1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kendi Yurdunda Sürgün Olmak
Kendi Yurdunda Sürgün Olmak

Kendi Yurdunda Sürgün Olmak

Kendi Yurdunda Sürgün Olmak

A+A-


Tufan Erhürman

Üzerlerinde ne kadar düşünsem, ne kadar yazıp çizsem peşimi bırakmayan konular vardır. Kundera’nın sözcükleriyle “bize yakın olan şeyin yabancıya dönüştüğü süreç” de bunlardan biri. Önce entelektüellikten söz ederken  (1) uğraştım bu süreçle, daha sonra güney göçmeni Kıbrıslı Türklerin hâllerini yazarken. (2)

On üç yıllık Ankara macerasının ardından adaya avdetimin bende yarattığı etkiye kafayı taktığım bu günlerde dönüp dolaşıp yine aynı konuya geldim.

Truva Savaşı’nın kanı revanı içerisinde her bunaldığında evinde olmanın hayalini kuran Odisseus için Ithake’nin hasretiyle yanıp tutuşmak, Ithake diye bir yer bulunmadığını kabul etmek zorunda kalmaktan evladır herhâlde! Oysa uzun bir ayrılıktan sonra evine dönmeye karar veren insan için artık ev diye bir yerin olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek mukadderdir. Mehmet Yaşın’ın dizelerini hatırlayarak söylersem, aslında demir atılacak bir liman yoktur bu yolculukta. Ithake diye bir yer yoktur. (3) Yurduna dönmeyi reddedenlerin bir çoğu tam da bu gerçeği fark ettikleri için düşmemişlerdir yola. Bir yerlerde istediğiniz an dönebileceğiniz bir ev olduğunu hayal etmek, hatta hasret şarabıyla ağır ağır demlenerek hüzünden keyif devşirmek, elbette dönüp de o evin yerinde yeller estiği gerçeğiyle yüzleşmekten daha kolaydır.

Göçmenin duygularıyla, uzun bir ayrılıktan sonra eve dönmeye kalkanın duygularını şu sözcüklerle karşılaştırır Kundera:        
“Göçmenlik yalnızca kişisel açıdan bile güç bir iş: Her zaman özlem acısı düşünülüyor; ama en kötüsü yabancılaşmanın verdiği acıdır; Almanca die Entfremdung sözcüğü söylemek istediğimi daha iyi açıklıyor: Bize yakın olan şeyin yabancıya dönüştüğü süreç. Göçülen ülkeye karşı Entfremdung çekilmez: Orada tersinedir süreç: Yabancı olan yavaş yavaş yakın ve önemli olur... Yalnızca uzun bir ayrılıktan sonra anayurda geri dönüş dünyanın ve varoluşun özdeksel özgünlüğünü ortaya çıkarabilir”. (4)

En öğretici, en hakiki ama aynı zamanda en acıtıcı sürgün budur işte. Çünkü Said’in deyişiyle “sürgün, bir insanla doğup büyüdüğü yer arasında, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında açılan onulmaz gediktir. Özündeki kederin üstesinden gelmek mümkün değildir”. (5)

Hakiki sürgünde, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında açılan onulmaz gediği elbet bir gün o yuvaya dönüleceği hayaliyle dahi doldurmak mümkün değildir. Çünkü artık dönüş adı verilen yolculuk gerçekleşmiş ve dönülecek bir yerin kalmadığı görülmüştür. Dolayısıyla bu gedik, Said’in deyişiyle “onulmaz” bir gediktir.

İlk kez Erdal Atabek’in kitabında rastlamıştım “kendi yurdunda sürgünsün” sözüne. (6) Daha sonra bu sözün Necip Fazıl’ın 1926’da yazdığı “Aynadaki Hâlime” adlı şiirin bir dizesinde geçtiğini öğrendim.
    
“Eğri dallar gibi hâlsiz, yorgunsun,
Birikmiş sulardan daha durgunsun,
Görünmez bıçakla içten vurgunsun,
Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm”

dizeleri nasıl da güzel anlatıyor Said’in sözünü ettiği o üstesinden gelinmesi imkânsız kederi!
İşte umudu bu kederden devşiriyorum ben bugün. Böyle bir keder hasta edebildiği gibi kişiyi, insan-ı kâmil de kılabilir. Bu kemâle erme imkânını en güzel anlatan, on ikinci yüzyılda Saksonya’da yaşamış keşiş St. Victor’lu Hugo’dur sanırım:
“Memleketini güzel bulan insan daha yolun başındadır, her yeri kendi yurdu gibi gören insan güçlüdür; ama bütün dünyayı yabancı bir ülke gibi gören insan mükemmeldir. Yolun başında olan ruh, sevgisini dünya üzerindeki tek bir noktaya sabitlemiştir; güçlü insan sevgisini her yere yaymıştır; mükemmel insan ise sevgisini söndürmüştür”. (7)

Sanırım umut, yurt sevgisini tamamen söndürmüş insandadır bugün. O insandır ki, nerede olursa olsun, bulunduğu ortama bir yabancının mesafesiyle, eleştirel gözle bakmayı, onu dönüştürmenin yollarını aramayı, “yurttaş”lığı sevgiyle ya da aidiyetle değil, bir ülkeyi paylaşmakla açıklamayı, ülkeyi paylaşan herkesi eşiti kabul etmeyi ve eşitleriyle birlikte daha güzel bir dünya için mücadele etmeyi başarabilecektir.

Hani “ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın” derdi ya Murathan Mungan Yeni Türkü’nün şarkılaştırdığı şiirinde, belki de “ne dışındayım çemberin ne de içinde yer alacağım” diyenler, çemberin dış çizgisinde durup, hem içeridekilere hem dışarıdakilere temas etmekle birlikte her ikisine de yabancının mesafesinden bakmayı bilenler, her yerde (ve tabii kendi yurdunda da) sürgünde olanlardır bugün umudu taşıyanlar. Sanırım bu konu üzerinde biraz daha düşünmekte fayda var!  

Bu yazı 25 Mart 2012’de yine adres kıbrıs’ta yayınlanmıştı.

 

--------------------------------------------

(1)Tufan Erhürman, “Entelektüelin Ahlakı: Arafta Yaşamak”, Kıbrıs’ta Akıl Tutulması, Lefkoşa, Işık Kitabevi Yayınları, 2007, s. 49 vd.
(2) Tufan Erhürman, “Kıbrıslı Türkler Sürgünde Ölecekler”, Kıbrıslı Türklerin Hâlleri, Lefkoşa, Işık Kitabevi Yayınları, 2011, s. 174 vd.
(3) “Demir atacağın bir liman yok bu yolculukta/ İthake diye bir yer yok”. Mehmet Yaşın, “Ithake Yok”, Sevgilim Ölü Asker, İstanbul, Cem Yayınevi, 1985, s. 135.
(4) Milan Kundera, Saptırılmış Vasiyetler, çev. Özdemir İnce, İstanbul, Can Yayınları, 1995, s. 78-79.
(5) Edward Said, “Kış Ruhu”, Kış Ruhu, çev. Tuncay Birkan, İstanbul, Metis Yayınları, 2000, s. 28.
(6) Erdal Atabek, Kendi Yurdunda Sürgünsün, İstanbul, Altın Kitaplar, 1993.
(7)  Said, “Kış Ruhu”, s. 41.

Bu haber toplam 3240 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 189. Sayısı

Adres Kıbrıs 189. Sayısı