1. YAZARLAR

  2. Mehmet Çağlar

  3. NEREYE SÜRÜKLENDİĞİMİZİN FARKINDA MIYIZ?
Mehmet Çağlar

Mehmet Çağlar

NEREYE SÜRÜKLENDİĞİMİZİN FARKINDA MIYIZ?

A+A-

 

 

Çağın bir gereği olarak siyaset, iktisadi yapının dinamiklerine neredeyse tamamen teslim!
Biz bunun adına "finansallaşma" diyelim!

Bugün ister kapitalist ister sosyalist olsun,
ister üniter ister federal olsun,
ister monarşi yönetimleri ister parlamenter sistemler isterse başkanlık rejimleriyle yönetilen devletler olsun,
neredeyse bütün ülkeler piyasa ekonomisine, özel mülkiyete,
banka ve faiz sistemlerine,
hatta özellikle yabancı sermayeye yönelmiş bulunmakta...
Kısacası, dünya genelinde sermaye birikim dinamikleri değişti...

Türkiye'deki yeni gelişmeleri de izliyorsunuz en yakınımızda yaşanan.
Türkiye ekonomisinin faizle döviz arasına sıkıştırılmış ekonomik yapısı,
TCMB’nın faiz kararları ile enflasyonu kontrol altına almasını mümkün kılacak ortam,
FED’in tutumu ve kredi değerlendirme kuruluşlarından gelen değerlendirmeler tarafından belirleniyor!

Karl Marx'ın 19. yüz yılda, "Kapitalizmin Yedek Ordusu" diye adlandırdığı Proletarya, günümüzde bir güç kaynağı olmaktan çıktı...
Ve buna bağlı olarak mevcut konjonktürde köylüler de işçi sınıfına dönüştü...
Özellikle işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin politik konumlanışı ise “ekonomi dışı” bir faktörmüş gibi görünmez kılınmaya çalışılır oldu...

Öyle ki, bir toplum yapısındaki “uygarlaşma süreci”, düşünce ve seçim sürecidir...

Yani diyeceğim o ki, Kıbrıslı Türkler’in dünyadaki bütün bu gelişmelere bir yerlerden bakıyor olması lazım!
Kuramsal, felsefi ve kavramsal bir zeminden.

Sen merkeze bir siyaset koyarsın…
O siyaset KKTC'deki yapı ile olayları açıklamak arasındaki “mekanizmalar”ın ne/neler üretmek için ve nasıl bir araya geldiklerine dönük bir açıklama sağlar!
“Yerel siyasal alan”ın hangi tür izdüşümlere sahip olduğunu ortaya çıkartır…
Sonra siyasal pratikler bu yatkınlık şemaları içinde temellendirilir...

Bakınız bugün bazı kesimlerin neredeyse "Kıbrıslı Türkleri yola getirmek!" gibi bir hevesleri olduğu algısı var!
Çünkü onların ahlaki kurallarına göre Kıbrıslı Türkler “kötü”!
Çünkü bu kesimlerin ekonomisine göre Kıbrıslı Türkler yararsız...

Bu kesimler “Kıbrıslı Türkler için”, “Kıbrıslı Türkler adına” ne yapıyorlar?
Kendilerine ait kültürel öğelerden geçmiş ve bu birikimlerinden gelen sentezler üretiyorlar...
Ne için?
Kıbrıslı Türklerin sorunlarını çözmek için!

Tabi ki kendin sentezleyip üretemediğin sürece de, bir başka toplumsal ve kültürel çevreden gelen pratikler bir anlamda seni "çerçeveleyecek", domine edecek ve toplum olarak senin yolunu çizecektir.
Lâkin unutulmamalıdır ki toplumlar özdeş değil...Dolayısıyla sorunları da özdeş olamaz, çözümleri de...

Örneğin Kıbrıslı Türklerin din-dinsizlik, mezhepçilik, alt-üst kimlik, aşiretler, kız çocuklarının okula gönderilmemesi, FETÖ’cülük, terör, türban takıp takmama gibi sorunları yok...
Yok ama Türkiye’de yaşanan bu sorunlar Kıbrıslı Türkleri elbette üzmektedir.
Kıbrıslı Türkler Türkiye’de yaşanan bu sorunlara karşı oldukça duyarlıdır ve bu ve benzeri sorunlara çözüm bulunması, Türkiye’nin bu sorunlarını çözüp ülkede yaşayan tüm insanların huzura, güven ortamına ve refaha kavuşması temennisindedir.
Ancak bu sorunlara çözüm yolları bulunması ve önlemlerin alınacağı yerin Kıbrıs’ın kuzeyi olmadığı da bir gerçekliktir.
Bunların konuşulması, paylaşılması, sorunların aynı olmadığı gibi yapıların da özdeş olmadığının, insanların ve ülkenin ihtiyaçlarının farklı olmasından dolayı insan yetiştirme sisteminin de farklı olması gerektiğinin ortaya konması şarttır.
Ve kesinlikle bu ahlaki duruşun gösterilmesi  gerekir!
Yoksa bu sorunlara ve çözümlerine uyum sağlamak demek, “yozlaşmaktır”...
Ve bu düşüncelerle, başka bir ülkenin sorunlarına uyumlaşmakla bir toplumu özgürleştiremezsiniz…

Ekonomi elbette ki önemlidir...
Elbette ki çağın bir gereği olan iktisadi yapı güçlendirilmelidir.
Ancak üretmeden kalkınmanın mümkün olmadığı, kültürel değerlerini yitirenlerin toplum özelliklerini yitirdiği de unutulmamalıdır. Ülkede üretim neredeyse sıfırı tüketmiş, sanayi geliştirilmemiş, Bilim yapmak yerine Bilgi aktarımına yönelenmiş, Ticaret tüketim toplumuna uygun bir başat sektör olmuş!
Sanki yaşam, ekonomik katkı bekleyen iki yüz-üç yüz ya da birkaç yüz bin insan arasında bir yarışmaya dönmüş, herkes kendi ihtiyacının ötekinin ihtiyacından “daha beter” olduğunu ileri sürer olmuş!

Kısacası: Kendimize yaşam izni dahi veremeyeceğimiz bir KKTC'ye doğru yaklaşmakta olduğumuzun farkında mıyız?

 

 

Bu yazı toplam 2006 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar