittik. Savunma Bakanlığı’ndan birisi bana o günlerde “Siz neyle karşı karşıya olduğunuzu bilmiyorsunuz, bunlar insan değildir. Oraya gitmeyin” demişti.

Ama biz gittik. Bir van araçla gittik… Vanın çevresinde bisikletler üstünde omuzlarında silahları asılı üç genç vardı ve aracımızın çevresinde dolanmaya başladılar. Van araçta hepimiz kadındık, bir tek sürücümüz erkekti. Bu kadınların aileleri ve eşleri bana güvenmiş ve onların benimle gelmelerine razı olmuşlardı. O nedenle büyük bir sorumluluk altındaydım. Bir anlığına dahi olsa korkmadım ve bunun nedenini de bilmiyorum.

Gidip onlara bize acımaları için yalvarmadık. Bizim yaklaşımımız bu değildi. Onlara dediğimiz şuydu: “Her ne kadar da siz çizgili üniformalarınızla gurur duyuyorsanız da, biz de kendi renksiz üniformalarımızdan gurur duyuyoruz. Her iki tarafta da kötü şeyler oldu…”

O zaman bana yaşadıkları korkunç olayları ve bombalamaları anlatmaya başladılar, onlara “Ben de size şimdi binlerce masum insanın ölümüne yol açan başka bombalamalardan söz edebilirim. Ama bu sorunumuzu çözmez. Sorunumuzu ancak oturup konuşursak çözebiliriz ve işte bu nedenle buraya geldik” dedim. Beş gün boyunca onlarla kaldık ve analar ve oğullar gibi iletişim kurduk. Geri döndüğümüzde onların bize anlatıldığı gibi olmadıklarını, onların da insan olduğunu söyleyebildik.

Benim için bir çocuğun hayatı, üniforması ne renk olursa olsun, son derece değerlidir. Bu nedenle her iki taraf da savunduklarımdan ötürü bana saygı duydu ve hiç kimsecikler de iki “düşman” bölge arasında gidiş gelişlerimi kötüye kullanmaya kalkışmadı.

Tamil Kaplanları insan hakları ihlalleri yaptığında, silahsız polisleri öldürdüklerinde ofislerine giderek onları azarladım. Onlara “Böyle şeyler yapmaya devam edecekseniz, sonra da dönüp adalet talep edecekseniz, o zaman önce siz adaleti pratikte uygulamanız gerekir” dedim. Bunu yaptım. Çünkü kaybedecek bir şeyim yoktu…

Güvenlik tanımı kadınların gördüğü şekliyle yeniden tanımlanmalıdır. Benim için güvenlik tanımı şöyledir: “Eğer sen kendini güvende hissetmek istiyorsan, düşmanını güvenceye almalısın çünkü o zaman düşmanın, düşman olmaktan çıkacaktır…”

Eğer yaptığının doğruluğuna inanıyorsan, hiç kimse seni korkutamaz.

Bizler Tamil Kaplanları’nın ofisine onlara zarar vermek için değil, herkesin yararlanabileceği şeyler elde etmek için gittik. Belki ilk defasında veya ikinci defasında bunu anlamamışlardı, hatta üçüncü defasında da. Ancak dördüncü gidişimizde kesinlikle anladılar. O nedenle bizi hiçbir kontrole tabi tutmadan kapıları açtılar bize. Bana güvendiler çünkü bir anne olarak yaptığım şey doğruydu. Eğer vicdanınız size yaptığınız şeyin doğru olduğunu söylüyorsa, o zaman korkacak hiçbir şey yoktur…”

(SGI Quarterly, BBC ve Inclusive Security’den derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ)

 


“Dünyadan örneklerle kayıplar ve zorla kaybetmeler…”

sev2.jpg

Zeynep Ekmekci

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da, zorla kaybetmeler üzerine çalışan sivil toplum kuruluşu Hakikat, Adalet ve Hafıza Merkezi, kapalı bir toplantı düzenledi.

Ortadoğu ve Kafkaslarda, zorla kaybetmeler ve kayıplar üzerine çalışan sivil toplum kuruluşlarının davetli olduğu toplantıya, İran, Mısır, Suriye, Lübnan, Cezayir, Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’daki ihlallerle ilgili çalışan hak savunucuları katıldı. Türkiye’den de Hafıza Merkezi’nin yanı sıra, uzun yıllardır zorla kaybetmeler ilgili çalışan İnsan Hakları Derneği’nin ve kayıp yakınlarının kurduğu YAKAY-DER’in temsilcileri toplantıya katıldı.

Toplantıda, katılımcılar, kendi ülkelerindeki zorla kaybetme ve kayıp vakalarının toplumsal, siyasi ve tarihsel arka planlarına ilişkin sunumlar yaptı ve bu konuda ortak bir çalışma yapmanın imkanlarını tartıştı.

Zorla kaybetmelerle ilgili birçok ayrıntılı rapor hazırlayan Hafıza Merkezi’nin verilerine göre, Türkiye’de, 1352 kişi zorla kaybedilmiş. Bu kişilerin 472’si hakkında, şüpheliler, sorumlular ve hukuki sürecin de içinde bulunduğu ayrıntılı bilgilere, Hafıza Merkezi’nin veri tabanından ulaşabilirsiniz.

Her Cumartesi, Galatasaray Meydanı’nda, yakınlarının akıbetini sormak için toplanan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın eylemlerinin arşivini de Bianet’in internet sayfasından bulabilirsiniz.

Farklı ülkelerden gelmiş hak savunucularıyla yaptığımız röportajlarda, bu ülkelerdeki zorla kaybetme ve kayıp vakalarının hangi dönemlerde gerçekleştiğini, kimleri hedef aldığını ve kurumlarının yaptığı çalışmaları ve karşılaştığı zorlukları konuştuk.

Toplantıya, zorla kaybetme vakaları için uluslararası mekanizmaları daha etkin bir şekilde kullanma yollarını anlatmak için katılan, Birleşmiş Milletler Zorla Kaybetmeler Çalışma Grubu’nun eski başkanı ve Güney Afrika Üniversitesi öğretim üyesi Jeremy Sarkin, zorla kaybetmenin ne olduğunu, kayıplardan farkını ve çalışma grubunun ne yaptığını şöyle anlattı.

Toplantıya, Lübnan İç Savaşı sırasında kaybolanların akıbetlerinin aydınlatılması için çalışan ACT for the Disappeared’i (Kayıplar için Hareket) temsilen gelen Justine di Mayo’ya göre, Lübnan’da kayıplarla ilgili çalışma yapmanın en büyük zorluğu, hem siyasi iradenin hem de toplumun bu konuyla ilgili bir şeyler yapma isteksizliğiyle mücadele etmek. Di Mayo, yaptığımız röportajda, Lübnan’daki toplu mezarların tespit edilmesi ve korunmasının önemini de vurguladı.

Londra merkezli Justice for Iran (İran için Adalet) kurumu için çalışan avukat Shadi Sadr, İran’da 80’lerde, çoğunluğu Halkın Mücahitleri örgütünün üyesi olan, siyasi tutukluların zorla kaybedilmesini, kayıplarla ilgili yaptıkları çalışmaları ve İran’daki sivil toplum kuruluşlarının karşılaştığı zorlukları anlattı.

Egyptian Commission for Rights and Freedoms’dan (Mısır Haklar ve Özgürlükler Komisyonu) Riham Wahba, Mısır’da zorla kaybetmelerin 2013 yılında Muhammed Mursi’nin devrilmesi ardından Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi’nin Cumhurbaşkanı olmasıyla başladığını ve şu ana kadar belgeledikleri 912 kayıp davası olduğunu söyledi. Wahba’ya göre zorla kaybetmeler ilk başta Müslüman Kardeşler’i hedef alsa da şu anda Mısır’da herhangi biri zorla kaybedilebilir.

(MEDYASCOPE – Zeynep Ekmekci - Şubat 2017)

Bu yazı toplam 1621 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar