1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Mercimek Çorbasını Sevenlerden misiniz?
Mercimek Çorbasını Sevenlerden misiniz?

Mercimek Çorbasını Sevenlerden misiniz?

Yalakalığın son noktası nedir? İlk noktası neydi? Tarih boyunca toplumda yer edinmeleri nasıl olmuştu? Bunun bir kuralı kanunu standardı var mı, yoksa içinden geldiği gibi gelişine göre, doğaçlama yaparak mı yalakalıkta başarılı olunabilir mi

A+A-

 

Koral Özkoraltay
 koraltaykoral@yahoo.com
FEMA Aktivisti

 

Son zamanlarda yaptığım gözlemlerin ardından aklıma takılan birkaç soruya internette cevap aradım. Zincirleme bir kelime arayışı ve farklı farklı sitelere girip çıktıktan sonra, elimde ilginç bilgiler birikti. Aradığım sorulara tamamen cevap bulamasam da yine de bakış açımı genişletmiş oldum. Neyi mi taktım bu aralar kafama? Yalakalığın son noktası nedir? İlk noktası neydi? Tarih boyunca toplumda yer edinmeleri nasıl olmuştu? Bunun bir kuralı kanunu standardı var mı, yoksa içinden geldiği gibi gelişine göre, doğaçlama yaparak mı yalakalıkta başarılı olunabilir mi, gibi delice sorular gezdi durdu kafamdan geçen ay boyunca. Neden mi? Çünkü bu kadar kalabalık ve sınır tanımaz yalakayı bir arada daha önce hiç görmediğim için. Onlarla birkaç gün geçirip yalakalıklarının son noktası olmadığını fark ettiğim için.  Hem üzüldüm, hem utandım hem de durumun vahametinden dolayı çok korktum. Durumun ne olduğunu size yazımın devamında açıklayacağım; ancak şimdi internet bilgilerimi sunarak konuyu açmak istiyorum.

 

Osmanlıda Dalkavuk Hakları

Dalkavuğun sözlük anlamı: Kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen (kimse), şaklaban, yağcı, yalaka.

Dalkavukluk ismi nereden gelmiş: Kavuk, daima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için, dalkavuk esnafına serpuş olarak kavuk seçilmiş ve toplum içinde derhal belli olabilmeleri için, giydikleri kavuğa hiçbir şey sarmamaları, kavuğu çıplak olarak yani ''dalkavuk'' olarak giymeleri emir olunmuş. Böylece bu kişilerin adına, giydikleri serpuştan dolayı ''Dalkavuk'' denilmiş. Osmanlı, dalkavukların ağır iş kolu olduğunu düşünerek onlara yönelik, resmen iş kanunu çıkarmış. Bu iş kanunun çıkmasında tabii ki dalkavukların rolü büyük. I. Mahmut dönemine ait bir belgede, efendisinin bir dalkavuğa yapabilecekleri ve bedel olarak da ödemesi gereken ücret ayrıntılı olarak belirlenmiş.

 

Tarife şöyle:

* Dalkavuğun burnuna fiske vurma / fiske başına 20 para

* Suratına tokat atma  / tokat başına 30 para

* Yüzüne mürekkep veya kömür karası sürme /  37 para

* Bir salkım üzüm sapı ile birlikte yedirme /  40 para

* Kel başa tokat atma / tokat başına 45 para

* Üzengisi olmayan haşarı hayvana bindirerek olacakların seyredilmesi /  300 para

* Kuyruğu dışarıda kalmayacak biçimde ağzına fındık sıçanı sokma / 400 para

* Bostan dolabına bağlayarak manda gibi çevirme / bir devir için 600 para

* Oturduğu minderden yuvarlama / 30 para,

* Merdivenden yuvarlama / 180 para

* Sakalının yarısını kırkma /90 kuruş, (1)

 

Osmanlı’dan çıkıp dünyaya açıldığımda ise, bir üniversitenin son zamanlarda yapılan genetik araştırmalarının sonuçları geldi karşıma:

ABD’deki Brown Üniversitesi’nin araştırması, Neuroscience dergisinde yayınlandıktan sonra konu ile ilgili yeni derin bilgilere sahip olduk; “Bazı insanlar, ‘yalakalık’ geniyle doğuyormuş. Araştırmanın detaylarına girmeden yanından teğet geçerek bir bilgilendirme ile devam edeyim. Beynin bir yanı söyleneni yaptırırken, diğer yanı tecrübelere dayalı hareket ettiriyormuş. DARP-32 adlı geni taşıyanlar beyninin sadece söyleneni yapma kısmını kullanıyorlarmış. Yani lafın kısacası adamlar kendilerini şöyle savunabilirler, benim suçum yok genlerimden kaynaklanıyor. (2)

İşte tarihin çok uzun yıllar öncesinden devamı gelen bu tür insanlarından, her yerde olduğu gibi adamızda da bolca bulunduğuna şahit oldum geçtiğimiz yaz. Bu şahitliğin benim açımdan en üzücü tarafı,  öğretmenlik mesleğini yapmakta olan bir grup insanın da, bu yararcılığı kullanabilecekleri sınırın neresi olduğunu dahi kestiremeyişim oldu. Toplumda ve özellikle sosyal medyada çokça tartışılan Çanakkale kamplarından birine, görevli öğretmen olarak katıldım bu yıl. Ve, beni bu denli öfkelendiren, bu kamp döneminde şahit olduğum bazı yaşanmışlıklar oldu. Sırf bedava olduğu için ailesiyle, kardeşiyle, çoluğu çocuğu, annesi babasıyla bu fırsatı değerlendirenleri gördüm.  Bir defa gitmek şöyle dursun, geçen yıldan beri defalarca giden öğretmenler olduğunu gördüm.  “Sizin ilk gelişiniz mi?” diye sorarak başlanan ilginç konuşmalara dahil olmak zorunda kaldım.  15-17 yaşlarındaki genç kızlarımızın bavulları yüzlerce kişilik kalabalığın önünde sırayla açılıp içki ve sigara kontrolü bahanesiyle yoklanırken, “bunlar çok yanlış davranışlar, gençlerin özel eşyalarını karıştıramazsınız” diye itiraz ettiğim zaman, oradaki kamp görevlilerinden önce, beni susturmaya çalışan bazı öğretmenler gördüm. Kontrol yapılsın diye kendi bavulunu teslim eden kadın öğretmenler gördüm.

Kamp görevlilerinin, sorumluluğun kendilerinde olduğu, öğrencileri sadece onlara teslim ederek gerisini onlara bırakmamız gerektiği konusundaki konuşmalarını memnuniyetle onaylayarak, beraberlerinde gelen öğrencilerin kamp boyunca taraflarına bile bakmadan ailece gezen öğretmenler gördüm.  Kılık kıyafet konusunda öğrencilerin yeterince uyarılmamaları durumunda, kendilerinin tekrar uyarabilecekleri konusunda gönüllü olarak, yalakalık seviyelerini bir üste çıkaranlar olduğunu da gördüm.

 Dönüş için havaalanına giderken yaşadığımız ciddi sorunlar sırasında, yalakalık konusunda sınır tanımaz bir hale gelen bazılarının davranışları, durumumuzun vahametini de ortaya koyar nitelikteydi. Kamp merkezinden ayrılmadan yenilen son yemek kaynaklı gıda zehirlenmesi olduğu tahlillerde de belirlenen bir şanssızlık yaşamıştık. Otobüslerle kamp merkezinden havaalanına olan yolculuğu, zar zor tamamlayıp ambulansların önceden haber verildiği için bizleri beklediği havaalanına vardığımızda, büyük bir karmaşanın içinde bulduk kendimizi. 150 kişilik kafilenin yarısından fazlasının bu durumdan etkilenmişti. Dayanıklılık veya yemeği yeme miktarlarına bağlı olarak öğrencilerin farklı seviyelerde bu sıkıntıyı yaşadığı bir zehirlenme durumuyla karşı karşıyaydık.  Havaalanına girer girmez otobüsten ilk inenlerden oldum. Üç otobüs olarak gittiğimiz alanın park yerine adımımı atar atmaz önüme bayılarak düşen bir öğrenciyi kucaklamaya çalıştım. Bir diğeri kusmaya başlamıştı. Çığlıklar ağlamalar ve bayılan birkaç öğrencinin etrafında koşuşturuken,  kendimi bir ambulansta hastaneye gider buldum. Ve ardımda daha birçok ambulans ve hasta öğrenciyi bırakarak gittiğim hastanenin acil kapısında kaç ambulansın daha gelip öğrencilerimizi getirip geri döndüğünü sayamadım ama, bölgede bulunan üç hastanenin acil servislerinin o gece öğrencilerimizle dolduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Ben ve iki arkadaşım hasta öğrenciler, alandaki ambulanslar ve hastane acilinde uğraşırken, kafilemizde görevli olarak gelen diğer on öğretmenin, apar topar havaalanından içeriye girerek bavulları teslim ettiğini ve uçağa binmek üzere beklediklerini öğrendik. Gerekçe, “kendi okullarından hasta öğrenci olmadığı için uçağın kalkmasını” bekliyorlarmış.

Zehirlenen kızlarımızdan birisi annesini görüntülü aradığında, karşımdaki anneye “ ağlamayın kızınız benim de kızım, burada elini hiç bırakmadan yanındayım”  diye güvence verirken, kadın bana “Sen kimsin, kızımın öğretmeni nerde?”  diye sordu. İşte o an o uçakta havalanmayı bekleyen öğretmenler geçti aklımdan. Bedava tatilin bu küçük ayrıntısını unutup, beraberlerinde gelen öğrencilerin sorumluluğunu almaktan kaçınan, hatta sorumlu oldukları öğrencilerin isimlerini bile bilmeyenlerin olduğu o grubu geçirdim aklımdan.  Bedava bir gezi için her türlü yalakalığı yapmaya hazır, ancak iş başa düşünce elini taşın altına sokmaktan sakınan o grubu. Uçağın kalkmasını geciktirenler,  havaalanındaki müdür ve sorumlularla yaptıkları sıkı pazarlığın sonucu okulumuzdaki öğrencilerle bavul teslim etmeyerek hastanedeki öğrencilerin ve benim dönüşümüzü bekleyen iki öğretmen arkadaşımdı. Onlara bu cesur ve sorumlu duruşlarından dolayı defalarca teşekkür ettim, edeceğim de.

Çanakkale kamplarında, hastanede yaşananlar hakkında geldiğimiz günden bakanlığa birçok rapor verildi. Bu yazı sadece orada yaşananların neler olduğunu tartışmayı bir kenara bırakıp, öncelikle buna fırsat verenler üzerinde düşünmemiz için yazıldı. Bırakın gezi günlerini, acil bir sağlık sorununda öğrencilerini sahiplenmeyip kendi derdine düşenlerin, kampta çocuklarımıza neler söylenip, nasıl davrandıklarından haberleri olur mu? Ya da umursarlar mı? Bu gezileri sadece kişisel gezi olarak görüp, fırsatı kaçırmadan isimlerini listelere yazanların, ne Çanakkale gezisinin içeriğini, ne de genel olarak düzenlenen bu gezilerle murad edilen geri bildirimleri umursadıklarını hiç sanmıyorum.

Ama biz gene de bunun genlerden geldiğini düşünüp kimseyi suçlamayalım…

Fakat unutmayalım ki her dönemde başını dik tutmasını bilenler de vardır. Örneğin hümanist yazar La Boétie bunlardan biridir. Montaigne'in sevgili dostu La Boétie'in "Discours sur la servitude volontaire" adlı risalesi, sadece yazarı 18 yaşındayken kaleme alınmış olmasıyla değil, 16. yüzyıl ortasında attığı özgürlük çığlığı nedeniyle de olağanüstüdür. Burada dalkavuğun nasıl tahammül edilmez bir hayat sürdürdüğünü şu sözlerle anlatır:

"Köylü veya zanaatkar, hizmet etmeye mecburdur ama boyun eğmekle yetinebilir. Oysa tiranın çevresindeki dalkavuklar itaat etmekle paçalarını kurtaramaz. Tiranın hoşuna gitmek, onun işlerini yürütebilmek için kendilerini paralamak, kendi zevklerini onun zevkleri uğruna feda etmek, kendi huylarından, doğalarından vazgeçmek zorundadırlar. Mutlu yaşamak bu mudur ? Hatta buna yaşamak denebilir mi ?"(3)

Ve tarihin eski sayfalarında yer alan dalkavuklar gibi, onları eleştirenlerin de hep olduğunu hatırlayalım…

Çorba yapmak için çeşme başında mercimek ayıklayan Diogenes’in yanına İmparator’a yakınlığı ile bilinen başka bir filozof Aristippus gelir. Bilgili fakat bilgisini dal¬kavukluktan yana kullanan Aristippus, Diogenes’e alaycı bir sesle “Sen de aklını kullanıp İmparator’a yakın olmayı becerebilseydin, böyle çeşme başlarında mercimek ayıklamak zorunda kalmazdın” der.

Diogenes başını yaptığı işten kaldırmadan şu cevabı verir:

“Sen de böyle mercimek çorbasına kanaat edebilseydin, İmparator’a dalkavukluk etmek zorunda kalmazdın!”(4)


Notlar

  1. https://odatv.com/dalkavuk-kac-paraydı-23061831.html
  2. https://www.izgazete.net/yalakalık-tarifesi-makale,99.html
  3. http://tarihtenanekdotlar.blogspot.com/2015/11/673-tarihte-unlu-dalkavuklar.html
  4. https://www.insanokur.org/diyojen-zekice-kisa-hikayeler/

 

 

Bu haber toplam 3240 defa okunmuştur
Gaile 457. Sayısı

Gaile 457. Sayısı