1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs Türk Parlamenter Siyasetinin Sınırları ve İmkânları (3)
Kıbrıs Türk Parlamenter Siyasetinin Sınırları ve İmkânları (3)

Kıbrıs Türk Parlamenter Siyasetinin Sınırları ve İmkânları (3)

Kıbrıs Türk Parlamenter Siyasetinin Sınırları ve İmkânları (3)

A+A-


Rafet UÇKAN
rafetuckann@gmail.com

 

Yeni Bir Sol İçin
I.
Geçtiğimiz iki hafta CTP ve HP üzerine yazmıştım. O iki yazıdan da çıkarılabileceği gibi, benim gördüğüm tablo şu: HP’nin denkleme girmesiyle beraber, Kuzey’deki parlamenter siyaset UBP ve CTP ile çizilmiş geleneksel sınırlardan dışarıya çıkmaya başlıyor. Dahası HP, UBP’nin sıfırı tüketmek üzere olan arkaik duruşunu tedavülden kaldıracak bir etki yaratırken; CTP’nin “geleneksel” oyun sahasını da ele geçirip dönüştürmeye talip oluyor. Oy tahmini için henüz erken olabilir; fakat görünen o ki HP’nin meseleleri kavrayış tarzı, gittikçe daha geniş bir kitleye sirayet ediyor. Kendisi dışındakileri açıkça “değişime” zorlaması da bu gidişatın çıktılarından biri… Bu, HP’nin yüksek bir oy oranıyla fiilen iktidara gelmesinden daha fazla önem arz eden bir durum ve bunu görmezden gelmenin hiçbir faydası yok. Bana göre, potansiyel olarak büyük bir dönüşümün eşiğindeki parlamenter siyasetin sağ yanı eskisinden daha rafine, hegemonikleşmeye daha yatkın, daha profesyonel ve siyasi zekâ bakımından eskisinden daha yetkin durumda… Üç sayılık bu dizinin bu son yazısıysa, denklemin “öteki” tarafı üzerine.

II.
Kıbrıs’ın kuzeyinde solu konuşurken, CTP’li olmak şöyle dursun, CTP’ye dair ümit var olmak bile “vebalı” olmak gibi… Bunu her geçen gün daha net görebiliyorum. Özellikle 30’lu yaşlardaki kendi kuşağımda, CTP’nin adını duymaya bile tahammülü olmayan çok sayıda insan var. Bense, sayıları az da olsa içinde dönüşümün sancılarına göğüs germeye hazır olduğuna inandığım kadroların bulunduğu ve “sol”da olduğunu iddia eden bir örgütün, ısrarla “sağ”a itilmesini biraz lüks buluyorum; ama bu, CTP’yi tamamen hesaptan düşen yeni, parlamenter bir solun imkânları üzerine düşünmekten geri durulacağı anlamına da gelmiyor. 

Bu derginin sayfalarında, daha önce de yeni bir sol inşa etmenin imkânları üzerine çokça tartışıldı. Bu, elbette HP öncesine uzanan bir tartışma; ama HP’nin kuruluşu bu tartışmayı biraz daha acil hale getirdi. Çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi, kaba bir milliyetçiliğin artık işe yaramaz hale geldiği momentte, statüko, kendini “yeni” argümanlarla yeniden inşa etmeye dönük küçümsenmeyecek bir hamle yapmayı başardı. Artık Kuzey’de, Kıbrıslı Rum siyasal elitlere seslenirken “koştursunlar” deyip, kendi saçmalıklarına uyduruk da olsa bir kılıf bulma gereği bile hissetmeyen; çıplak bir emir-komuta zincirine açıktan teslim olan; kamusal varlıkları peşkeş çektikten sonra bunu meşrulaştıracak gerekçeler üretme zahmetine bile katlanmayan ve pişkinlikle yoluna devam eden geleneksel sağın miadı doluyor. İşlevini her gün biraz daha yitiren böyle bir sağa Türkiye’nin de ihtiyacı kalmıyor artık. Yeni dönemde statüko kabuk değiştiriyor, kendini yeniliyor. Dolayısıyla, statüko ile mücadele de kendini dönüştürmek zorunda…

Kıbrıs’ın kuzeyinde kritik anlarda çok sağlıklı tepkiler veren, kitleleri heyecanlandıracak adımlar atan, ancak birbiriyle teması kısıtlı sol inisiyatifler, örgütler mevcut. Bunların bir kısmı, statükonun tahlili bağlamında uzlaşması çok da mümkün olmayan farklı pozisyonları temsil ediyor. Bu örgütlerin “basitçe” bir araya gelmesini beklemek hem safdillik hem de  -bir kısmının kendini solun geri kalanından ısrarla farklılaştırma çabaları göz önünde tutulduğunda- basitçe “birleşin” diye alkış tutmak, kendi pozisyonunu kolay aşılamayacak temel farklar üzerinden tanımlamaya çalışanlara karşı haksızlık... O halde bu yazıda, zorlama bir birliktelikten ziyade, uzlaştırılabilir hedeflerde buluşabilen “bir tür” birlikteliğin koşullarından bahsedeceğim. Birincisi, buradaki temel amaç, bir “cephe” siyasetinin imkânları üzerine düşünmek değil. Statüko, şu anda böyle bir krizin eşiğinde bulunmadığı gibi, buna cevaz verecek “çıplak” bir tehdit veya şiddet de söz konusu değil. İkincisi, yeni-statüko karşısında gelişigüzel bir birlikteliğe dayalı siyaset üretmenin hiçbir faydası yok. O yüzden, bu yazının hedefi, sol içi “büyük uzlaşı”dan ziyade, doğrudan doğruya parlamenter siyasette yer edinebilecek, federasyon ve çözüm savunusu çerçevesinde gündelik yaşamı şekillendiren talepleri eklemleyebilecek yeni bir solun imkânları üzerine düşünmek. 

III.
Birincisi, ilk yazıda da belirttiğim gibi, olası bir çözüm Kuzey’in tepesindeki dayatmaları tamamen ortadan kaldırabilecek, Kıbrıslı Türklerin varlık mücadelesini kaçınılmaz olarak, kendiliğinden başarıya kavuşturacak bir formül sunmuyor. Dahası, muhtemel bir çözümün yaratacağı kısa erimli rehavet, uzun erimli bir yıkımın zemininin döşenmesine neden olabilir. Özellikle de inşa dönemlerinde siyasetin her zamankinden daha hareketli olmasına ihtiyaç var. Bugün uluslararası tanınırlığı olan, kendi topraklarında egemen birçok devlet, hareket alanları “KKTC” ile kıyaslanmayacak denli geniş olmasına rağmen, aslında başka başka devletlerin etkisi altında, birçok açıdan dışarıya bağımlı… Yani kendi ayakları üzerinde durabilecek toplumsal ve kurumsal bir yapıya kavuşmuş değil. Üstelik mevcut halde kabuk değişimine giren statükocu odaklar, çözüm sonrasındaki denkleme uyum sağlayabilecek bir esnekliğe sahip. Yani Türkiye’yle Kıbrıslı Türkler arasındaki tabiiyet ilişkisi, çözümden sonra “kendiliğinden” ortadan kalkmayacak. Su projesindeki yaklaşım, olası bir elektrik projesinin mahiyeti üzerine yapılan tartışmalar ve çözüme yaklaşılan (ya da yaklaşıldığı iddia edilen) bir dönemde bile koordinasyon ofisi dayatması bunun açık göstergelerinden… O halde, “evimizin önünü temizleyelim” şiarına tutunanlara, basitçe “öyle değil böyle temizleyelim” şeklinde cevap vermenin koşullarını aramak yersiz. Buradan hareketle, bu dizinin ilk yazısında yaptığım gibi, parlamenter yeni bir solun varlık gösterebilmesine imkân sağlayacak “zemin”e dair önerilerimi, beş temel madde vasıtasıyla açıklamaya çalışacağım.

1) Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasında kalıcı barışın sağlanmasını net bir hedef olarak belirlemek, bunu da hem aşağıdan yukarıya hem de yukarıdan aşağıya doğru örgütlemek gerekiyor. Yani aynı anda hem doğrudan doğruya tabanın inisiyatif almasına, hem de siyasi zekâsı yüksek kadroların çizeceği gerçekçi ve akılcı bir stratejiye ihtiyaç var. Bu süreçte, Kıbrıs’ın kuzeyinde yıllar içinde gelişen kendine özgü koşulları doğru saptamak ve kültür temelli mücadeleyi emek sömürüsünü gözeterek ama oraya da hapsolmadan yürütmenin imkânlarını zorlamak da zaruri. Kıbrıs’a dair yapısalcı okumalar, tahlile dönük “kolaylık” sağladığı gibi, çoğu zaman bir tür “kolaycılığa” savrulmanın yolunu da açabiliyor.

2) CTP’ye artık bir “eşik” muamelesi yapmaktan, CTP tabanını CTP’yle mücadeleye odaklanarak kazanmaya çalışmaktan vazgeçilmeli. Çünkü bu da bir tür kolaycılığın kapısını aralıyor ve solu CTP’nin bağımlı değişkeni haline getiriyor. Mevcut haliyle CTP, zaten aşılması çok da zor olmayan bir eşik ve HP’nin “sağcı olduğunu” kanıtlamaya çalışmak yetmediği gibi, CTP’nin “solcu olmadığını” kanıtlamaya çalışmak da anlamsız. Daha doğrusu, parlamenter siyaset bakımından bu çabanın oya tahvil edilebilmesi mümkün değil. Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyinde toplumsal kampları, muktedir ve mağdur ilişkisini belirgin kılabilecek, farklı talepleri kendine eklemleyebilecek çatıyı, tek başına “sağ” veya tek başına “sol” olma iddiasından hareketle kurmanın olanağı yok. Bu mümkün olsaydı, muhtemelen CTP bunda başarılı olurdu ve değişim sancıları da çekmezdi. Bugüne kadar sırtını kaba milliyetçiliğe yaslayan sağın daha rafine gelmesi, solu da daha rafine bir tarzla hareket etmeye zorluyor. Bunun manası, HP’ninki gibi ikili bir dil kullanmasının kaçınılmaz olduğu değil; statükonun (ve muhtemel bir barış ikliminin) gündelik hayatla ilişkisinin daha belirgin kılınması ve “anlamlı” hale getirilmesi...

3) HP’ye olan ilgi, tribünlerden izlenilen bir oyuna dönüşen çözüm süreci karşısında, Kıbrıslı Türklerin muhtemel bir çözümsüzlükte her şeyin yerle yeksan olmayacağına inanma ihtiyacından kaynaklanıyor. Evet, maalesef, bu fazlasıyla ciddiye alınması gereken bir “ihtiyaç” ve UBP bu ihtiyaca cevap veremiyor. CTP’nin tabanı ise ağırlıklı olarak federasyona dayalı çözümü arzulayan ve UBP tarzı statükoculuk karşısında kendisine başka bir odak bulamayanlardan oluşuyor. Siyasal denklem HP’nin etkisiyle eski basitliğinden çıkıp karmaşıklaştığı ölçüde, CTP’nin dönüşüme zorlanmasının bir nedeni de bu. Ancak, şu da var: HP de dâhil olmak üzere, bu partilerin hiçbiri henüz oyuna “müdahil” değil. Mevcut ve “muhtemel” skora en uygun şekilde vaziyet almanın, skoru “kısmen” etkileyebilmenin yollarını arıyorlar. Oysa yeni bir oyun kurmanın ya da oyunu yeniden kurmanın araçları bulunabilir. Yukarıda sözünü ettiğim ihtiyacı, “çözüm olmasa da yaşanabilir” tezi yerine, çözüme ve statükoyu yenmiş bir Kıbrıs’a dair bir tahayyülle karşılamak mümkün.


4) Kıbrıs’ın kuzeyinde, çok da anlam veremediğim şekilde, siyasetin profesyonelleşmesine ve teknik bilginin siyasete katkı sunmasına ilişkin olarak fazlasıyla olumsuz bir algı var. Oysa ambargolardan ve dayatmalardan arınmış yeni bir ekonominin inşasından tutun da, sosyal devletin inşasına kadar her alan siyasetin kapsama alanında ve teknik donanım, çözüme dönük tahayyülü besleyecek, güçlendirecek şekilde siyasete katkı sağlayabilir. Öte yandan, profesyonelleşme, teknokratların siyasete hâkim olması anlamına gelmek zorunda değil. Siyaset tek başına genel kabullerle yürütüldüğü zaman, örneğin kooperatifçilik gibi bir konu bile sosyal medya hesaplarında yapılan yorumlarla, el yordamıyla kotarılmaya çalışılıyor. Su tartışmalarının alevlendiği dönemde bu yaşandı.

5) Müzakere sürecine dair ister iyimser, isterse kötümser bir yaklaşım söz konusu olsun, açık olan şey şu: Müzakereler, başarıya ulaşsa da ulaşmasa da, parlamenter siyaset bağlamında üstünden kolayca atlanamayacak, dönüşümü kaçınılmaz kılacak sonuçlar doğuracak. O halde, olumlu ya da olumsuz her türlü gelişmeye hazırlıklı olmak ve aynı anda her türlü vesayete ve dayatmaya karşı “inşacı” bir sınır hattı çizebilecek, farklı talepleri statükoyla mücadele bağlamında eklemleyebilecek ve sürdürülebilir barışa odaklanan parlamenter bir solun imkânları üzerine düşünmek gerekiyor. En başından beri, bu yazının temel derdi de bu. Bu konu üzerine düşünmeye, ilerleyen sayılarda da devam edeceğim.

Bu haber toplam 1651 defa okunmuştur
Gaile 387. Sayısı

Gaile 387. Sayısı