1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kürtaj Tartışmalarının Görünmez Kıldığı Adaletsizliği Görmek
Kürtaj Tartışmalarının Görünmez Kıldığı Adaletsizliği Görmek

Kürtaj Tartışmalarının Görünmez Kıldığı Adaletsizliği Görmek

Kadının adalet çığlığını duymak için haklar dışına çıkmak gerekmektedir. Zira buradaki sorun adaletin sadece neyi gerektirdiği değil, neyin yapılması gerektiğinin ortaya konulmasıdır

A+A-

 

 

Seda Oray Yücel*
seda.orbay@emu.edu.tr

 

“Kürtaj” meselesi, uzun bir süredir ülkemizin gündemini meşgul eden ve gerisinde pek çok tartışmayı kamusal alana çıkararak, “insan hakları” anlayışının yeniden ele alınmasını zorunlu kılan bir konu haline gelmiştir. Bu yazıyla kürtaj temelli tartışmalara taraf olmanın amacı, sorunun çözümlenmesine katkı sağlamaktan öte, yeni kavramlarla bu konudaki tartışmayı geliştirerek, toplumsal tabu ve önyargılar nedeniyle görünmez kılınan insanı görünür kılmaktır. Bu çerçevede tartışma zeminini görünmez olanın nasıl görünür kılınacağı hususuna çekmektir. Umberto Eco’nun belirttiği gibi, “bir problemi geliştirmek, onu çözmek anlamına gelmemektedir: yalnızca terimlerini, tartışmayı daha da derinleştirecek biçimde aydınlatmaktır” (1). Bu bağlamda yapılmak istenen de, kürtaj tartışmalarının gerisinde adaletsizliği görmektir. Görmek, bakmak demek değildir. Aksine görmeyi engelleyen durumlarla baş ederek, görünmez kılınanı görünür hale getirmektir. Buradaki görünmezlik, toplumsal tabu ve önyargılar nedeniyle karşımızdakini insan olarak görmemenin yarattığı adaletsizliktir. Burada sözü edilen adalet, fırsatlara ulaşmak bakımından eşitlik olarak tanımlanan adaletten çok daha fazlasıdır. Esasen adalet, insanlara zarar verilmesini önlemekle ve herkesin rıza gösterme ve reddetme gücüne sahip olduğu, toplumsal bir iklim yaratmakla ilgilidir. Bu anlamıyla adalet, eşit saygı temelinde farklı insan yaşamlarının mümkün olduğu temel anlayışına dayanan bakış açısını açığa çıkarmaktadır (2). O halde eşit saygıdan ve herkesin rıza gösterme ve reddetme gücünün var olduğu bir toplumsal iklimden uzaklaşmak toplumsal önyargı ve baskılar temelinde iktidar ilişkilerini doğallaştırarak adaletsizliği yaratmaktadır. Ülkemizdeki kürtaj tartışmalarına tam da bu noktadan yaklaşarak, kürtaj sorununun gerisindeki adaletsizliği görmek gerekmektedir. Bunu yapabilmek için kürtajın mutlak bir hak olarak kabul edilip edilmeyeceği, kabul edilmeyecekse sınırlarının ne olması gerektiği yönündeki tartışmaların ötesine geçerek, sorunun temelindeki toplumsal etmenleri ve bunların açığa çıkardığı cinsiyet eşitsizliğini sorgulamak gerekmektedir. Zira hak temelli bir yaklaşım, ceninlerle kadınların haklar açısından birbiriyle yarışan iki rakip gibi konumlandırılmasına yol açmaktadır. Feministlere göre eril bir bakış açısıyla yapılandırılmış “hak sahibi birey” kavramı, geçmişte kadınların hakların öznesi değil nesnesi olarak konumlandırılmasını meşrulaştıracak şekilde kullanılmıştır. Günümüzde de kürtaj tartışmasında kadınların aleyhine olarak ceninlerin hak sahibi bireyler olarak kurgulanmasını sağlayacak şekilde yeniden hâkim kılınmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda ceninlerin hak sahibi insanlar olduğu, haklar yarışında kadınların seçim hakkının üzerinde ondan daha üstün olan kutsal bir yaşama hakkına sahip oldukları savunulmaktadır (3).

Kürtaj meselesinin bu şekilde hamile kadın ve cenin arasındaki haklar çatışmasına dayandırılması, kürtajın gerisindeki pek çok etmenin görmezden gelinmesi sonucunu doğurmaktadır. Öncelikle kürtaj kararı, kadın açısından ortaya çıkabileceği varsayılan olumsuzluklar temelinde alınan geleceğe yönelik bir karardır. Ve bu süreç, her kadın için zorluklar içerisinde geçen yoğun bir düşünsel mücadeleye sahne olmaktadır. Özellikle ülkemiz gibi ataerkil yapı üzerine inşa edilmiş cinsiyetçi toplumlarda kadının bu süreci özgür iradesiyle aldığı bir kararla sonlandırdığını söylememiz mümkün değildir. Sanıldığının aksine toplumsal baskı ve şiddet, bu süreci yönlendirerek diğer hususlar gibi kadının bedeni ve üremesi üzerindeki rıza gösterme ya da reddetme gücünü kısıtlamaktadır. Günümüzde liberal feministlerin kürtaj tartışmalarında ön plana çıkardıkları husus, kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkından ziyade üreme, cinsellik gibi kişisel konularda toplumsal baskıdan bağımsız olma hakkıdır. AİHM’nin kürtajla ilgili kararları tahlil edildiğinde aynı yönde tutum sergilendiği ve konunun özel hayat –mahrem hayat içerisinde ele alındığı açıkça görülmektedir. Cinsiyetçi toplumlarda kadınların en yoğun bir biçimde maruz kaldığı şiddet türü, toplumsal cinsiyete dayalı şiddettir. Belirli rol ve sorumlulukların kalıplaştırıldığı ve bu anlamda kadına hasredildiği bu tür toplumlarda, kürtajda diğer üreme konuları gibi mahrem alanda kadının seçim hakkı temelinde değil, “eş”, “anne” rolleri üzerinden toplumsal sorumluluklar bağlamında ele alınmaktadır. Tüm bu hususlar, kadını toplumsal cinsiyet hiyerarşisi altında güç ilişkilerine hapsederek, cinselliği ve üremesi konusunda kendisi dışında devlet, toplum ve kocanın söz sahibi olmasına neden teşkil etmektedir.  Geldiğimiz noktada yukarıda vurgulamaya çalıştığımız “görmek” kavramı, bu açıdan önemli hâle gelmektedir. Görmek, toplumsal önyargılara teslim olmadan eleştirel gözle her kavramı yeniden sorgulamak ve etik ilkeler çerçevesinde sonuçlar üretmektir. Cinsiyetçi ikilemlerin yarattığı adaletsizlikler ancak bu bakış açısıyla ortaya çıkarılabilir.

Esasen alınan yargısal kararlar ve getirilen hukuksal normlar aracılığıyla, insanların yaşamına doğrudan hukukla müdahale etmek söz konusu olduğu için görmek kavramı, özellikle hukuk için çok gereklidir (4). Hukuk açısından görülecek şey, bir hukuki uyuşmazlığın olup olmadığı değildir. Bu kurallar veya normlar bütünü altında insana ne olduğudur. Zira salt normlar bütünü adı altında hareket etmek, bunu görmeyi mümkün kılmamaktadır. Hukuk normları, esasen toplumsal ihtiyaçları yansıtmaktadır. Bu düzlemdeki kadın – erkek hiyerarşisi hukuk alanına da yansıyarak, hukukun bizzat kendisini eşitsizliği sürdüren bir araç haline getirmektedir. Dikkat edilmesi gereken, normların düzenlenmesinde ataerkilliği yapılandıran kültürden değil, insan bilgisinden destek alınmasıdır. Ancak bu şekilde hukuk, cinsiyet eşitliğini temellendiren bir norm alanı haline gelebilecektir.

O halde görmek, adaletsizlikle ilgili olarak, sadece hak ihlallerini görmek demek değildir (5). Esasen gerçek durumu görmek, özellikle bazı durumlarda hak ihlallerinin ötesine geçerek, toplumsal tabularla görünmez kılınan ve adaletsizliğin bizatihi unsurlarını oluşturan hususların farkında olmayı gerektirir. Kadın ve cenin birbirlerinden bağımsız “hak sahibi” bireyler olarak tahayyül eden ve aralarındaki ilişkiyi çatışmaya dönüştüren kürtaj tartışmalarının gerisindeki eşitsizliği temellendiren cinsiyetçi argümanları görebilmek gerekmektedir. Bu bağlamda haklardan söz etmek, kadının karşılaştığı adaletsizliği açıklamak için yeterli olmamaktadır. Kadının adalet çığlığını duymak için haklar dışına çıkmak gerekmektedir. Zira buradaki sorun adaletin sadece neyi gerektirdiği değil, neyin yapılması gerektiğinin ortaya konulmasıdır. Bu bağlamda insana saygı ve eşitliğin açık kavrayışıyla birlikte adaletin neyi gerektirdiğini bulmamız icap etmektedir (6). Unutulmamalıdır ki adaletsizliği, kişilerin insan olarak görünmez kılınması ortaya çıkarmaktadır.

* Yrd. Doç. Dr., Doğu Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi,  DAÜ Kadın Araştırmaları ve Eğitimi Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi.

 


Kaynaklar

1. Umberto Eco, Açık Yapıt, (Çeviren: N.U.Dalay), Can Yayınları, İstanbul, 2000, s.31.

2. Gülriz Uygur, Hukukta Adaletsizliği Görmek, Türkiye Felsefe Kurumu, 2013, s. 30.

3. İçten Keskin, Kürtaj Tartışmaları ve Feminizm, Fe Dergi  7, Sayı 1, 2015, s.88.  

4. Uygur, s. 12.

5. Uygur, s.48.

6. Uygur, s.113.

Bu haber toplam 4413 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 410. Sayısı

Gaile 410. Sayısı