1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. NE OLDU BİZE BÖYLE?
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

NE OLDU BİZE BÖYLE?

A+A-

 

Karanlıktı oda...
Gün aydınlıkken, güneş parlarken ve dünya alem yüzünü ışıkla yıkarken biz karanlığa kapanırdık.
Filmler yıkardık.
O filmlerle birlikte “an”ları temizler, eskiyecek zamanları saklardık.

*  *  *

Henüz “altı sıfır”ın paradan kovulmadığı günler…
200 bin lira maaşım var…
Asgari!
Yeni yeni “ayaklanmalar” yaşanıyor:
“Kimlikle girişe son.”
O günlerde halen “kimliğimiz” var.

*  *  *

Yaşlıca bir karı koca, buralı, esnaf…
Üzerine rutubet sinmiş kentin daracık sokaklarında, kekik kokulu bir küçük bakkaliye işletiyor, orada yaşıyorlar.
“Veresiye” defteri kabarmış, pek aldırmıyorlar.
Bir terazi var, yanında birkaç okka ve birkaç önge duruyor.
Tartıyorlar!
Ve bir gece, biri geliyor, alıyor okkayı, yüzlerine vuruyor, başlarını eziyor.
Çekmeceden çıkan para çeyrek asgari ücret bile etmiyor.

*  *  *

Oda karanlık.
Filmler var masanın üzerinde…
Siyah beyaz filmler, negatif…
Fuji, kodak, ilford, delta...
Annenim dikiş makinesi üzerinde duran makaralara benziyorlar.
O filmler karanlıkta açılacak, sarılacak, tanklarına girecek, ilaçla çevrilecek.
“El yordamı” önemli!
Ergenliğin ilk sevişmeleri gibi…

*  *  *

Gün ışırken, güneş parlarken ve dünya alem yüzünü ışıkla yıkarken çirkinleşiyor ada!
Öfkeli insanlar bağırıyor.
Angoniler ağlıyor.
Duvarda kan var.
Film siyah beyaz ve o kan kontrast istiyor, ışık parmaklarımın arasından beyaz kartona yansıyor, bu yüzler tanıdık, bu yüzler dağınık...
Yüreğim bas bas bağırıyor.
Bizim gazete yeni yeni yazıyor:
“Görmeye alışmadığımız görüntüler...”

*  *  *

Filmler sarılacak, tek tanka sığmıyor, ilaç bitmiş, bu meret çok pis kokuyor.
Zehir gibi!
Çok film var, çok dağılmış hayat var, çok birikmiş öfke var.
Sırt sırta veriyoruz filmleri, spirale böylece dolanıyor, hayatlar sırt sırta ağarıyor.
Tek tank, tek banyo, çok an!
Şimdi kırmızı ışığın loş ortamından karta yansıyacak izler.
Ve gözleri gölgeden bana bakıyor: Ne oldu biz böyle?
Bitirmek, gitmek istiyorum, bir an önce…

*  *  *

Şiddet büyüyor.
Her akşam daha çok film yıkanacak.
En beteri renkliler, zor iş, siyah beyaz hayatlara iki ilaç yetiyor, renkliler altı farklı banyoda kendine geliyor.
Çok kir, çok zehir.
“Kimlikle girişe son” diye eylem yapıyor kitleler!
Sene 90’lar.
“Gelen Türk giden Türk” diyen adam, agrandisörden karta yansıyor.
Şimdi filmin ışığı avuçlarımda, adam ellerimde, sıkıyorum, kaybolmuyor.

*  *  *

Karanlık odalar yok şimdi…
Filmler yok… Okka yok…
Gün ışırken, güneş parlarken ve dünya alem yüzünü ışıkla yıkarken şiddet büyüyor.
Yine tanıdık sloganlar var, yine tanımadık yüzler…
Bir yalanda yaşıyoruz birlikte, hepimiz, birbirimize dayattığımız hikayelerle avunuyoruz…
Anları kirletiyor, eskiyecek zamanları saklıyoruz.
Çok pis kokuyor ülke!
İnsanlar sırt sırta vermek istemiyor.
Bitirmek, gitmek istiyorum, bir an önce…

 


 

Gidenler, gelenler ve başarı

cemu-002.jpg

A-Level dedikleri bir seviye sınavı, dünyanın “iyi üniversiteleri”ne gitmek istiyorsanız. Girne’deki The English School of Kyrenia (ESK) öğrencilerinden üçü olağanüstü başarı göstermiş.

Olgun Aksaray “Kimya”, Ozan Ramadan Karaca “Bioloji” ve Tareq Omer de Matematik, Fizik ve Kimya’da % 100 başarılı olmuş.

Geçen sene hatırlıyorum, Türk Maarif Koleji’nden Olgun Paşalar adlı çocuğumuz da Londra Üniversitesi’nin düzenlediği ve 70 farklı ülkeden milyonlarca öğrencinin katıldığı sınavda dünya birincisi olmuştu.

....

Ve Paris’te bir gencimiz, genetik ve noro-bilim araştırmacısı Dr. Umut Çağın...
Dünyanın en ünlü burslarından birini kazandı, “pompe” denen bir kas hastalığına yeni tedaviler geliştirmek için...

...

Kıbrıs’ın harika insanları var.
Yurt dışına kaçırıyoruz, genelde.
Ve buralara “harika insanlar” getiremiyoruz, onların yerine!

 


nafile

Bir gemi, suskunlar limanından demir alıyorsa eğer yüreği kadardır açık denizleri...
İçinde biriken sözcükleri üfledikçe maceraya aç bir yelkene, şehvetin köpüğü vurur yüzüne...
Yıkanır kendi sesinde...
Nefesi tuz kokar, ten yakar hasreti...

...

Bir gizli sevdaya, bir çift göz basarsan eğer, kokmaz!
Bir yürek korkarsa eğer bir sevdaya tutulmaktan, işte budur mesele.
Damla damla çoğalır içinde yaşamak büyüsü...

...

... 'Ama...'
... 'Keşke...'.
İnsan dünyadan kaçar, nafile kaçamaz kendinden!..

 


 

Notçuklarım

  • En mutlu ülke araştırmasında FİNLANDİYA birinci oldu.
    Avrupa Parlamentosunda Kadın Temsilinde Finlandiya’nın yine birinci olması da önemli
    bir ayrıntı!
     
  • Parlamentonun neredeyse yarısı kadın...
    Ve sakın, “mutlulukla ne ilgisi var canım” demeyiniz...
     
  • En mutlu ülkenin başında da “üçlü bir koalisyon hükümeti” var!
     
  • Kıbrıs Cumhuriyeti 61’inci sırada, KKTC 58!
    Türkiye mi, mucize gibi.
    74’üncü sırada...
     
  • Daha mutsuzlar da var... Zimbabve,  Etiyopya, Pakistan ...
     
  • “Görüş almak isteyen olursa buradayız” demişti, İçişleri Bakanımız Ayşegül Baybars...;
    Pazartesinden cumaya uğraştım, geçtiğimiz hafta...  Sonuç alamadım. 
    Mesele “orada” olmak değil sanırım...
    O görüşü vermek!

     
  • Ah bir de şu değişse: “Sayın Bakana bir soralım...”
    Niye bakana sormadan kimseler iş çözemiyor.
    O halde bunca müdür, müsteşar, uzman, şef niye daha çok maaş alıyor, daha yüksek ikramiyeyle emekli oluyor?

“Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin”

Ahmet İlhan

Bu yazı toplam 2351 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar