1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Maçoluk Karşısında Kızkardeş Olabilmenin Dayanılmaz Hafifliği
Maçoluk Karşısında Kızkardeş Olabilmenin Dayanılmaz Hafifliği

Maçoluk Karşısında Kızkardeş Olabilmenin Dayanılmaz Hafifliği

Maçoluk Karşısında Kızkardeş Olabilmenin Dayanılmaz Hafifliği

A+A-


Aslı Murat
asomurat@hotmail.com

Yürütülen toplumsal mücadeleler içerisinde ideolojik duruş kadar, yoldaşlık ilişkilerinin de önemli bir yere sahip olduğunu, küçük yaşlardan itibaren deneyimleyen bir kadınım. Bahsettiğim husus, bu yazı içeresinde değerlendirmeye çalışacağım dayanışmacı feminist kızkardeşlikten farklı bir kulvarda yer alsa da, görmezden gelinemeyecek bir meseledir. Çünkü bünyesinde birçok sorun barındıran “yoldaşlık” ifadesini tartışmadan, arzu ettiğim feminist dayanışmayı tanımlayabilmem mümkün değildir.

İktidarlar karşısında “özgürlük, kardeşlik ve eşitlik” talep eden hareketlerin tarihi, çok uzun bir geçmişe dayanır. Özellikle Fransız Devrimi’nin de simgesi hâline gelen bu üç ilkenin hayata geçirilme pratiklerinin, ne denli cinsiyetçi olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıktı. “Erkek efendilere” karşı kadınlarla birlikte mücadele eden “erkek yoldaşlar”, Devrim sonrasında kurulacak düzeni “erkek kardeşliği” üzerinden inşa ettiler. Bunu yaparken de tıpkı bugün olduğu gibi, kadınları yok saydılar ve karşı durup eşitsizliği deşifre edenleri de idam ettiler.

Olympe de Gouges eşitliğin, sadece erkekler özelinde sağlanmasına tepki gösterip, “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” yazdı ve ardından giyotine gönderildi.  Olympe bu duruşu ile bizlere önemli bir soru sordu: “Peki biz kadınlar? Biz bu despotizmden kurtulamayacak mıyız, bu kez de erkek kardeşlerimizle mi uğraşacağız?”. Bu sözler 1793 yılında değil de bugün söylendi desem, eminim birçoğumuz şaşırmazdı. Çünkü tarihteki en eski eşitsizliğin temeli olarak görülen erkek egemen yapı, dün de bugün de hız kesmeden hayatı belirlemeye devam ediyor. Buna karşı kullanılabilecek en önemli argümanlardan biri, kızkardeşlik ilişkisinin dayanağını teşkil eden hususlardır.

Kızkardeşlik, dayanışmanın temelinde olması gereken bir öğe iken,  günümüzde feministlerin gündemini çok fazla meşgul etmez. 1968 sonrasında feministler, kızkardeşliği “yoldaşlık” üzerinden konuşmaya başladı. Fakat bir süre sonra kavram, “batılı olmayan, siyah feministler” tarafından eleştirildi. Çünkü o döneme dair yapılan tanımlamalar, kadınların farklı sınıf, ırk ve etnik kökenlerine dayanan deneyimlerini yok saydı. Böylece mevcut farklılıkları görmezden gelen “tek tip kızkardeşlik” anlayışının, kendi tahakkümünü kurduğu söylendi. Hâl böyle olunca, erkek egemenliğinin dayattığı yok sayılma, kadınlar arasında da hissedildi ve feminist hareket kendi içerisinde bir takım tartışmalar yürüttü.(i) Bugüne gelindiğinde, farklılıkları zenginlik olarak gören ve yürüttüğü mücadele, ataerkil iktidar kalıplarına yönelik olan çoğulcu feminizmin varlığından bahsetmek mümkün.

Erkek egemen yapıların, kendi içerisinde barındırdığı tahakkümcü nüveler, toplumun her noktasına yayılmış durumdadır. Onlarla mücadele etmek için, ötekileştirme yerine feminist dayanışmayı örecek imkânların tespit edilmesi gerekir. Bu noktada kızkardeşlikten ne anladığımız, büyük bir öneme sahiptir. Çünkü hedeflenen, “aynılık” altında birleşen kadınlardan ziyade, ataerkinin ezdiği kesimlerle birlikte hareket etmektir. Tek bir eksende durup, kadınlar arasındaki ilişkiyi özcü bir yerden açıklamak, birçok eşitsiz durumun üstünü örter. Böyle olunca kadınların bir araya gelip, güçlü bir şekilde direnebilmesinin önüne engel çıkar. Amaç “bir olmak” değil, kadınlar arasındaki dayanışmayı perçinleyecek mekanizmaların kurulabilmesidir. Söz konusu dayanışma, ilk etapta içselleştirdiğimiz iktidar kalıplarını sorgulamayı ve “erkek yoldaşların” kendi konumlarını gözeterek yürüdükleri yolda, eşitliği dinamitleyen uygulamalarını fark edebilmeyi gerektirir.

  Nilgün Toker, amargi’nin “Kızkardeşim – ne seninle ne sensiz” başlıklı özel sayısında, kadınlar arasındaki bu ilişkinin ne kadar da iyileştirici olabileceğini açıklar. Ona göre: “Kadınlık kadınların aynı biçimde paylaştıkları bir öz değil de kadınların her birinin ‘kendi’ olma bilincinin ve talebinin ifadesi olarak okunursa, dönüştürücü bir eylemliliğin kılavuzu olabilir. Çünkü kadınların müşterek olarak sahip oldukları şey, kadınların kendi belirlenimlerinin öznesi olma halini iptal eden bir tanımlama, belirleme ve yerleştirme düzenidir. O halde kadının özgürleşmesi tam da bu belirlenme, tanımlanma ve yerleştirmeden özgürleşmedir”.(ii) Erkek egemen iktidar ilişkileri, erkekleri ve kadınları belirlenmiş görevler üzerinden tanımlar. Daha çıplak bir ataerkiden bahsedildiği zaman, kadınlar üzerinde kurulan “belirlenme stratejileri” açık bir şekilde deneyimlenir. O noktada kadınların bedenleri ve ekonomik hakları üzerinden yürütülen politikalar, pervasızca sergilenebilir. Birileri çıkıp size; kaç çocuk doğuracağınızı, kürtaj olup olmayacağınızı, maaşınızı nereye harcayacağınızı, kiminle evlenip evlenmeyeceğinizi, çalışıp çalışmayacağınızı, sevişip sevişmeyeceğinizi, toplumsal meseleler ile ilgili konuşup konuşmayacağınızı rahatlıkla söyleyebilir. Bu düz ataerkilliktir. Fakat baş edilmesi daha zor olan, “demokrat maçoların” egemenliğidir. Yukarıda anlatmaya çalıştığım kızkardeşliğin, yalpaladığı noktalar da buralarda yaşanır. Çünkü bu maçolar, her konuda bilgi sahibi olduklarını sandıkları için, feminizm söz konusu olduğunda da mangalda kül bırakmazlar. Hatta bu süreçte, kendi iktidarlarından size de pay verdiklerine inanabilirsiniz. Psikolojik bir tanımlama yapacak olursak, “demokratik maçolar”, narsist kişiliklerden çıkar. Hâl böyle olunca, durum daha da karmaşıklaşır. O karanlık dehlizden çıkmanın yolu, ikincil kılınmaya neden olan ilişkiyi ters yüz etmekten geçer. Bunun için de öncelikle, Fransız Devrimi sonrasında kadınları yok sayan “yoldaşlık” ağının bugüne sirayet eden ruhunun yarattığı illüzyonu dağıtmalıyız. 

Yaşadığımız coğrafyada, çoğu zaman sinsi şekilde ilerleyen bir erkek egemenliğinden bahsetmek mümkün. Karşınızda çıplak bir diktatör olmadığı sürece, onu alt etmek için geliştireceğiniz stratejilerde de çoğu zaman eliniz zayıflar. Çünkü mücadele edilen “erkeklik”, göründüğü gibi olmayan kılık değiştirmiş bir pinokyodur. Bu durum ilk etapta bizi büyüleyebilir. Hatta bu etkiden kurtulmamız yıllar alabilir, belki sonsuza kadar da devam edebilir. İşte o noktada, kızkardeşlik bağı rafa kaldırılır. Çünkü artık sizi, özne olduğunuz konuda bile belirleyen bir otorite vardır.

Kıbrıs’ın kuzeyinde, bir süredir feministlerin yoğun uğraşları neticesinde güçlenen bir eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi olduğunu söylemek mümkün. Tarihin her döneminde olduğu gibi, bu güçlenmeyi hazmedemeyen sadece sağ cenahta yer alan erkekler değil. “Demokrat maçolar” da inşa edilen kızkardeşlik ağını, erkek yöntemlerle dağıtmaya çalışıyor. Fakat pek başarılı oldukları söylenemez.

Başından itibaren aktarmaya çalıştığım gibi, sorulacak olan soru çok nettir. Ataerkil düzenin devamına hizmet eden bu yöntemlere karşı çıkmayıp, onu meşrulaştıran kadınlar, kızkardeşliğin neresindedir? Unutulmamalıdır ki, “kızkardeşlik, belirli bir yere ve zamana, özellikle de bugüne, şimdiye ait olmanın ötesinde çok uzun süreçlere yayılan, farklı bilgi ve deneyimleri içine alacak kadar geniş kapsamlı bir anlam bütünlüğünü ifade eder. Ve bunun içerisine çok farklı dönemlere ait bir çok kadınlık deneyimi, feminist mücadele ve kadın dayanışması örneğini dahil edebiliriz.”(iii) Tarihe bakıldığı zaman, ataerkil pazarlıktaki oyunları kabul etmeyen ve onlara direnen Olympe de Gouges gibi nice kadın hikâyeleri vardır. Bugün hissettiğimiz tahakküm, yıllar önce mücadele eden kızkardeşlerimize de yaşatılmıştır. Önemli olan, “demokrat maçoların” ifa ettiği “belirleyen – belirlenen” ilişki zincirinin halkalarını kendi irademizle koparmak ve onun yerine tüm farklılıklarımıza rağmen patriarkal kapitalizmle mücadele eden kızkardeş dayanışmasını güçlendirmektir. Çünkü bahsi geçen zinciri kırmak yerine sağlamlaştıran ve böylece kurulan ataerkil hegemonya ile hesaplaş(a)mayan kadınlar, eşitsizliğin devamını sağlar. Belki de yapmamız gereken, ataerkinin kurduğu “yoldaşlık” yanılsamasını tartışmak ve bu doğrultuda kızkardeşliğin dayanılmaz hafifliğine doğru bir yolculuk yapmaktır. Kim bilir…

 

 

(i)Esra Gedik – Ezgi Pehlivanlı Kadayıfçı, “Feminist Mücadelede Mikro Dayanışmalar – Kız Kardeşliklerin Önemi”, amargi, Dosya: Kızkardeşim – ne seninle ne sensiz, Kış 2011, s. 30.
(ii)Nilgün Toker, “Aslında Aynı Değilsek!”, a.g.e, s. 23.
(iii)Selda Tuncer, “Kız Kardeşlik: Kadınlar için, Kadınlar Arasında Bir Hayaletin İzlerini Sürerken…”, a.g.e, s.28.

Bu haber toplam 2388 defa okunmuştur
Gaile 359. Sayısı

Gaile 359. Sayısı