Tacan Reynar

Tacan Reynar

MİRAS

A+A-

Hava hafiften yağmurlu burada. Üç ay görünen güneş bile saklıyor bu yaz gününde kendisini. Uzaklara gidenler bilir, uzakta olmak arafta kalmaktır. Gitmek ve kalmak arasında çokça sorgulama yaparsınız. Şimdilik kısa bir süreliğine geldiğim Toronto’dan yakında ayrılıyorum. Kıbrıs’a dönüş Eylül sonu. Ve zaman her şeyi gösterecek, biliyorum.

Gazetelerde zaman zaman yurtdışında okuyan gençlerle röportajlar yayınlandığını okuyoruz. Son olarak Yenidüzen’de birkaç gençle yapılan röportajlar yayınladı. Bütün gençler Kıbrıs’a dönmeyi düşünmediklerini söylüyorlar. En önemli etken zorunlu askerlik ve gelecek belirsizliği. Annan Planı döneminde henüz üniversitede öğrenci olduğum zamanlarda yayınladığım bir makaleyi tekrar okudum geçenlerde. O dönemin ruhuyla yazılmış, adını da “Babama Mektup” koymuşum. Eğer çözüme ulaşamazsa elveda sözcükleriyle biten bir makale. Bu kadar yıl geçmesine rağmen ne değiştirebildik genç kuşaklar için?

Bakınız bayraklar dalgalanıyor Limasol’da, Anastasiadis Kıbrıs Cumhuriyeti’ne gelen Türkiye Cumhuriyeti ekibini selamlıyor. Daha önce de birçok kez olduğu gibi Türkiye tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin takımlarıyla spor müsabakalarına katılmış ve biz “bu ne yaman çelişki Ankara” diyememiştik. Nasıl diyelim? Her ekonomik sıkıntıda Ankara’nın kapısını çalan, ondan randevu bekleyen, paket dayatmasına “tamam” diyenler kim?Televizyonlar önünde maaşı sorulduğunda ezilip bükülüp, yedi buçuk sekiz diyen başbakan da KKTC Başbakanı. Bin bir güçlüğün yaşandığı zamanlarda ayakta durmayı başaran KTHY’nin haramiler ve beceriksizler tarafından batırıldığını zaten biliyoruz. Batırılmasını protesto eden eylemcilere o dönemin kuklalarının “saldırın !” talimatını verdiklerini, böylece eylemcilerin polisin sert ve orantısız müdahalesi ile yumruklandığını da gördük, onu da biliyoruz. 

KKTC kimlik kartının İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan öteye hükmünün olmadığını, hiçbir uluslararası geçerliliği de bulunmadığını, cebimizde Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu olmasa dünyaya bile bin bir güçlükle seyahat edebileceğimizi de yıllardır biliyoruz.

22 Ocak olaylarında Afrika Gazetesi’ne talimatla saldıran kalabalığın içinde tutuklanmayan 9 kişinin halen korunduğunu, onlara dokunulmaması talimatı verildiğini, çünkü mahkemenin beklenmeyen bir şekilde diğer eylemcileri tutukladığını ve cezaevine gönderdiğini, yargılamanın süratle tamamlandığını ve eğer mahkeme tutuklama emri vermeseydi ceza alan eylemcilere ne dava geleceğini ne de herhangi bir yargılama olacağını biliyoruz. Ekonomik kriz içerisinde alım gücünün günden güne düştüğünü, eğitimin ve sağlığın artık özel kurumlara ve hastanelere kaydırıldığını, böylece devletin fonksiyonunun azaltıldığını, hayatta kalabilmek için Kıbrıs’ın kuzeyinde bir devlete ihtiyaç olmadığını nihayetinde öğrendik, biliyoruz.

Devlet nedir ki? Ne işe yarar?

Bu ülkede Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, inşaattan düşüp ölen işçinin ihmal sonucu öldüğüne ilişkin polise şikayette bulunuyor ve işlem yapmasını talep ediyor. Polis herhangi bir tutuklama işlemi yapmıyor. Neden? Çünkü polis bu ülkede hiçbir kuruma hesap vermek zorunda değil de ondan. Polis hiçbir devlet yetkilisi tarafından denetlenemiyor, olan biten onca olay askıda kalıyor. Biliyoruz ki, faili meçhul olarak kalması istenen olaylar faili meçhul kalıyor. 

Kimisi bu ülkede aldığı asgari ücretle elini taşın altına koydu, kimisi gazetesinde otururken o taşı kafasına yedi, taştan kesilmiş duyarsız ve sorumsuz yöneticilerin eylemcilere “gerizekalılar” dediklerini de duyduk, o bayrakların asıldığı dağların taşlarının her gün patlatılıp satıldığını da, taş gibi sağlam olması gereken kalelerinizi kristalden ürettiğinizi de gördük, taş gibi sessiz kaldığınızı da. 

Gemi, taş, rüzgar, gökyüzü... Binlerce metafor üretilebilir ama bunlar, birazdan işine kalkıp gidecek emekçi için, okulunun yolunu tutacak öğrenci için, dükkanının boş kasasını açacak esnaf için laf-ı güzaftan öteye gitmez. Hele de iş kazasında ölen işçi için hiçbir anlam ifade etmez. 

Anlı şanlı devlet, Cumhuriyet olanlar müsabakalarda yarışırken, bu alt yönetimde yaşayan bizler gün be gün eriyoruz, çürüyoruz, yitip gidiyoruz. 

Soru şu: Olan biteni seyretmekle mi yetineceğiz ? Yeniden paket bekleyip, randevu mu talep edeceğiz yoksa kendi yolumuzu kendimiz mi seçeceğiz?

Söyleyin gelecek kuşaklara bırakacağımız mirasımız bu topraklarda cesaret midir, esaret midir ?

Nedir?

 

Bu yazı toplam 5818 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar