1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Muhbir' Ol, Hakikatleri Haykır, Esaretten Kurtul!
Muhbir Ol, Hakikatleri Haykır, Esaretten Kurtul!

'Muhbir' Ol, Hakikatleri Haykır, Esaretten Kurtul!

Aslı Murat:“Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle - Bir Dersim Hikâyesi” isimli çalışma, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde gerçekleştirilen en kanlı askeri müdahalelerden sayılan Dersim Harekâtı’na dair öykülerden oluşan bir derl

A+A-

 

 

Aslı Murat 

asomurat@hotmail.com

 

 

 

“Yaralarım benden önce vardı. Ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum.”

Joe Bousquet

 

“Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle - Bir Dersim Hikâyesi” isimli çalışma, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde gerçekleştirilen en kanlı askeri müdahalelerden sayılan Dersim Harekâtı’na dair öykülerden oluşan bir derleme eserdir. Birbirinden bağımsız olarak, yirmi üç yazar tarafından kaleme alınan, Mungan’ın onları art arda sıralaması sonucunda bir bütün haline getirilen öyküler, devletin militarist yapısının ne denli acımasız olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne serer. Derleme içerisinde yer alan birçok öykü, okuyucuya, 1938 yılında yaşanan katliamın kadınlar üzerinde yarattığı etkileri de kavrayabilme imkânı tanır.

Bu konuda örnek olarak, hayatta kalmayı kendine zül gören iki kadının yaşantılarını anlatan öykülerden bahsedilebilir. Ayfer Tunç’un ‘Yük’ adlı öyküsünün kahramanı, Dersim Harekâtı’nda görev alan ve madalya ile şereflendirilen bir subayın kızı olan Neyyire’dir. 83 yaşında olan Neyyire, kendisi ile Dersim Harekâtı’na dair röportaj yapmaya gelenlerin sorularına verdiği cevaplarda, “baba iktidarını” sorgulamadan içselleştiren her kız çocuğu gibi, babasının ne kadar kahraman bir adam olduğundan bahseder. Ancak, sıra annesinin ölümüne ilişkin soruya gelince, büyü birden bozuluverir. Annesi, Harekât sonrasında evlerinde düzenledikleri bir davet esnasında, kocasının böbürlenerek anlattığı katliam hikâyelerini dinledikçe daralır, daraldıkça ölüme bir adım daha yaklaşır. Şeref madalyalı subay, “Şakilerin çocuklarının ve bilhassa hamile kadınlarının öldürülmeleri gerektiğini, …, bu nedenle vatanı hainlerin hamile kadınlarından ve çocuklarından temizlediklerini” ayrıntısıyla anlatır. Misafirlerin evden ayrılması sonrasında Neyyire’nin annesi, acımasızca öldürülen insanların sorumluluğunu vicdanına sığdıramayıp, babasının “beylik tabancasını” eline alır ve intihar eder. Neyyire’nin tanık olduğu intihar vakasını tüm ayrıntıları ile anlatması sonucunda, o ana kadar kurgulanan kahramanlık hikâyeleri bir toz bulutuna dönüşüp, yok olur. Artık hakikatler ortaya çıkmış, annesinin ruhu ve kendi vicdanı huzura ermiştir.

Burhan Sönmez’in, ‘Tarih Öncesi Köpekler’ öyküsünün kahramanı olan kadın ise, bileklerini kestikten sonra sevgilisi tarafından hastaneye yetiştirilen ve ölümün kıyısından dönen “Y”esma’dır. “Y”esma küçük bir kız çocuğu iken, yaşadığı köye askerler gelip, annesi ile babasını bir odaya kapatırlar. Odada olanların tanığı olur “Y”esma. Annesine tecavüz edilir; bu yetmezmiş gibi, o korkunç anlar babasına da izlettirilir. Yaşanan acılara dayanamayan anne, köyün yakınlarında bulunan bir uçurumdan boşluğa bırakıverir bedenini. Hastane odasında sürdürülen diyalog esnasında, “teyze” diye anılan bir kadının varlığından haberdar olunur. “Y”esma’nın teyzesi olarak tanıtılan kişi, 1938 yılında Dersim Harekâtı sırasında bir asker tarafından kendisine tecavüz edilen, küçük bir kız çocuğu iken bu tecavüz vakası sonrasında hamile kalan bir kadındır. Yaşlı kadın ile sürdürülen konuşma içerisinde, dünyaya getirdiği bebeğin “Y”esma’nın annesi “Y”elida, “teyze” diye bilinen kadının da anneanne olduğu anlaşılır. “Y”esma’nın hem annesi hem de anneannesine, Türk ordusunda görev yapan askerler tarafından tecavüz edilmiştir. Kısacası öykü, dünden bugüne, üç nesil kadını etkisi altına alabilen, acılı bir geçmişi anlatır.

Yukarıda sözü edilen öykülerde anlatılan mağduriyetlerin benzerleri, yakın geçmişte Kıbrıs coğrafyasında da yaşanmıştı. Uzun yıllar boyunca devam eden çatışmalar ve 1974 yılında gerçekleştirilen askeri harekâtlar esnasında, birçok kişi “kaybedilmiş”, tecavüze uğramış, öldürülmüş, yaralanmış ve maruz kaldığı şiddet vakaları sonucunda birçok psikolojik rahatsızlık ile baş etmek zorunda kalmıştı.

Derlemenin Mungan tarafından kaleme alınan önsöz kısmında yapılan saptamalar, 1974 yılında Kıbrıs’ta gerçekleştirilen askeri harekâtlar esnasında yaşananları yeniden düşünebilme fırsatı vermektedir. Mungan’ın saptamaları şu cümleler ile özetlenebilir: “Bilirsiniz: İnsandan daha uzun yaşar kemikleri. Dillerini ne kadar toprağa gömerseniz gömün, kelimelerin kemiklerini örtecek toprak yoktur. Gün gelir, yazılır, söylenirler”. Kıbrıs adasında hasıraltı edilen, “Kayıplar meselesi” adıyla anılan “sorun” hâlâ çözülebilmiş değildir. Resmi tarih anlatısı, özellikle ders kitapları aracılığıyla, uzun yıllar boyunca bu sorunu örtbas etmeye çalışmıştır. 1974 yılında meydana gelen “kayıp” vakalarının, Kıbrıslı Rumların kendi aralarındaki çatışmalar sonucunda gerçekleştiği anlatılmaktadır. Hâlbuki “kaybedilen” kişilerin akıbetini bilen, hatta onların “kaybedilmesinde” fiilen görev alan insanlar, hakikatin ne olduğunun farkındadırlar.

Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi’nin 1981 yılında kurulması sonrasında, birçok çalışma yapılmış fakat önemli bir ilerleme kaydedilmemişti. Çalışmaların işlerlik kazanmasının ardından, gömüldüğü yerden çıkarılıp ailelerine iade edilen kemikler, sessiz sedasız toprağa verilmeye başlandı. Buna rağmen geçmişte yaşananların sorgulanması ve hakikatlerin açığa çıkarılmasına dair, kamusal alanda yürütülen herhangi bir tartışma mevcut değildi. “Kayıp” yakınlarının, öznesi olmadıkları mağduriyetlerin sebebini sorgulamasına imkân tanınmıyordu. Çünkü bu yönde dile getirilecek her türlü eleştiri, adanın kuzeyinde yer alan yönetimi de rahatsız edebilirdi. Ne de olsa “kaybedilen” tüm Kıbrıslı Türklerin sorumluluğunu Kıbrıslı Rumlara yüklemek mümkün değildi. Bu alanda yer alan boşluk, Sevgül Uludağ’ın adanın her iki kesiminde de yürüttüğü çalışmalar sonucunda Yenidüzen Gazetesi’nde yayımlamaya başladığı ve günümüzde de devam etmekte olan yazı dizisi ile ciddi bir şekilde dolduruldu. Uludağ, gerek “kayıp” yakınları ile yaptığı röportajlar, gerekse “mezar” yerlerine ilişkin edindiği bilgiler sayesinde, komitenin çalışmalarına önemli bir ivme kazandırdı.

8 Ağustos 2012 tarihinde, Uludağ’ın köşesinde yayınlanan Elpiniki’nin hikâyesi ile yukarıda sözü edilen öyküler arasında var olan benzerlikler son derece çarpıcı. Uludağ’ın anlattıklarına göre Elpiniki, Türk ordusu tarafından gerçekleştirilen askeri harekâtın başladığı gün olan 20 Temmuz 1974’te, Anastasia isimli bebeğini dünyaya getirir. Kıbrıs’ın genelinde akıtılan kanı hatırlatırcasına, onun da bedeni kanamaktadır. Buna rağmen hastanede kalıp, kanayan bedeninin tedavisini tamamlayamaz. Kocası tarafından hastaneden çıkarılır ve arkalarında iki çocuk bırakarak, meçhule doğru bir yolculuğa çıkarlar.

Her üç öykünün benzerlikleri göz önünde bulundurulduğu zaman, askeri harekâtların, kadınları ne şekilde etkileyebileceğini saptayabilmek mümkün. Milliyetçilik ideolojisi temelinde şekillendirilen militarist öğeler, kadın bedenini her daim araçsallaştırır. Bahsi geçen ideolojik yaklaşımlar çerçevesinde, kadın bedeni vatan toprağı üzerinden tahayyül edilir. Bu noktadan hareketle çatışmalara katılan kimi askerlerin, ele geçirilen topraklarda yaşayan kadınlara tecavüz etmeleri, aynı zamanda vatan toprağının fethedilmesi anlamına gelir. Kıbrıs’ta yaşanan çatışma dönemlerinde de birçok kadına askerler tarafından tecavüz edilmiştir. Elpiniki’nin “kayıp” olmasından ötürü, ona dair kesin bir bilgiye ulaşmanın imkânı yoktur. Yine de onun kanayan bedenini, metafor olarak Kürt kız kardeşlerinin bedenleri gibi düşünmek ve yaşadıkları acıların çok da farklı olmadığını söylemek mümkündür.

Mağdurların acılarının yanında, tanıkların acıları da, onlar için taşınması hiç de kolay olmayan ağır bir yük teşkil eder. Şeref madalyalı subayın kızı olan Neyyire’nin, annesinin intiharını anlatması sonrasında “artık ölebilirim!” diye haykırmasının nedeni, bunca yıldır içinde sakladığı hakikati açığa çıkarabilmenin hissettirdiği huzurdur. Böylece tanık olduğu adaletsizliğin sona ermesi için üzerine düşen görevi yerine getirir. Tanık olmak, yaşanan olayların faili olmakla aynı şey değildir elbette. Bununla birlikte, tanıklıktan kaynaklanan ciddi bir sorumluluk da vardır. Kıbrıs’ta çatışma dönemlerinde yaşayan ve o dönemlere dair bilgi sahibi olan her birey, gerçekleştirilen insan hakları ihlallerinin aydınlatılamamış olmasından, örgüt veya devlet kadar olmasa da sorumludur. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek, hem adaletin gerçekleştirilmesi hem de vicdanların huzura kavuşabilmesi için elzemdir. Geçmişin hakikatleri ortaya çıkmadan yaralarımızdan kurtulabilmek, sağlıklı bireyler olarak hayata devam etmek mümkün değildir.


 

Kaynakça:

Ayfer Tunç, “Yük”, Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle - Bir Dersim Hikâyesi, (derleyen: Murathan Mungan), Metis Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2012.

Burhan Sönmez, “Tarih Öncesi Köpekler”, Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle - Bir Dersim Hikâyesi, (derleyen: Murathan Mungan), Metis Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2012.

Sevgül Uludağ, “Masari'den (Şahinler) 'kayıp' edilen bir aile...”, Yenidüzen Gazetesi, https://www.yeniduzen.com/detay.asp?a=47560 , erişim tarihi: 21/8/2012.    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1615 defa okunmuştur