1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Nasıl Mücadele Edemiyoruz?
Nasıl Mücadele Edemiyoruz?

Nasıl Mücadele Edemiyoruz?

Nasıl Mücadele Edemiyoruz?

A+A-

 

Hasan Yıkıcı
hasanykc@gmail.com

Toplumsal muhalefet gerek partileriyle, gerek örgütleriyle, gerekse de sendikaları ile doğru veya yanlış, iyi veya kötü, bir örgütlülük, mücadele söylemi ve iktidar ilişkileri eleştirisi üzerinden kendisini var etmeye, sürdürmeye ve büyümeye çalışmaktadır. Özellikle Annan Planı sonrası dönemde toplumsal muhalefet özneleri farklı farklı çemberler-ilişki ağları ve ayrışmalar oluşturarak bir konumlanış yarattılar.

2008-2011 yılları toplumsal muhalefetin ağırlıklı olarak reaksiyoner olmak kaydıyla radikal çehresinin de ön plana çıktığı dönemlerdi. Fakat 2011 yılında yaşadığımız toplumsal varoluş mitingleriyle doruk noktaya çıkan sosyal patlama, belli bir politik-siyasal kanala örgütlenememesinin de getirdiği havada asılı kalma durumundan dolayı her anlamıyla tam bir çözülmeye tekabül etti. Bu çözülme, bir yandan merkez siyasetin yeniden şekillenmesinin zeminine katkıda bulunurken, diğer yandan da toplumsal muhalefet mecrasında hala süregelmekte olan bir geri çekilme dalgasının oluşmasına neden oldu. Bu geri çekilme dalgası, bir yandan özellikle sendikalara ve geleneksel siyasal partilere yönelik geniş kesimlerce gittikçe artan bir güven kaybı ile meşruiyet sorunu getirirken, diğer yandan da gerek sendikalar, gerek örgütler gerekse de radikal sol partiler bu süreçte söz konusu yeni bağlama dair açılımlar geliştiremediler.

Bu anlamda sürekli olarak bir karşıtlık üzerinden eleştirisini kuran toplumsal muhalefet öznelerinin artık kendilerine dair de esaslı bir dönüşümü hedefleyen özeleştiri sürecine girmesi gerektiğini düşünmekteyim. 2011’den sonra yaşanan süreç, artık 2004 yılından sonra gelişen zemini ayaklarımızın altından çekip aldı. Yeni bir bağlamda yeni bir muhalefet zeminini örmenin zamanı gelmiştir. Bunu kendimizi aşmadan gerçekleştiremeyeceğiz. Bunun için de sanırım artık toplumsal muhalefet statükosuna dair yavaş yavaş eleştiriler üretmenin de zamanı gelmiştir.

CTP’yi, Halkın Partisi’ni veya KKTC’deki statükoyu ve yapıyı eleştirmek kolay. Fakat, açıkçası eleştirileri içeriye, kendimize yöneltmek bazen pek de kolay olmayabilir. En azından gelecek tepki ve anlaşılmamalardan kaynaklı kaygıları beraberinde getirebilir. Fakat son dönemde özellikle de sol ve toplumsal muhalefet alanlarında yaşadığımız siyasal boşluk bizlere var olan sendikal ve örgütsel yapıların bu halleriyle yeni ve süreklilik arz eden bir şey üretemeyeceğini göstermektedir. Bundan dolayı toplumsal muhalefet araçlarının ve öznelerinin olumlu ve yapıcı bir zeminde bazı eleştirel noktalar üzerinde durması ve kendilerini aşmaya yönelik çaba sarf etmesi mücadelelerin akıbeti açısından elzem gözükmektedir.

Sendikalar

Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye tarafından Kıbrıslı Türklerin üretimden koparılmaları ve memur orta sınıf karakterli bir toplumsal yapı dizayn edilmesinden dolayı, sendikal hareket de ağırlıklı ve merkezi olarak kamu sektörü temelinde gelişti. 1974 sonrası Sanayi Holding merkezli gelişen ve gücünü üretimden alan henüz daha oluşum sürecinde olan işçi sınıfı, DEV-İŞ ile birlikte oldukça fedakâr ve azimli mücadeleler sonucunda en temel hakların kazanılmasında örnek olmuştur. Fakat Kıbrıs’ın kuzeyinde nitelikli bir işçi sınıfı oluşumundan korkan Türkiye yöneticileri, Kıbrıslı Türkleri üretimden koparma politikası ile aynı zamanda daha ana rahminde doğum sancıları çeken işçi sınıfını da boğarak yok etmiştir. Bu anlamda klasik anlamda işçi sınıfı sendikacılığı da Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişememiştir. Fakat özellikle öğretmen ve memur sendikaları tarihsel olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde emek ve demokrasi mücadelesinde katalizör görevi gördüler. Kamu sektörü çemberinde gelişen güçlü sendikal hareket özellikle 2000’li yılların başı ile 2011 yıllına kadar geçen süreçte değeri hiçbir şekilde küçümsenemeyecek mücadelelere imza attı. Fakat geri çekilme dalgası beraberinde sendikaların içinde bir şekilde gündem edilmeyen, farkına varılmayan sorunları gün yüzüne çıkartabileceği gibi yeni aksaklıkları ve olumsuzlukları da yaratabilir.

Sendikal harekette ilk bakışta göze çarpan ve bir şekilde çözüm üretilmesi gereken olumsuzlukları genelden özele doğru sayacak olursak:
• Genel olarak neoliberal dönemde sendikal hareketin içine yaşadığı krize dair değil çözüm önerileri bulunması, sendikal hareketin kriziyle ilgili en ufak bir tartışmanın dahi sendikal alanda yapılmaması, bunun dillendirilememesi.
• Sendikaların sürekli olarak değişen sınıf yapısına dair sendikal örgütlenme ve söylemlerini geliştirememesi, değiştirememesi.
• Kamu odaklı gelişen sendikacılıkta zaman içerisinde gerek sendikal hareketin liderliği içinde gerekse de sendikaların temsil ettiği kesimler içerisinde Marx’ın ‘işçi aristokrasisi’ dediği, ayrıcalıklı bir zümrenin gelişmesi ve yaygınlaşması.
• Buna bağlı olarak, sendikaların 2008 öncesi sonrası, 2011 öncesi sonrası emekçiler arasında dengeli bir örgütsel ve söylemsel dengeyi yakalayamaması.
• Sendikaların dar zümresel çıkarları, toplumun en genel çıkarlarının üzerinde tutması. Özellikle son yaşadığımız suyun özelleştirilmesi sürecince bunu bariz bir şekilde yaşadık.
• Klasik işçi sınıfının gelişmemesi ve üretim olmamasından kaynaklı işçi sendikacılığı gelişmemiş olsa da gerek gittikçe yaygınlaşan taşeron işçiler gerekse de hizmet sektöründe çalışan orta sınıf ile iç içe geçen yeni işçi sınıfı kesimlerine yönelik algının sendikal hareket içerisinde açılmaması. 
• Sendikaların özellikle 2011’den sonraki süreçte eylemlerini ve sözlerini tüketecek derecede eylem ve söz üretmesi. Fakat bunun bir hareket yerine hareketsizliğe doğru evirilmesi.
• Sendikal liderliklerin yıpranması. Sendikacıların çoğunun sendikaları milletvekili olmak için bir sıçrama tahtası olarak görmesi. Bunun toplum tarafından onaylanmadığını da görememesi.
• Kamu sendikalarının özel sektör emekçilerinin durumuna dair açılım yapamaması. Bu alanda çaba sarf etmemesi.
• Hali hazırda varolan sendikal düzen üzerinden sendikal konformizm batağına saplanmak. Bunun acı getirisi olarak kendi üyesini bile hareket ettirmekte zorlanan sendikal yapıların oluşması.
• Sendikal Platform gibi, Toplumsal Varoluş Platformu gibi platformların çökmesi, artık bir muhalefet örgütlemekte neden başarısız olduklarının dert edinmemesi.
• Sendikacıların kendilerini geliştirmemesi, değişen işçi sınıfı, toplum yapısı ve farklı farklı mücadele alanlarına dair algı edinememesi.
• Bir çok sendikanın olmasına rağmen, merkezi bir güç olarak konfederasyon çatısı altında hem maddi hem de manevi olarak birleşme yönünde adım atılmaması.
• Sendikaların erkek egemen yapısı. Kadınların ve toplumsal cinsiyet yönelimi çeşitlilik gösteren bireylerin sendikal hareketteki temsil sorunu.
• Kendi aralarındaki güç, iktidar ve rekabet ilişkisinin toplum nezdinde olumsuz karşılık bulması.
• Özellikle maaşı kadar grev ödeneği, hediyeler, ek sendikal ödenekler, tatiller ve çeşitli maddi fırsatlarla sendikal bilincin bizzat sendikacılar aracılığı ile yozlaştırılması. Bu tarzın sene sonu hediyesini beğenmeyen kişilerin sendika değiştirmeye kadar gitmesi ile trajik bir hal alması.
• En ufak bir sorunda dahi ilk seçenek olarak grevin tercih edilmesi ve sendikaların sadece grev ve eylem yapan yapılar olarak anılmasını sağlama.

Bunlar daha da çeşitlendirilebilir. Hiç kuşku yok ki, sendikal hareketin siyasal alanının yani bir emek partisi kanadının eksik olması, doğallığında sendikal hareketi durgunluğa sürükleyecek önemli olgulardan biridir. Fakat her koşulda olumsuzlukların nedenini dışarda arama alışkanlığından vazgeçemediğimiz sürece, hiçbir zaman kendi öznel sorunlarımız ve olumsuzluklarımızı göremeyecek, üzerinde düşünemeyecek ve bunları aşamayacağız. 
Sendikal hareketin atılım yapması ve dönüşebilmesi için öncelikli olarak sendikacıların sendikal hareketin önüne dikmiş olduğu duvarı aşmalıyız. Bu anlamda iki önemli ihtiyacı akıllardan çıkarmamak gerek. Sendikal hareketin ilerlemesine yönelik yapıcı bir eleştiri ve sendikal dönüşümü için özel sektörde sendikalaşmanın yaygınlaştırılması.

Partiler ve örgütler

Toplumsal muhalefet anlamında sol siyasi partiler sanırım en kibar tabirle Kıbrıslı Türk halkı için alternatif üretememenin ve yine sendikalarda olduğu gibi geleneksel sol söylemden kopup yeni bir sol kültür ve dil üretememenin adresi oldu. Bu bağlamda kısaca şunları söyleyebiliriz:
• Geleneksel olarak merkez sol bir parti olan CTP’nin siyasal ve etik evriminin liberal demokrat bir partiye dönüşerek tamamlanması.
• CTP içindeki sol muhaliflerin yumuşak neoliberal söyleme ve tarz-ı siyasete uyum göstererek, CTP içerisinde sol söylemin en genel olarak liberal demokrat söylemin bir tamamlayıcısı işlevini yerine getirmeleri.
• Sosyal demokrat bir parti olarak TDP’nin toplum için soldan bir alternatifin ve yenilenmenin adresi haline gelememesi. Aslında sistemden bir kopuşu değil sistemde iyileştirmeyi savunması anlamında radikal sol siyasete dair herhangi bir adres olmaması. Bu anlamda tahterevalli metaforunda olduğu gibi merkez siyasetin bir oturağında CTP’nin diğer oturağında da TDP’nin oturuyor olduğunun güncelliğini devam ettirmesi. Bu anlamda TDP’nin de aynı CTP gibi toplumsal bir kopuşun ve radikal sol alternatifin adresi olmayacağını açıkça ortaya koymak gerek.  
• Solda oluşan boşluğun radikal sol kesimler tarafından doldurulamaması, bunun için yeni araçların üretilmemesi veya bunun yetersizliği.
• Boykot siyasetinin toplumsal karşılığının olmamasının bariz bir şekilde ortada olması, boykot siyasetinin toplumsal bir hareketi değil, sadece cılız bir eleştirel söylemi simgeliyor oluşu.
• Radikal sol partilerin BKP ve YKP gibi örgütlülüklerini geliştirecek araçları yaratamaması. Özellikle radikal sol potansiyelin Lefkoşa’da sıkışıp kalması. Bölgelere yönelik örgütlenememe...
• Sol içinde sıkça cereyan eden tartışmaların niteliksiz bir hale bürünerek, sol içi iktidar, rekabet ve güç edinme çabasına dönüşmesi. Dayanışma, işbirliği ve ortaklaşma değerlerinin, kuşkuculuk ve hınç değerleriyle yer değiştirmesi.
• Basın açıklaması yönetiminin hemen her gün yapılan bir alışkanlığa dönüşmesi. Solun aslında yaygınlaştırması gerektiği sözünü her gün yaptığı açıklamalarla tüketmesi.
• Radikal solun kurucu bir siyasal strateji ve taktikler geliştirememesi. Günü birlik gündemler içerisinde sürüklenmesi, gündemi belirleyememesi.
• Parti profesyonelliğinin olumlu yanlarının yanında genel olarak partilerin üyelerinin ve aktivistlerinin süreçlere doğrudan katılmasının önünde engel teşkil eder hale gelmesi. Parti profesyonelliğinin bir statü aracı hâline gelerek, gönüllülük ve kolektif yaratıcılığın önüne geçmesi. Bunun doğal sonucu olarak partilerde aidiyet, katılım ve aktiflik sorunun oluşması.   
• İlkeler üzerinden inandırıcı bir birleşik mücadele hattının oluşturulamaması. Seçim ittifak deneyimlerinin sadece seçimlerle sınırlı kalması. Pratikte yaşamı dönüştürücü ve gündeme müdahale edici bir birleşik hattın devamlılığının yaratılamaması.

Sonuç yerine

Yukarıdaki eleştiri ve tespitlerin yapıcı olarak algılanmasını umut ederim. Açık olan bir şey var ki siyasetin yeniden şekillendiği bir dönemde solun radikal kesimlerinin de kendisini aşma ve yeni bir mücadele zemini oluşturma gerekliliği vardır.  Bu eleştiriyi birbirimizi ürkütmeden ve korkutmadan kurabilirsek ancak o zaman önümüzü de görebiliriz. Yeni kuşakları ancak bu şekilde siyasal mücadeleye katabilir, yol açabiliriz. Gençler apolitiktir demek kolaya kaçmaktır. Önemli olan yeni kuşakların siyaset üretebileceği zeminleri yaratabilmek ve yaşatabilmektir. Gerektiğinde geri adım atmayı da bilerek!
Bunun için de bugüne dek denenmemiş olanı denemeye, yeni bir zemin yaratmaya ihtiyacımız varıdır.
Merkez sağın yeni öznelerle yeniden şekillendiği ve güç topladığı, merkez solun parçalandığı ve gerisinde bir boşluk bıraktığı, radikal solun birlik için çaba harcadığı bir dönemde, yeni bir zemini ancak; dayanışmacı bir sol kültür ve dil, inandırıcı ve kurucu bir sol siyaset üreterek müşterek bir şekilde kurmanın zamanı geldi.
Kolları dayanışma ile örülecek emek, kadın, LGBTI, Quir, vicdani ret, barış ve ekoloji alanlarını kapsayacak çoğulcu, feminist ve anti-kapitalist bir zeminini oluşturmak için sıvamanın tam zamanıdır!

Bu haber toplam 1348 defa okunmuştur
Gaile 366. Sayısı

Gaile 366. Sayısı