1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Nikos Kazantzakis’in ve Kaptan Mihalis adlı romanında “öteki kadını”
Nikos Kazantzakis’in ve Kaptan Mihalis adlı romanında “öteki kadını”

Nikos Kazantzakis’in ve Kaptan Mihalis adlı romanında “öteki kadını”

Nikos Kazantzakis’in ve Kaptan Mihalis adlı romanında “öteki kadını”

A+A-


Damla Demirözü

Bu yazıda Girit’i, Türk ve Yunan ilişkilerini anlatan Yunan okuyucusu için yazılmış bir roman incelenecek: Nikos Kazantzakis’in Kaptan Mihalis (1953) başlıklı romanı.  Romandan hareketle yazarın nasıl bir Girit, Girit tarihi, Türk-Yunan ilişkisi gördüğü, hangi zaman dilimini ve ne tür olayları nasıl bir dille anlatmayı tercih ettiğini ve bu anlatılarının karakterlerini nasıl biçimlendirdiği kıyaslanacak.  Daha sonra ise erkek-egemen bir milliyetçi kurgu etrafında şekillenen bu romanda ‘öteki kadına’ verilen rol üzerine odaklanılacak.

Kaptan Mihalis ilk kez 1953 yılında yayımlanmıştır.  Yazar bu kitabında; ideal, ideale ulaşmak için verilen mücadele ve mücadele veren bireyin diğerlerinden üstün bir insan oluşunun mücadelesini anlatmıştır.  Ama bu kavramları soyut bir biçimde anlatmamıştır.  Yazarın kullanmış olduğu anlatı Yunan toplumunun tüm bireyleri tarafından bilinen, kolay kolay itiraz edilmeyecek, tam tersine gurur duyulacak bir anlatıdır:  Yunanlılar’ın ve Yunanistan’ın ‘Turkokratia’ya” (Türk egemenliği) karşı verdiği şanlı direniş ve mücadele.  Üstelik bu milli anlatıyı Hıristiyanlık anlatısının en önemli ögesi birleştirir. İsa’nın geçmişte çarmıha gerilmesi, çarmıhta çektiği sonuçlar sonucu günahlarından arınması ve Yeniden Dirilmesi (1) ile  İsa ve Yeniden Diriliş kitap boyunca egemen bir metafora dönüşür.  Girit’in mücadelesinin İsa’nın Çarmıha Gerilişi ve Yeniden Dirilmesi   ile özdeşleştirilerek anlatılması ise verilen mücadeleye yüklenen anlamı ve tarafların rollerini daha belirgin hale getirir.   Özgürlüğü için mücadele veren Girit ve Giritliler/Yunanlılar Çarmıha gerilen İsa ile özdeşleştirilir. Hıristiyan din inancına göre İsa çektiği korkunç çilelerin sonunda günahlarından arınmış yeniden doğmaya yani Diriliş’e hak kazanmıştır. Girit’te tıpkı İsa gibi korkunç çileler çekmektedir.  Ama sonunda çektiği çileler sonucu günahlarından arınacak, Yeniden Doğacak ve özgürlüğünü kazanacaktır.  Kitapta İsa ve Girit özdeşleşir: “Nisanın son günleriydi; Hıristiyanlar huşu içinde Kutsal Haftaya giriyorlardı.  Hiçbir Hıristiyan aleminde, o günlerin Giritlilerinde olduğu gibi, Hazreti İsa’nın çektiği işkencelerin acısı, bunca kanlı, bunca yürekten, bunca derinden duyulmamıştır.  Çünkü Giritlilerin yüreğine İsa ile Girit birleşiyor, her ikisinin de işkenceleri bir oluyor, İsa’yı Yahudiler çarmıha geriyor, Girit’i ise Osmanlılar… ” (180). Girit ve Giritliler de tıpkı İsa gibi çile çekecek, çilelerini dolduracak, günahlarından arınacak ve sonunda da Dirilecektir. 

Kitabı asıl ilginç kılan unsur ise yazarın kadın - erkek ilişkileri üzerinden anlattığı iktidar mücadelesidir.  Bu anlamda romanın kilit karakteri, ‘ötekinin karısı’ yani Emine hanımdır.     Kadın, burada Emine Hanım, yaptığı seçimle kimin kendisini fethetmeye layık olduğuna karar verir.  Yani, kimin üstün olduğunu, hükmedebileceğini yani iktidarı ele geçirebileceğini ve  kimin yenilmesi gerektiğini gösterir.

Başlıktan da belli olduğu gibi Kaptan Mihalis asıl kahramandır.  Hemen bir hatırlatma yapalım: buradaki Kaptan gemi kaptanı anlamında değil, lider, çetebaşı anlamındadır.  Zaten daha romanın ilk sayfasından öfkesinden bir canavara dönmüş Kaptan Mihalis ile karşılaşırız.   Yalnızca bedensel özellikleri ile değil pskilolojisi ile de ürkütücüdür.  (2)

Romanın daha ilk sayfasında Kaptan Mihalis’in rahmetli erkek kardeşinin oğlunun daha sonra bir Yahudi olduğunu öğrendiğimiz “çıfıt karısı ile evlendiğini” öğreniriz.  Kaptan Mihalis yeğeninin “çıfıt karısı” ile evliliğini şöyle yorumlar: “Ah Kastaro ağam, kardaşım, o senin nazlı olan soyumuzun kanını kirletti, murdar etti, bunu bilesin.” (5).  Kaptan Mihalis’in gördüğü Girit Türkler tarafından fethedilmiş bir Girit’tir: “Girit’te karalara bürünmüş bir tutsak değil miyidi?” (7).  Bu durum onu kızdırır.  Kendi dedelerini hatırlar.  Onlara kıyasla kendini beğenmez: “ ‘Yiğit dediğin böyle olur işte,’ diye gürledi Kaptan Mihal kaşları çatık, ‘erkek dediğin bizim gibi ufaklıklar değil:  Karıları da öyle, kendileri gibi canavar!  Ah bre, ah! Ucuzladı, rezil oldu şeytan götürüsece insanlık!’ ” (8).

Okuyucu, daha ilk satırlardan Kaptan Mihalis’i kızdıran, onu bir canavara dönüştüren, kendi toplumundan bile soyutlanmasına sebep olan, ama aynı zamanda da bir lider olarak öne çıkmasına neden olan unsurun Girit’in ‘Turkokratia’nın tarafından fethi olduğunu anlar.     Romandaki saygın bütün Yunan karakterlerinin hayatına damga vuran tek bir acı vardır: Turkokratia’nın egemenliğinde yaşıyor olmak.  Hepsi kendilerini Girit’in kurtuluşu için verdikleri mücadeleye adamıştır.

Romanın başında Kaptan Mihalis’in ‘Turkokratia’ ile ilgili tüm bu hisleri ile tezatlık oluşturan bir şey yaşanır.  Nuri Beyin evine davet edilir.  Nuri Bey Türklerin ileri gelenidir.  Etraftaki Yunanlıların alaycı konuşmalarından Nuri Beyin güzel bir kısrağı ve kısrağı kadar güzel yeni bir karısı olduğunu öğreniriz.  Kaptan Mihalis’in kendini davet eden aracıdan şu nedenelerle tiksinir:  “[Ali ağa] Komşusuydu, hiç sevmezdi onu, tiksinirdi, sümüklüböcek, ne erkekti ne kadın, hem erkek, hem kadın, ikindi vakitleri komşu Rum kadınlarıyla oturur, çorap örer, avratça yarenlik ederdi.” (9).    Kaptan Mihalis’in bu esnada bir çocuk tarafından gezdirilen Nuri Beyin atını adeta bir kadını okşar gibi sever:   “Kaptan Mihal’in ağır elinin ayası hayvanın mavi boncukları üzerinde dolaştı, sonra hızlı hızlı boynunu, burnunu, alnını okşadı, ıslak yelesine sokuldu, ordan hızla, istekle kayıp sırtına, sağrısına uzandı, karnına doğru süzüldü; doymak bilmiyordu bu el ayası, tüm hayvanı yiyip yutmak istiyordu.” (12). 

Bu roman Yunan edebiyatında bir Yunan’ı Türk’ün evinde gösteren ilk romandır. (3)   Ama bu misafirlik hayra alamet değildir.  Tam tersine bu küçük misafirlikte yaşanacak olaylar Girit mücadelesinde yaşanacak olayların tetikleyicisi, küçük bir modelidir. Girit’in bu iki erkeğinin bu misafirlikte paylaştığı kozlar, duruşları ve nihayetinde Nuri Beyin karısının yapacağı seçim  Girit mücadelesinin sonunu da açıklar niteliktedir. 

İki adamı ayıran, birbirine rakip kılan sahip olmak istedikleri ve gördükleri Girirt’tir.  Nuri Bey ile Kaptan Mihal’in ilk karşılaşmaları sırasında yazar, Nuri Bey’in nasıl bir Girit gördüğünü okuyucuya anlatır:  “[Nuri Bey] Ayağa kalktı.  Kapının önünde durdu.  İçi içini yiyordu öfkeden, ne yapacağını bilemiyordu.  Döndü.  Kaptan Mihal’in karışık diken sakalı lambanın ışığında parlıyordu.  Girit kurtulmadan sakalını kesmeyeceğine ant içmişti.   Nuri Beyin gözleri alaycı parlamıştı.  Beklesindi gâvurun dölü, işin mi yok.  Dizlerine dek, yere dek uzasındı sakalı, yere değip toprağa kök salsındı, ama Girit, hayır, hiç, hiç, hiç onun istediği gibi kurtulamayacaktı! Kurtuluş yüzü göremeyecekti.  Çok pahalıya ödedikti onu kanımızla biz. Tam 25 yıl Büyükkale’nin önünde, Venedik rıhtımlarında kanımızı döktük, canımızı verdik elimize geçirinceye dek, bırakmayız onu, o da bizi bırakmaz, eti etimiz, kanı kanımız.” (22).  

Aynı anda Kaptan Mihal’in de Nuri Bey,  Girit ve Turkokratia hakkındaki düşüncelerini okuruz.  Ne kadar farklıdır: “Kaptan Mihal dönüp Türk’e baktı.  Aynı köye doğmuşlardı; biri bey oğlu, yağlı topraklar kendisinin, öteki reaya.  Kendi babası o zamanlar, Kaptan Sifaka, kaldırım kahyası.  Ata bile binme hakkı yoktu, eşekle giderdi; Hıristiyan düşmanı Hanyalıyla, işte bunun babasıyla karşılaşınca eşeğinden inip ona yol vermesi gerekirdi.  Ama bir ikindi vakti Kaptan Sifaka’nın keyfi yerindeydi, inmedi eşeğinden, Hanyalı da bunu görünce kamçısını kaldırıp o baş eğmez kafaya indirdi, kanlar içinde bıraktı.  İhtiyar gık bile demedi, yüreğine düğüm atıp bekledi; İsa Arnavut değildir, Hıristiyan Ortodoks’tur diye söylendi içinden, gün gelir elbet benim de hakkımı verir!  Bir yıl kadar ya geçti ya geçmedi ki, 866 ayaklanması patlak verdi; oğullarının en büyüğü Kostaros eli kanlı Hanyalıyı Büyükkale’nin dışında kıstırdı, Bedevi orada, kafasını taşa yatırıp koyun gibi boğazlıyıverdi.  Buyurun şimdi, onun şu oğlu olacak da Büyükkale’ye gelip yerleşmiş, şu koca kâşaneler kurulmuş bahçeler, şadırvanlar, kafesler içinde yiyip içiyor, kadın kucaklıyor, yan gelip keyfine bakıyor, güzel ikindi vakitlerinde atına atlayıp Rum mahallelerini harman ediyor… ” (23).   Yazar, Türk ve Yunan karakterleri altında fetheden/yönetilen ile fethedilen/yönetilenin psikolojileri anlatıyor.  Bu anlatı Yunan milli anlatısını yeniden üretiyor, somutlaştırarak okuyucuya daha yakın hale getiriyor. 

Girit’in bu iki temsilcisini, Kaptan Mihalis’i ve Nuri Beyi birbirine denk yapan erkeklikleridir.  Kaptan Mihalis’in erkekliğinden zaten kimse kuşku duymamaktadır.  Yazar Nuri Bey’i de Kaptan Mihalis’e denk bir karakter gibi gösterir.  Bu fikri gayet usta bir biçimde Kaptan Mihalis’in Nuri Bey hakkında düşündükleri aracılığıyla okuyucuya sunar:  “Bu delikanlı da yiğit delikanlıydı, varsın Türk delikanlısı olsundu, o da Büyükkale’nin övündüğü bir kişiydi, kusursuzdu-açık sözlü, hovarda, yakışıklı, iyi yürekli, sapına dek erkek, Allah kahretsin!” (25)

Öte yandan, yazar, misafirlik sırasında yaşananlar ile Nuri Bey’in Kaptan Mihal karşısında önce karısını, sonra fiziksel anlamda erkekliğini, sonra yaşam hakkını ve sonrada mücadeledeki yerini kaybetmesini sağlar.  Romanın bütününe yayılan kurgu içinde Nuri Bey erkekliğini kaybettikçe esas erkek olanın ve mücadele edebileceğin Kaptan Mihalis olduğu da ortaya çıkar.   Bütün bu düğüm bir Türk ile bir Yunan’ın ilk defa aynı evde gösterildiği, Nuri Bey’in evinde atılır.  Nuri Bey kankardeşi olan Kaptan Mihal’e samimiyetini göstermek için uzaklardan getirdiği Çerkez Emine’yi onun huzuruna çıkarır.  Emine’nin farklı kökleri Çerkezliği yazar tarafından Emine’nin hem Türk hem de Yunan kadınlarından daha “egzotik bir dişi yaratık” olarak sunulmasını kolaylaştırır.  Şimdi Nuri Beyin olan bu kadın Girit’teki hiçbir kadının sahip olmadığı güzelliğe ve cinsel cazibeye sahiptir.  Oysa Kaptan Mihalis tıpkı kendi gibi bir kadınla evlidir.  Tüfek elinde Turkokratia’ya karşı dağlarda savaşan karısı bir tek Kaptan Mihalis’e baş eğmiştir.  Üstelik soylarının devamları oğulları da kendileri gibidir: rüyasında bile rahat değildir.  Turkokratia’ya karşı mücadele hissi Kaptan Mihalis’in oğlu Trasaki’nin damarlarında vardır (39).  Girit’in mücadelesinin çocuklar ile devam etmesi ve ölenlerin çocuklarında hayat bulması motifi bütün kitapta yaygındır. 

Nuri Bey mahremini Kaptan Mihal’in önüne çıkarmakla adeta tragedyadakilere benzer, kendi sonunu hazırlayacağı bir trajik hata (ivris) yapmıştır.  Emine’nin Kaptan Mihalis’in önünde sazla söylediği şarkılar, Kaptan Mihalis’in içindeki milliyetçilik duygularını çoşturmuştur.   Üstelik kadınla birbirlerini arzulaşmışlardır da.  Kaptan iki parmağı ile küçük rakı bardağını kırar.  Emine Nuri Bey’in de aynı şekilde bardağını kırmasını ister.  Nuri Bey kıramaz.   Aşağılanır.(33-34).  Kaptan Mihalis evden ayrıldıktan sonra Emine Nuri Beyi odasına almaz.  Doğan güneş Nuri Beyi Emine’nin kapısının önünde kusmuklar içinde, Kaptan Mihalis’i kendi ile mücadele ederken bulacaktır.  Bu olaydan sonra yazar Emine Hanım’ın nasıl bir kısrak gibi kişnediğini, Kaptan Mihalis’i arzuladığını yazar.  “Çerkez kızı da gözünü yummamıştı  bu gece, yarı çıplak pencereye çıkmış, Çerkez kollarını Rum mahallelerine doğru uzatmış, kızışmıştı; karanlığın içinde Kaptan Mihal’in kaşlarını, sakalını, koca ellerini görür gibi oluyor, kısrak gibi kişniyordu.” (50).  

Aslında Kaptan Mihalis ile Nuri Bey, Turkokratia ile Girit’in mücadelesinin kaybedildiği an bu andır.  Nuri Beyin karısı, Emine Hanım seçimini Yunan erkeğinden yana yapmıştır.   Üstün olan tarafın hangi taraf olduğunu açıkça ortya koymuştur.  Ama roman uzundur: Kaptan Mihalis’in mücadeleye olan tutkusu Emine’yi çekici bulmasına rağmen Emine’ye yaklaşmasına izin vermez.  Böylece birkez daha Kaptan Mihalis’in mücadeye, özgürlüğe olan tutkusu vurgulanır.  Emine’de Kpatan Mihalis yerine başka bir Yunan erkeğini Kaptan Poliksingis’i seçer (139).  Bu ikinci seçim artık kimin üstün olduğu konusunda hiçbir kuşku bırakmamaktadır. 

Kaptan Mihalis çatışmanın en önemli mevkiinde, tarihi manastırın önünde mücadele etmektedir.     Mücadelenin en kriritk yerinde Nuri Beyin akrabalarının Emine’yi kaçıracağını öğrenir.  Mücadeleyi başıboş bırakarak, Emine’nin gizlendiği eve gider.  Emine’yi öldürür.  Böylece hem Türklerin geri almasını önlemiş olur.  Hem de iğrendiği, doğru bulmadığı bir evliliğin önüne geçer.  Bu arada Kosmas’ın babasının evdeki ruhu Yahudi karısının karnını yumruklar, kadının ve bebeğin ölmesine sebebiyet verir.  Soyları kirlenmekten Yahudi kanı ile karışmaktan kurtulmuştur.  Kaptan Mihalis’in başıboş bıraktığı anlayan karşı taraf Manastır’ı yağmalar.    

***
Kaptan Mihalis ilk defa 1953 yılında yayımlanmıştır.  Yani hem Yunanistan hem de Avrupa tarihinde II. Dünya Savaşı, Yunanistan’ın Alman İşgaline karşı gösterdiği şanlı Direniş, Yahudi Soykırımı ve II: Dünysa savaşı sonrasına Yunanistan’ın yaşamış olduğu İç Savaş’ın anıları capcanlıdır.   Ama yazar yakın geçmişin bu önemli tarihsel olaylarını kullanmaz.  Önem verdiği mücadele ve mücadelecinin üstün insan oluşunu Hitler’e karşı verilen mücadele ile örneklemeyi seçmez.  Yunan  toplumsal hafızasında zaten var olan daha kuvvetli bir anlatıyı tercih eder: Yunanlılar’ın Turkokratia’ya karşı verdikleri mücadeleyi. 

Konu Yunan anlatısının, Yunan kimliğinin ‘ötekisi’ olan Turkokratia’ya karşı Yunanlıların/Giritlilerin verdiği özgürlük mücadelesidir.  Konunun seçimi ve rollerin dağıtımı karakterlerin içeriğini de belirlemiştir.  Özgürlükleri için mücadele eden ezilmiş, hakimiyet altına alınmış Giritlilerin/Yunanlıların iyi bir ‘Turkokratia’ya karşı mücadele etmeleri olası mıdır?  Bu nedenle, kitapta özellikle Turkokratia’yı temsil eden hiçbir ‘öteki’ olumlu olarak temsil edilmez.

Bu kurguda Nuri Beyin konumu önce yanıltıcıdır.  Nuri Bey daha insani değerlerle resm edilir.  Ama bu bir göz boyamadır.   Nitekim Girit’te yaşanan olaylara paralel olarak erkekliğini sosyal ve fiziksel anlamda kaybettikten sonra ölür.  Kaptan Mihalis’in aksine mücadele de yerini bile alamaz.

Kadının ise bu romandaki rolü aslında mücadeleyi ve özgürlüğü kimin kazanacağını gösteren en önemli metafordur.  Özgürlüğü için mücadele eden Girit kadının güzelliği ya da cazibesi hakkında hemen hiçbir şey duymayız.  Elinde silah vardır.  Ya da erkek çocuk doğurarak ve çocuklar yetiştirerek Girit mücadelesinin devamını sağlar.  Yazar, bir Yahudi kadının Girit/Yunan soyunun saflığını bozmasına da izin vermez. Bu kadın karnındaki çocukla kitabın sonuna doğru bir ‘ruh’ tarafından ortadan kaldırılır.  

Ama peki ya ‘öteki kadın’? Öteki kadın burada Emine Hanımdır.  Girit’te hiçbir kadına verilmeyen güzellik ve cazibe, daha doğrusu egzotiklik Emine Hanımındır.   Emine Hanımın
Bir Yunan ya da Türk erkek arasında yapacağı aynı zamanda da kimin daha erkek, daha üstün dolayısı ile iktidarı elde etmeye layık olduğunu gösterecektir.  Emine Hanım bu nedenle iki kez bir Giritli’yi/Yunanlı’yı seçer.   Emine Hanımın seçimine paralel olarak Nuri Bey hem sosyal hem de cinsel anlamda erkekliğini kaybeder ve ölür.   Seçilen taraf ise Kaptan Mihalis ve Poliksingis ne kadar erkek olduklarını, mücadele debileceklerini ve mücadeleleri uğruna ölebileceklerini gösterir.   Ama Emine Hanımın da Türkleri tarafından geri alınma ya da soyu kirletme riski Kaptan Mihalis tarafından öldürülerek ortadan kalkar.  Böylece hem Girit hem de Yunan soyu kurtulmuş olur.

 

--------------------------------------------------------------------------

(1)İsa’nın çarmıha gerilmesi ve çektiği acılar sonucu dirilmesi Hıristiyan-Ortodoks inancının belki de en önemli ögesidir.  Paskalya Haftası denen sürede Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi ve yeniden dirilmesi anılır.   Bu süreç kiliselerde her yıl yeniden canlandırılır.  Paskalya törenleri en çok katılımın olduğu törenlerdir.
(2) Yunanca isimler çekildiği ve değişikliğe uğradığı için başka bir dile nasıl aktarılacağı karışık bir konudur.  Ben çevirmenin Kaptan Mihal şeklinde yazımında müdahale etmedim. Ama bu ismi kendim kullanırken Kaptan Milahlis sözcüğünü kullandım.  
(3)Yunan edebiyatının ilk dönem romanı olarak 1830-1880 yılları arasında basılan romanlarda, ikinci ve üçüncü dönem olarak adlandırabileceğimiz 30 Kuşağı ve 45 Kuşağı romanlarında bir Türk/Osmanlı/Müslüman  ile Yunan/rum/Hıristiyan’ı  birbirinin evlerinde görmeyiz.  Buluştukları yerler ev dışı mekanlardır: sokak ve  pazar yeri gibi.

Bu haber toplam 4629 defa okunmuştur
Gaile 335. Sayısı

Gaile 335. Sayısı