Eralp Adanır

Eralp Adanır

MEKTUP 41

A+A-

Yağmur damlaları cama vururken, peşisıra kayarak cam üzerindeki yol alışlarını izlerdim ki, az önce okumaya başladığım mektubundaki bir söz takılıvermişti aklıma... “birini anmayı bırakırsan işte o zaman O kişi gerçekten ölmüş demektir...”

Hem mecazi hem gerçek anlamdaki ölümlerin gerçekten “ölmüş” olması; tıbben değil; yüreğimizde, hatıralarımızda “ölmüş” olması ancak böyle açıklanabilirdi.
Bir yandan yağmur damlaları; yüreğimizdeki hatıraları tek tek dökerken bilinmezliğe, mektbunu okumaya devam ediyorum işte...

“Ölüm nedir kİ? Ve acısı ne kadar büyük?
Yaşam fonksiyonlarının tıp açısından son bulmasıyla açıklansa da “ölüm”, ondan sonrasıdır geride kalanların acısı.
Hatıraları, senle olan yakınlığı, birlikte hayallerin, yaşamındaki yeri... tüm bunlar acı’nın ne kadar “acı” olabileceğiyle ilgilidir.
Geride bırakılan boşluk ne kadar çok ise, acı da o kadar büyüktür. Ama tüm bunların ötesinde, birini anmayı bırakırsan işte o zaman O kişi gerçekten ölmüş demektir. Bundandır ki aramızdan bedenen ayrılanları anılarımızla yaşatmaya çalışıyoruz. Ya her zaman bir fotoğrafı yer almıştır evimizin en görünen köşesinde, ya ondan kalan bir hatırayı saklamışızdır
çekmecemizde...”

Bir an evimizin duvarları geldi aklıma.
Özellikle kerpiç köy evleri zamanında oturma odası, ya da eskilerin dediği gibi “sündürme”de duvarlar hep fotoğraflarla kaplıydı.
Hâlâ bu geleneği sürdürenler var günümüzde.
Evlilik fotoğrafları, çocukların, torunların, asker evladın ve ev sahibi yaşlıların tek olarak çekilmiş, zamanın kaybıyla renkleri solmuş fotoğraflar.
Hep onlarla yaşar oluyordu insan, hayattan göç edenler olsa da olmasa da.
Çünkü o fotoğraflara bakıldığında, peşinden hatıralar da canlanmaktaydı aklımızda.
İşte anılarla yaşar kılmak bu olsa gerek...

“Bir boyun borçluğu gibi olur anıları yaşatmak ve anmak.
Hani neden ‘boyun borcu’ derler ve neden ‘boyun’ üzerine; ‘boynu kopsun, boynu altında kalsın’ gibi mecazi beddualar okunmaktadır bilinmez ama bir insanın boynunun kutsal ve yaşamsal bir yanı olduğu da su götürmez.
Öldükten sonra ölmemiş gibi yaşatmak için çabalayanların ellerindeki tek güç, tek bağlayıcılık ‘anı’ ve ‘vefa’dır.
Kimileri fotoğraflarına bakıp hatıralarıyla yüreğinin sıcaklığında korur O’nu, kimileri vefasını başkalarıyla da paylaşarak gösterir.
Her ikisinin de sonunda; ölümün karanlığında yok olup gitmesine razı olmadan yaşatır kılmaktır.
Ta ki gün gelir sen de gözlerini yumana kadar.”

Bu yazı toplam 2004 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar