1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kayıplar ve Kayıp Yakınları
Kayıplar ve Kayıp Yakınları

Kayıplar ve Kayıp Yakınları

Kayıplar ve Kayıp Yakınları

A+A-


Leyla Kıralp

Gerek 1974, gerekse daha önceki yıllarda, ülkemizde yaşanan şiddet ve savaş süresince binlerce sivil Kıbrıslı yaşamını yitirmiştir. Bu insanların bir kısmı topluca katledilmiş, bir kısmı ise tek tek yoldan belden kaçırılarak katledilmiştir. Cesetleri ise ortadan kaybedilmiştir. Aradan yarım asırlık bir süre geçmesine rağmen pek çoğunun cesetlerine ve gömülü oldukları yerlere halen ulaşılamamıştır.

Ölüm insanın sevdiği bir kişiden fiziken ayrılmasıdır. Bu ayrılıkta ölenin bir mezarı, bir mekânı vardır. O mezarı ziyaret ederek teselli bulmaya çalışırsın. Ama kayıplar için bu mümkün değildir. Ayrılık hem fiziki, hem de mekânsal boyuttadır. Sevdiğin insanın nerede öldürüldüğünü ve nerede gömülü olduğunu bilmeden yaşarsın. Umutların her gün yeniden söner, umutsuzlukla ve içinde günden güne alevlenerek büyüyen bir kederle baş başa kalırsın. Ömrün derin bir acıyla mücadele ederek geçer. 

Yıllar sonra, “Kayıp Şahıslar Komitesi” seni arar ve gelen haberle yeniden alt-üst olursun. Ve o gün, tam anlamıyla sözün bittiği gün, küçücük bir kutu içerisinde, sevdiğin insanın katliamdan ve uzun yılların yıpratmasından arda kalan kemik kırıntılarını sana teslim ederler. Küçücük bir kutu, küçücük bir kilit, küçücük bir anahtar...
Artık bir mezarı, bir mekânı vardır yıllar önce kaybettiğin sevdiğinin. 41 yaşayamadığın yası yaşamaya başlarsın. Sadece ailen yanında olur. Devlet denilen aygıtın ne bir milletvekili, ne bir bakanı, ne bir psikoloğu yanındadır. Devlet denilen yapının hiç bir makamı, bir kayıp şahsın yakını neler yaşar, nasıl yaşar diye merak edip de gelip kapını çalmaz. Eğer yeterince bilinçliysen kendi imkânlarınla bir psikoloğa başvurur, destek alırsın. Aksi halde ya psikolojik hasta olursun, ya da fiziksel bir hastalık geçirirsin.

O küçücük kutuyu defnettiğin mezar taşındaki fotoğrafla göz göze gelirsin mezarı her ziyaret edişinde. Ama konuşamazsın, yaşadıklarını anlayamazsın. Sadece o mezar taşındaki fotoğrafın gözlerine bakmakla yetinirsin. 41 yıllık bekleyişin ardından artık nerede olduğunu bilirsin. 41 yıl yaşadığın travma biter mi? Bu mümkün mü?
Gün gelir acılarla yaşamayı öğrenirsin. Ve yaşadığın acıların seni esir almaması için mücadele verirsin. Eğer acılara teslim olursan zaten içinde yaşadığın toplumun sana yaklaşımı ile yok olur gidersin. İçinde yaşadığın ganimet toplumu senin için “bu kayıp yakınları da yiyor, içiyor, geziyor, maaş alıyor, keyfine bakıyor” der. Siyasi düzen ise seni koltuk arayışında bir araç olarak kullanmaya kalkar. O da sana destek olmak için falan değil. Sadece hamaset nutuklarında yer vermek için...  Bu toplumun ve bu siyasi çarkın içerisinde bir birey olarak var olman için oldukça zorlu ve amansız bir mücadele vermek zorunda kalırsın. Sesini duyurabilmek için ayakta kalman gerekir. Bu kolay bir süreç mi? Elbette değil. Ama bir birey olabilmek için bunu başarmak zorundasın. Amacına ulaşmakta kararlı olanın bahanesi, mazereti olamaz.

1974 savaşında, genç, hatta çocuk denecek yaştaydım. Binlerce Kıbrıslı kadın gibi... Daha evliliğin ne olduğunu kavrayamadan, savaş nedeniyle bitti ilk evliliğim. İlk eşim Ahmet Mustafa, Dohni köyünden Rumlar tarafından 14 Ağustos 1974 günü esir alınıp götürüldü. Fiziksel ve mekânsal ayrılığımız böylece başladı. Her gün, aslı astarı olmayan bir sürü duyum aldık. Ve günler, hatta aylar sonra Taşkent (Dohni) ve Terazi (Zigi) köylerinden esir alınan toplam 84 kişinin katledildiğini haber aldık. Katledilen 84 kişinin içinde Ahmet de vardı. Katledilmişlerdi, ama nereye gömüldüklerini bilmiyorduk.

Gencecik bir kadının sevdiğini kaybetmesi, daha oturamadığı evi terk etmesi kolay mıydı? Ya hiç bilmediği Maraş’taki bir Rum evine yerleştirilmesi? Ya yeni bir hayata başlaması? Bütün bunlar kolay mıydı? Bunu yaşamayanlar için kolay. Çünkü onlar savaşı ganimet olarak tanıdılar. Ganimetin tadına varanlar savaşın acısını yaşayanların halinden anlayabilir mi?

Bekleyiş! Umut! Umutsuzluk! Acı! Ve 41 yıl!

1974’ten bu yana, devlet denilen bu aygıtın kaç tane Cumhurbaşkanı, meclis başkanı, bakanı ve milletvekili oldu? Hangisi kayıp şahıslar ve yakınlarıyla samimi olarak ilgilendi? Erkekleri bir kenara koyup kadınlara, bilhassa tıp doktoru olan iki meclis başkanına soruyorum. Hanginiz kayıplar ve yakınlarıyla ilgilendiniz? Sibel Hanım 20 Temmuz kutlamalarında en pahalı otellerde resepsiyon verir ama davetinde hiç bir kayıp yakını yoktur. Ya kadın milletvekilleri bunca zamandır kayıp şahıslar ve yakınları için nasıl bir çaba harcadılar? Hele de “kadına şiddete hayır” diyen kadın vekiller? En büyük şiddeti kayıp yakınları yaşamıştır. Hanginiz kayıp yakınlarıyla samimi olarak ilgilendiniz? Ya kadın bakanlar? Hanginiz ilgilendiniz? Kaç kayıp var? Kayıp yakınları nasıl ve nerede yaşıyor? Bunları hiç merak ettiniz mi? Kayıp ne demek? Kayıp yakını ne demek? Bunları biliyor musunuz sevgili kadın vekiller? Kayıp yakını demek girdap içinde nesilden nesle sürüklenmek demektir.

En solcu ve en ilerici siyasilerden M.A.Talat Cumhurbaşkanı oldu. Hangi kayıp yakını ile tanışma ihtiyacı hissetti? Şimdi de Akıncı Cumhurbaşkanı. Görüşme masasına kayıplar ve kayıp yakınlarına dair ne koydu? İki dini lideri bir araya getirdiği gibi iki toplumun kayıp yakınlarını da bir araya getirmeyi düşünüyor mu? Akıncı ve Anastasiadis’in “çözüm masasında” kayıplarla ilgili öncelikli bir belge yoksa bana çözümden yana olduklarından bahsetmesinler. 

5 Eylül 2015’te doğup büyüdüğüm köy olan Larnaka’nın Tatlısu (Mari) köyünde kendi imkânlarımla Kıbrıslı bütün kayıpların anısına bir anıt mezar yaptırdım. Bunu yaptırmak maddi ve manevi olarak kolay bir iş miydi? Değildi, ama başardım. Kimseden tek bir kuruş istemeden, hiç bir parti, örgüt ya da kurumdan icazet almadan tek başıma başardım. Ve açılışına Akıncı’yı, BKP’yi, CTP’yi, TDP’yi, YKP’yi, sivil toplum örgütlerini ve basını davet ettim. YKP dışında hiç bir partiden hiç kimse gelmedi. Gelmedikleri bir yana, çiçek de göndermediler. Basından sadece Sevgül Uludağ geldi ve haber yaptı. AKEL’e internet üzerinden davette bulunmamıza rağmen partinin üç milletvekili geldi ve bir örgüt başkanı geldi. DİSİ çiçek gönderdi. PEO’dan da katılım oldu.

Baf’tan, Larnaka’dan, Lefkoşa’dan, Limasol’dan Kıbrıslı Rum barışseverler geldi. Yanımda oldular, yaptığım etkinliğe destek verdiler. Konuşmacı olarak davet ettiğimiz Niyazi Kızılyürek de yanımızdaydı. Eşim Mustafa ve oğlum Şevki de etkinlik boyunca yanı başımdaydı. Bu etkinlikte bir tatsızlık yaşanmaması için Kıbrıs Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Larnaka Kaymakamlığı, Larnaka polisi ve köy muhtarı Bayan Maria gereken özeni gösterdiler. Hepsine teşekkür ederim.

Orada yaptığım konuşmada “herkesten, ama özellikle yeni köylülerimden bu anıt mezara sahip çıkmalarını rica ediyorum” dedim. Benim için de oradakiler için de duygulu bir gündü. Ben Tüm kayıplar için bu anıt mezarı yaptırmış olmaktan dolayı vicdanen huzurluyum. Bana düşen bir görevi yerine getirdim.
Açılışa gelen herkese, Mağusa’dan katılmak isteyenlere minibüs tahsis eden Mağusa Belediye Başkanı İsmail Arter’e, bilhassa benimle aynı acıları yaşayan ve etkinlikte yanımda olarak anıt mezarın açılışını benimle birlikte yapan Kıbrıslı Rum Bayan Hristina Pavlu’ya ve kayıpların anası Sevgül Uludağ’a teşekkür ederim.
Bitti mi? Biter mi? Hayır. Kayıplar ve kayıp yakınlarının mücadelesi için yola devam!

 

 

Bu haber toplam 2057 defa okunmuştur
Gaile 336. Sayısı

Gaile 336. Sayısı