1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “O Ses Türkiye” finali Kıbrıslı Türklere ne söylüyor?*
“O Ses Türkiye” finali Kıbrıslı Türklere ne söylüyor?*

“O Ses Türkiye” finali Kıbrıslı Türklere ne söylüyor?*

“O Ses Türkiye” finali Kıbrıslı Türklere ne söylüyor?*

A+A-

 

Mustafa Öngün
m.ongun85@gmail.com

Son yıllarda Kıbrıslı Türkleri bir araya getiren, onları birleştiren bir konu bulmak dünyadaki en zor işlerden birisi olsa gerek. Bu maharet gerektiren işi başaran, ‘O ses Türkiye’ yarışmasına katılan Türkan oldu. Eleştirenler olsa dahi milletvekillerinden tutun da, öğretmenlerden, esnafa kadar herkes canı gönülden Türkan’ın kazanması için tek yürek oldu. Türkan’ın finalde yarışması açık bir şekilde toplumsal bir mesele haline geldi. Türkan’ın kazanması adeta Kıbrıslı Türklerin kazanması olacaktı. Gelin görün ki, Türkan yarışmayı kazanamadı ve sosyal medya bu sefer de Türkan’a yapılan haksızlığı konu alan tepkilerle doldu. Bu olguyla ilgili bazen ipin ucunu kaçıran, ancak çoğu zaman yerinde birçok eleştiri, tespit ve mizahi yorum şimdiden yapıldı. Bu yazıda meselenin farklı bir boyutuna değinmek istiyorum.

İsterseniz açık olanla, yani birçoğumuzun gördüğüyle başlayalım: Bizi bu yarışmayla birbirimize kenetleyen, toplum olarak başarı ihtiyacı içinde olmamızdır diyebiliriz. Elbette bu tek sebep değildir ancak en bariz olanıdır. Üst düzey yeteneğe sahip olan bir Kıbrıslı Türkün, Türkiye gibi büyük bir ülkede popüler bir yarışmaya katılması ve üstelik finale kalması bize arzu ettiğimiz başarının kapısını açmıştı. Belki birinci olamadık ama yine de finale kaldık ve toplum olarak başarı arzumuzu biraz da olsa tatmin ettik diyebiliriz. Merak etmeyin, yazının devamında “bunlar kapitalizmin oyunları” veya “hep bunlar Acun zengin olsun diye yapılmış…” gibi hikâyelere girmeyeceğim. Merak ettiğim, özellikle bu yarışmada kenetlenmemizin, tek ses olmamızın “bizim”le ilgili ne söylediği. Bu anlamı açığa çıkarmanın olası bir yolu sanırım “yarışma” kavramına odaklanmak. Günün sonunda uzun sayılabilecek bir zamandan sonra bizi birleştiren unsur, bir “yarışma” oldu. Peki, yarışma dediğimiz şey aslında ne? Bu yarışma da diğer birçok yarışma gibi birilerinin kazandığı, diğer birçok kişinin de kaybettiği bir olgu. Farklı bir şekilde ifade edecek olursak, “O ses Türkiye” de tıpkı kolej sınavları, üniversite sınavları ve hayattaki zengin olma, kariyerin zirvesine çıkma yarışları gibi çoğunluğun kaybettiği, azınlığın kazandığı bir yarışma.

Şimdi, eğer ortada herhangi bir birleştirici unsur yokken, birleşme, tek ses olma, vesaire gibi özellikler bir yarışmada ortaya çıkıyorsa, kanımca bu olgu, toplumun belli bir “başarı” algısı olduğunu göstermektedir. Dahası sadece bunla kalmayıp, bu başarı algısının oldukça sorunlu olduğunu da işaret etmektedir. Peki, hepimizi kenetleyen, bir olmamızı sağlayan bu başarı algısı nedir? Bu algıyı söyle özetleyebiliriz: Başarılı olmak için kısa vadede herkes tarafından kabul edilen, ödüllendirilen ve takdir edilen bir şeyler elde etmeliyiz. Sınıf birincisi, okul ikincisi, ÖSS/YGS birincisi, karnede hep 10, arabanın/evin en iyisi, kariyerin en zirvesi ve iyisi gibi bariz ve popüler sonuçlar elde edebileceğimiz bir başarı anlayışı. Bunlara şimdi bir de facebook’ta en fazla ‘like’ ve Türkan örneğindeki gibi en fazla sms de eklenebilir.

Yukarda bahsettiğim başarı anlayışı belki olumsuz değildir, ancak bu tip başarıların doğası itibariyle çoğunluk için değil, azınlık için olduğunu görmek önemlidir diye düşünüyorum. Bu tip başarılar birilerinin kazanması ve çoğunluğun kaybetmesi üzerine kurulu başarılardır. Bu başarı anlayışını toplumsal başarı arzumuz olarak tasarlamaksa toplumsal başarısızlıktır diyebiliriz. Şimdi “iyi ki de bir yarışmada tek ses olduk, kenetlendik, kazanmak istedik; bu da hemen çıkıp eleştiri yapıyor, fazla zorluyor” diyenler olacak. Eleştirim yarışmada tek bir ses olmamız, hep birlikte Türkan’ın kazanmasını istememiz değil aslında. Eleştirim, yarışma kazanmanın adeta genlerimize işlenmesi ve bu kazanmayı toplumsal başarı arzumuzun nesnesi haline dönüştürmemiz. “O ses Türkiye” finaline kenetlenmemiz başarıyı tek gecelik, tek sonucu olan (“şampiyon oldu!”, “kazandı/kaybetti” gibi) bir nesneye dönüştürüyor olmamız. Başarıyı böyle algılamak ve bu tür bir başarı üzerinden toplumsal birliktelik üretmek günün sonunda aslında çoğunluğun kaybettiği, azınlığın kazandığı bir sistemi beslemekten başka bir işe yaramıyor. Eleştirmeye çalıştığım şey bu, yoksa Türkan kadar yetenekli insanların sayısı az ve elbette bu yetenek kazanmayı hak ediyor.

Bitirirken birkaç şey daha söylemekte yarar var. Yaşadığımız toplumda çocuklarımızın eline bir flüt verip, saçma sapan bir şarkı öğreterek onlara müzik dersi verdiğimizi sanıyoruz. Resim için de, tiyatro için de aynısını yapıyoruz. Bağımsız Tiyatro kurumları devamlılığını sağlamak için maddi yardım çağrısı yapıyor. Müzik yapmak isteyen gençler o bar senin bu bar benim gece gündüz çalışarak ancak harçlıklarını çıkarıyorlar. Sanat, felsefe ve hatta siyaset adına kalıcı ve kurumsal neredeyse hiçbir başarısı olmayan bir toplum olduğumuz açık. Bunun sebebi bizi Türkan’da birleştiren tek günlük, tek seferlik ve “birinci” olmaya odaklanan o çarpık “başarı” anlayışımız olamaz mı? Bence olabilir.


*Bu yazı daha önce Gazedda Kıbrıs’ta da yayınlanmıştır.

Bu haber toplam 1471 defa okunmuştur
Gaile 356. Sayısı

Gaile 356. Sayısı