1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. KÜRESELLEŞME, GELİŞMİŞLİK VE DİN
KÜRESELLEŞME, GELİŞMİŞLİK VE DİN

KÜRESELLEŞME, GELİŞMİŞLİK VE DİN

KÜRESELLEŞME, GELİŞMİŞLİK VE DİN

A+A-

 

Yonca Özdemir
yoncita@gmail.com

Küreselleşmenin ekonomik etkileri kadar kültürel ve sosyal etkileri de çok tartışılmakta. Özellikle de konu din ve dindarlaşma olunca küreselleşmenin getirdiği varsayılan olumlu sosyal değişimler daha da şüpheye düşüyor. Nitekim küreselleşmenin hızlandığı 20. yüzyıl sonlarında soğuk savaş sona ermiş ve barış rüzgârları estirilmişti, ama beklenen “tarihin sonu” yani dünyada liberalizmin alternatifsiz zaferi bir türlü gelmek bilmedi. Aksine liberal olmayan pek çok akım yükseldi ve dünya daha karmaşık çatışmaların içine sürüklendi. Neredeyse tüm ülkeleri etkileyen, radikal dinci terörizm gibi bazı küresel tehditler ortaya çıktı. Aynı zamanda ülke içi etnik ve dini çatışmalar arttı. Bunlara bazı ülkelerde dinci partilerin yükselişe geçmesi de eklenince dünyada dinin öneminin tekrar arttığı izlenimi edinmeye başladık. Dolayısıyla toplumların ilerlediğinden de şüphe duyar olduk ve “acaba dünya bir gerileme dönemine mi girdi?” tartışmaları başladı. Peki din gerçekten tekrar diriliyor mu?

*  *  *

20. yüzyılda pek çok toplum bilimci sosyo-ekonomik gelişme ve sekülerleşmenin beraber ilerlediğine ve tüm toplumların er ya da geç modern değerler etrafında birleşeceğine inanmıştı. Modern değerlerden en önemlisi şüphesiz “sekülerlerizasyon,” yani dinin rolünün genel olarak toplumda ve özel olarak da bireylerin hayatında azalması, başka bir deyişle de dinin sosyal ve siyasi öneminin azalmasıdır. Aydınlanma düşünürlerinden tutun da Comte, Durkheim, Freud, Marx, Nietzsche, ve Weber gibi 20. yüzyılın en büyük düşünürleri ve pek çok yakın zaman bilim insanı da hayatı anlamada ve yönlendirmede modern düşüncenin dinin yerini alacağına inanmıştı. Sekülerizasyon modernizasyon sürecinin yaydığı eğitim, bilim, teknoloji ve refahın kaçınılmaz bir sonucu olarak görülüyordu. “Sekülerizasyon kuramı” diye de bilinen bu teorinin 20. yüzyıla bir nevi damga vurduğunu söyleyebiliriz. Avrupa toplumlarında gözle görünür bir şekilde azalan dindarlık sekülerizasyon kuramının bir kanıtı olarak görülüyordu ve er geç her toplumun aynı yönde ilerleyeceği düşünülüyordu.

Ancak, sosyal bilimlerde “modern” teoriler yerini “post-modern” teorilere bıraktıkça sekülerizasyon kuramının geçerliliği çokça tartışılmaya başladı. Dinin toplumsal rolündeki azalma beklendiği kadar hızlı olmadığı gibi, toplumlar ve bireyler arasında dinin öneminin artmaya başladığı iddia ediliyor. Nitekim küreselleşen ve dolayısıyla modern değerlerin dünyada süratle yayıldığı günümüzde sekülerizasyonun hızlanması beklenirken dini grupların, dini kurumların, dini şahısların ve din odaklı siyasetin önemi artmış gibi görünüyor. Hatta köktendinciliğin bile arttığı bir dönemden geçiyor gibiyiz. Bunlar da 20. yüzyılda öngörülenin aksine, 21. yüzyılda dinin dünyadaki ve insanlar üzerindeki etkisinin arttığı izlenimi yaratmaktadır. Nitekim son yıllarda çoğu toplum bilimci post-modern kuramlara dayanarak artık modernizasyon projesinin çöktüğünü ve sekülerizasyon teorisinin de çürüdüğünü iddia etmektedir. Bazı toplum bilimciler ise din kategorisine ve gelişmişlik seviyesine bakılmaksızın dinin tüm dünyada yükselişte olduğunu savunmaktadır. Hatta bazıları daha da ileri giderek küreselleşmenin en büyük etkilerinden birinin dinin dünya yönetimini devralması olduğunu iddia etmektedir. Onlara göre küreselleşme dinin yok olmasına yol açacağına onun yeniden doğmasına yol açmıştır. Kimilerine göre bu küreselleşme ve onun yaydığı Batılı modern değerlere ve yaşam tarzına karşı Batılı olmayan toplumların geliştirdiği bir tepki, kimilerine göre bu modernizasyon ve kalkınmacılık projelerinin iflasının direk bir sonucu, kimilerine göre ise din bugün küreselleşmenin getirdiği belirsizliklere karşı insanların sığındığı emin bir liman (1). Bugün özellikle küreselleşmenin kültürel boyutları üzerine yazılmış eserleri okuduğunuzda bu tür yorumların egemen olduğunu görürsünüz.  Ancak bu iddiaları destekleyecek verilere dayalı kanıt pek bulamazsınız. Doğrusu ben bu tip tezlere karşı hep biraz şüphe ile yaklaştım. Nitekim istisnaları olmakla birlikte genel olarak refah seviyesi yüksek, eşitsizliklerin fazla olmadığı, iyi bir eğitim sistemine sahip ve siyasi ve sosyal açıdan herhangi bir tehdit altında olmayan toplumlarda dinin fazla önemli olmadığını gözlemliyoruz. 

Dünya Değerler Anketi  (World Values Survey- WWS) her beş yılda bir değişik ülkelerdeki aynı bireylere sosyal ve siyasi değerleri konusunda sorular sorarak bir veri tabanı oluşturmaktadır (2). Bu sorulara verilen cevaplardan oluşan veriler toplum bilimciler için zengin bir kaynak sunmakta ve “değerler” konusunda nicel veriye dayalı çalışmalar yapmayı da mümkün kılmaktadır. Küreselleşme ve din arasındaki bağlantıya dair yapılmış nadir veriye dayalı çalışmalardan biri bu veri tabanını kullanarak küreselleşme ve din arasındaki bağlantıyı araştırmıştır (3). Bu araştırmanın bulgularına göre dünyadaki dindar nüfus artıyorsa da bunun nedeni sekülerizasyonun geriye gitmesi değil, demografik gelişmelerdir. Şüphesiz bugün gelişmiş ülkelerde din düne kıyasla daha fazla önem arz etmiyor ama bu ülkelerin nüfusları da pek artmıyor. Aksine nüfus artışlarının en yoğun olarak yaşandığı ülkeler dinin hala çok önemli olduğu az gelişmiş ülke kategorisindeki ülkeler. Bu otomatik olarak dünyadaki dindar insan sayısını artırıyorsa da ülkeler bazında artan dindarlaşmadan bahsetmek zor.

Dünya Değerler Anketinin (WWS) verilerine basitçe göz atıp benzer sonuçlara ulaşmak mümkün. 1994 ve 1999 yılları arasında yapılan üçüncü dalga WVS verilerini 2010 ve 2014 yılları arasında yapılan altıncı dalga WVS verileri ile karşılaştırdığımızda anket yapılan 31 ülke içinde (4) “dinin kendisi için önemli olduğunu” söyleyen bireylerin yüzde oranının sadece on ülkede arttığını görmekteyiz.  Bu oranının arttığı on ülkenin ikisi hariç (Güney Kore ve Tayvan) hepsi gelişmekte olan ülkedir (5). Pek çoğumuza dinin önemi artıyor gibi görünse de anket sonuçlarına göre 31 ülkenin 18’inde dinin önemi azalmıştır. Üstelik dinin bu dönemde önem kazandığı on ülkeden beşi eski komünist ülkelerdir. Komünist rejimlerin tasfiyesi ile din üzerindeki baskılar kalktığı için bu ülkelerde dinin öneminin artması anlaşılabilir bir gelişmedir. Başka bir veri olarak kendini “dindar” olarak tanımlayan bireylerin oranında aynı WVS verilerine göre anket yapılan 28 ülke içinden 16 ülkede azalma, 11 ülkede artış görülmektedir. Kendini dindar olarak tanımlayanların oranının arttığı ülkelerden hiçbirisi gelişmiş ülke değildir. Kendini dindar olarak tanımlayanların oranı 12 gelişmekte olan ülkede azalmış, 11’inde artmıştır. En büyük oran atışları Ermenistan, Beyaz Rusya, Kırgızistan, Türkiye ve Ukrayna’da görülmektedir. Yani dinin önemi ve dindarlık artıyorsa dahi bu çokça gelişmekte olan ülkelere mahsus bir olay diyebiliriz. Bu iddiayı verilerle daha da destekleyecek olursak, altıncı dalga WVS yapılan toplam 60 ülke (6) içinde dinin kendisi için önemli olduğunu söyleyen bireylerin oranının %50’yi aştığı 47 ülkeden 42’si gelişmekte olan ülkedir. Listedeki 15 gelişmiş ülkeden sadece beşinde (Güney Kıbrıs, Singapur, Güney Kore, Tayvan ve ABD) anket yapılanların yarısından fazlası dinin kendileri için önemli olduğunu beyan etmiştir. Aynı şekilde, kendini dindar olarak tanımlayan bireylerin oranının %50’yi aştığı 43 ülkeden sadece dördü gelişmiş ülke (Güney Kıbrıs, Singapur, Slovenya ve ABD), gerisi gelişmekte olan ülkedir. Bu göreceli olarak dindar görünen istisnai gelişmiş ülkelerde bile dinin önemi 1990’lı yıllara göre azalmıştır.

Sadece yukarıdaki verilere bakarak ülkelerin çoğunda dinin öneminin azaldığını ve dinin hala ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerde önemli olduğunu iddia etmek mümkün. Peki, bundan ne sonuç çıkarmalıyız? Öncelikle modernizasyon ve sekülerizasyon kuramlarını çöpe atmak için daha çok erken olduğunu söyleyebiliriz. Dinin önemi bazı toplumlarda artıyor olsa dahi bunu genellemek mümkün değil. Nitekim neredeyse tüm gelişmiş ülkelerde dinin önemi azalmaya devam etmekte ve dinin öneminin arttığı ülkelerin neredeyse tamamı gelişmekte olan ülkeler. Bu da gösteriyor ki “gelişmişlik” ve “sekülerizasyon” arasında yadsınamayacak bir bağlantı var.
Peki, küreselleşmenin dinin yükselişi üzerinde hiç etkisi yok mu? Abartıldığı kadar olmasa da küreselleşmenin din temelli tepkilere yol açtığını söylemek tabi ki mümkün. Ancak, bu sekülerizasyon kuramını çürütebilecek bir önerme olamaz. Sorun küreselleşmenin hatalı tanımlanması ve anlamlandırılması sonucu doğrudan “gelişme” ile ilişkilendirilmesinde yatıyor. Gelişme gibi küreselleşme de kültürel olmaktan ziyade sosyo-ekonomik bir olgu. Ancak küreselleşme ekonomik ve sosyal gelişme ile eş tutulamaz. Küreselleşme dünyanın ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan gitgide daha çok bütünleşmesidir. Küreselleşme süreci ekonomik ve sosyal gelişmeye olumlu etki edebildiği gibi, olumsuz etki de edebilir. Gelişme ise bir ülkenin kendi iç dinamiklerinde yaşanan dönüşüm sonucu gerçekleşir ve sonuçta bireylerin refahının ve yaşam standartlarının yükselmesi anlamına gelir. Küreselleşme dünyadaki bir kesimin gelişmesine yol açıyorsa da özellikle de yoksun kesimler için tersi bir etki yaratabilmektedir. Nitekim küreselleşmeden ekonomik ve sosyal açılardan yararlanabilen ve dolayısıyla gelişmelerini hızlandıran ülkelerde dinin yükselmesi için pek bir sebep yoktur. Ancak küreselleşme ile bırakın gelişmeyi, eski durumlardan bile kötü duruma düşmüş yoksun ve tehdit altındaki halklar için belki de din küreselleşmeye karşı bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır.

*  *  *

Konunun adamızı ilgilendiren kısmına gelince… Bir yanda gelişmiş ülke kategorisinde olmasına rağmen istisnai bir şekilde dinin toplumda oldukça önemli olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti var. WVS verilerine göre Güney Kıbrıs’ta dinin kendisi için önemli olduğunu söyleyenlerin oranı %80. Bu oran beşinci dalga WVS verilerinde %86 olduğuna göre düşme eğiliminde. Kendini dindar olarak tanımlayanların oranı da %78. Kilisenin siyasetteki önemi de zaten bilinen bir gerçek. Ancak Güney Kıbrıs Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının (UNDP) 2015 İnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index) verilerine göre insani gelişmişlik sıralamasında dünyada 32. sırada, yani “çok yüksek insani gelişim” sınıfında. Cinsiyet eşitliği sıralamasında ise dünya 22ncisi.

Bir de Türkiye Cumhuriyetine bakalım… WVS verilerine göre Türkiye’de kendisi için dinin önemli olduğunu söyleyenlerin oranı %93. İkinci dalga (1989-93) verilerinde, yani yaklaşık yirmi sene önce bu oran %83’tü. Kendini dindar olarak tanımlayanların oranı ise %84, ama ikinci dalga (1989-93) verilerinde bu oran %73’tü. Kısacası Türkiye’de dinin önemi artıyor, yani sekülerizasyon süreci tersine dönmüş durumda. Türkiye komünist bir rejimden çıkmadığına göre bu açıdan gelişmekte olan ülkeler içinde Hindistan, Pakistan ve Meksika gibi istisnai bir örnek. UNDP 2015 İnsani Gelişme Endeksi verilerine göre Türkiye insani gelişmişlik sıralamasında dünyada 72. sırada. Cinsiyet eşitliği sıralamasında ise dünya 71incisi.

Bence nereyle, kiminle birleşeceğiz tartışmaları devam ederken bu verileri de göz önünde bulundurmakta fayda var!

 

 

------------------------------------------------

Notlar
(1). Bu tip tezleri savunanlara örnek olarak: Juergensmeyer, Mark (1993). The New Cold War? Religious Nationalism Confronts the Secular State. Berkeley, CA, University of California Press; Berger, P. L. (1999). The Desecularization of the World: Resurgent Religion and World Politics. Grand Rapids, MI: Eerdmans Publishing; Thomas, Scott M. (2005). The Global Resurgence of Religion and the Transformation of International Relations. New York: Palgrave Macmillan.
(2). Dünya Değerler Anketi (WVS) veri tabanına http://www.worldvaluessurvey.org/wvs.jsp adresinden ulaşılabilir.
(3). Norris, D. P. and R. Inglehart (2004). Sacred and Secular: Religion and Politics Worldwide. New York, Cambridge University Press.
(4). Bu 31 ülkenin toplam nüfusu dünya nüfusunun %60’ından fazlasına tekabül etmektedir.
(5). “Gelişmiş” ve “gelişmekte olan” ülke sınıflandırmaları için IMF verileri kaynak alınmıştır. IMF’ye göre dünyada 34 ülke gelişmiş ülke kategorisindedir ve diğer ülkeler gelişmekte olan ülke kategorisindedir.
(6). Bu 60 ülkenin toplam nüfusu dünya nüfusunun %71’inden fazlasına tekabül etmektedir.

Bu haber toplam 4784 defa okunmuştur
Gaile 388. Sayısı

Gaile 388. Sayısı