1. YAZARLAR

  2. Tamer Öncül

  3. KÖTÜ TATİLCİ… *
Tamer Öncül

Tamer Öncül

KÖTÜ TATİLCİ… *

A+A-

Sizi bilmem ama, benim ciddi bir tatilci olamayacağım gün gibi ortada…

“İyi tatilci nasıl olur?” diye sormaya kalkmayın… Buna yanıt vermek, “iyi şiir nasıl yazılır?”ı anlatmak kadar zor…

Ben size “kötü tatilci” nasıl olur, onu anlatayım en iyisi. Öncelikle şunun altını çizelim: kötü tatilci ile anlatmak istediğim kötü turist değil. Kötü tatilci, tatil işini “ciddiye” almayan; kafasında bin bir türlü plan kurmasına karşın hiçbir zaman dört başı mamur bir tatil yapamayanlardır.

Bu tiplerin en iyi örneklerinden biri de benim, sanırım… Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum… On yıldır bu köşede bir şeyler yazıp duruyorum… Bir kez olsun, YAZARIMIZ TATİLDE OLDUĞU İÇİN YAZILARINA BİR SÜRE ARA VERMİŞTİR… gibi bir ibareyle karşılaşmak, hiçbir okuyucuma nasip olmamıştır… Üç-dört günlük mesleki kongreler ya da “İstanbul Kitap Fuarı” ziyaretleri, “haftalık” olan köşemi pek etkilememiştir…

Bu gerçeği bilmeyen kimi okurlarım, bu kesintisizliği çağdaş teknolojiye bağlamışlardır eminim… Öyle ya Dünya Küçüldü!.. Nerede olursanız olun, düğmeye bastınız mı, “e- mail” denen postacınız anında yazınızı yerine ulaştırıyor! Eğer benim gibi “teknoloji özürlü” iseniz ve “word’de yazılmış bir yazıyı e-mail’e aktarmayı bir türlü beceremiyorsanız, “Fax” diye daha basit bir işlemle yaparsınız bunu. Ama, itiraf etmeliyim ki, yazılarımın “kesintisizliği” bundan ötürü değil; benim, su katılmamış kötü tatilci olmamdan kaynaklanıyor…

Sözü uzatmaya gerek yok… Geçen ay, bu “makus talih”imi yenip ciddi bir tatile çıkmaya karar vermiş, ancak yine başarısız olmuştum… Sıcaklar ve çoluk çocuğun baskıları gittikçe yoğunlaşıyor; ben kafamı kitaplara, yazılarıma gömüp (Okur-yazar bir devekuşu ayaklarına yatıyordum aklımca); bu saldırıları defetmeye çalışıyordum… Sonunda başardım da… Ciddi bir tatil tehlikesini ustalıkla savuşturup; iki-üç günlük bir iç turizmle durumu kurtardım…

Oğlumu, “Bak oğlum, seni nesli tükenmekte olan KIBRISLILAR’ın yaşadığı diyarlara götüreceğim… Bir daha eline böyle bir fırsat geçmeyebilir… Maazallah bir KIBRISLI göremeden göçüp gidersin bu diyardan… ” gibi baba laflarla ikna ettikten sonra (gerçi bu sözleri dinlerken suratında yarı acıyan, yarı dalga geçen bir ifade vardı ama olsun, sesini çıkarmamıştı ya, ikna olmuş demekti…), hanımı da “gelecek yıl gideceğimiz en uzak batı gezisi ile ikna edip; (onun jest ve mimiklerini anlatmayacağım; çünkü tam olarak ben bile anlamış değilim!) tuttuk Karpaz’ın yolunu… (Bu senaryo üç yıldır ayni şekilde yaşanıyor.)

Arabadan oltalarımı ve balık malzemelerimi indirir indirmez doğru avlak kayama indim… (Bu kayanın nerede olduğunu yazacağımı boşuna bekleyip durmayın; yazmam… Bu adayı yalnızca Kıbrıslılar değil balıklar da terk ediyor hızla… Kalan üç beş balığı da size kaptıracak değilim… Seneye onları da bulamam sonra… Nasıl olsa seneye de başka yere gideceğim yok. Pardon, -Sevgili editörüm bu cümleyi can güvenliğim için sansür eder umarım. Yoksa haftaya yazısız kalabilir.-)

Sonrasını anlatmaya gerek yok; dolu dolu(hem de bir lenger dolusu) bir hafta sonu tatili geçirdik ailecek… Oğlum da yeni oltasıyla beş-altı balık yakalayınca saf değiştirerek benim yanıma geçti… Bu tatilden en büyük kazancım da bu oldu doğrusu… Bu müthiş tatili haftaya tekrarlamak için,  ikimiz baş başa verip yeni senaryolar yazıyoruz… Oğlum,  annesine Karpaz’da yok olmaya yüz tutmuş freskleri çok geç olmadan görmesi gerektiğini; kaya mezarlarını falan anlatıyor… Ben, uzun mesafe yolculuklarının ve uzun tatillerin manik depresif  durumlar yarattığını anlatıyorum “bilimsel verilerle”…

Eşim şimdilik kararlı ve ısrarlı görünüyor… “Senden iyi bir tatilci olmaz!” deyip duruyor…

Siz ne dersiniz, olmaz mı?   

 

* 05-08- 1999 tarihli bu yazım Temmuz geldi mi aklıma düşer hep (REFERANDUM kitabımdan. Say.37). Aradan Yirmi yıl geçmiş; buralarda çok şey değişmiş ama bizim durum eskisinden çok farklı değil…  

Geçen yaz öncesi (Mayıs 2017) “babaanne” olmanın heyecanını yaşayan eşimin “uzak tatil” sözcüklerine ağzına bile almaması, işimi kolaylaştırmıştı… Bu yaz da, o heyecan aynı dozda sürüyor…  Oğlum, evlendi evleneli benim bizimle tatile çıkmadığı için bu kötü planlarımı uygulamakta zorluk çekiyor; bu yüzden Karpaz’a bile gidemiyordum doğru dürüst… Ama şartlar değişti; “kör talih” (sinsi sinsi de olsa) yeniden gülmeye başladı yüzüme…

Salı gün fark ettim ki, torunum sularla oynamaya bayılıyor… Hemen koşup oyuncak bir olta seti aldım… Leğene su doldurup; (oyuncak) balıcıkları koyuyorsun; oltayı alıp…

Seneye bu iş tamam; torunumu kaptığım gibi tatile…”

Eşim acıyan ve de öfkeli gözlerle bakıp bir şeyler mırıldanıyor:

“Ayşe’ye git sen; hazır babası da buralara gelmişken… Göstersinler sana, tatil nasıl yapılır!”

Bu yazı toplam 1827 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar