1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Kayıplar Komitesi yetkililerine çağrı: “Birleşmiş Milletler Finlandiya Kontenjanı GILLFORCE’tan tuttukları kayıtları isteyiniz…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Kayıplar Komitesi yetkililerine çağrı: “Birleşmiş Milletler Finlandiya Kontenjanı GILLFORCE’tan tuttukları kayıtları isteyiniz…”

A+A-

Girne eski Belediye Başkanı Glafkos Kariolu, Kayıplar Komitesi yetkililerine yönelik açık bir çağrıda bulunarak “Birleşmiş Milletler Finlandiya Kontenjanı GILLFORCE’tan tuttukları kayıtları isteyiniz” dedi.

Kariolu, sosyal medyada yaptığı çağrıda şöyle yazdı:

“20 veya 22 Temmuz ile 14 Ağustos 1974 tarihleri arasında 26 tane Birleşmiş Milletler askeri, Girne’de Castelli’nin Dome Oteli’nden çalışmalarını yürüttüler ve gerek Girne kenti içerisinde, gerekse civar köylerde görev yaptılar.

Birleşmiş Milletler gücü 26 tane profesyonel askerden oluşmaktaydı, bazıları çok iyi eğitimliydi ve bunlara GILLFORCE denmekte idi. Bu BM gücünün çok ayrıtılı kayıtlar tutmuş olmaları kuvvetle muhtemeldir ve bu askerlerin bazı gömü yerlerini veya daha sonra gömülere yol açacak bir takım olayları görmüş olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Eğer Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün elindeki kayıtları Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetine ve Kayıplar Komitesi’ne vermesi 40 seneden fazla bir süre aldıysa, Türkiye’nin TÜM kayıplara ne yaptığını açıklamasını nasıl bekleyebilir insan?? Ne yazık ki BM Barış Gücü’nden Major Gill 2016 yılında vefat etmiştir ancak ya geriye kalan GILLFORCE askerleri? Bunların isimleri nedir? Şimdi nerededirler? Nasıl yardım edebilirler. Cikos mevkiinde konuşlanmış olan Finlandiya kontenjanı kimlerden oluşmaktaydı? Şimdi nerededirler? Bunların tuttukları kayıtlara ne olmuştur? Bu askerler hala hayatta mıdır? Bunlar bazı gömülere tanık olmuş muydular? Belki de bunları araştırmak, Kayıplar Komitesi için “full-time” (“tam zamanlı”) bir iş olabilir… Benim Kayıplar Komitesi ile Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na naçizane önerim, Birleşmiş Milletler’den Finlandiya Kontenjanı’nın, GILLFORCE’un ve Kıbrıs’ta 20 Temmuz 1974 ile en azından 20 Temmuz 1977’ye kadar Kıbrıs’ta görev yapmış tüm BM birliklerinin kayıt defterlerini istemeleridir…”

 


 

OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…

“Bazı Kıbrıslıtürkler Ayvasıl’dan kaçarken, babama ateş açtıydı…”

Kıbrıslı Maronit okurlarımızdan Antonis Kassapis, Ayvasıl’dan Aralık 1963’te Kıbrıslıtürkler’in kaçışını anlattığımız eski bir yazımız üzerine bu konuda babasının yaşamış olduğu bir olayı paylaştı. Antonis Kassapis, şöyle yazdı:

“23 Aralık 1963’te babam iki gençle birlikte Şillura ana yolundan Ayvasıl’a doğru gitmekteydi, Lefkoşa havaalanına giderek eşiyle balayına gitmiş ve Kıbrıs’a dönmekte olan amcamı karşılayacaktı…

Şillura’nın kilise binasını geçer geçmez, Kilise ile köyün Kıbrıslıtürk okulu arasındaki tarlada duran bir grup Kıbrıslıtürk babamın arabasına ateş açmıştı. Kurşunlar arabanın bütün camlarını parçalamıştı fakat mucize eseri kimse yaralanmamıştı… Fakat araç yoldan çıkarak, okulun gancellileri yakınındaki hendeğe düşmüştü…

Araçtakiler birkaç dakika hareketsiz öylece oturmuşlardı. Açılan ateş devam ediyordu ve bu yüzden araçtan dışarı atlamak zorundaydılar, başka seçenekleri yoktu. Araçtan ilk çıkan ellerini havaya kaldırıp “Silahımız yoktur, Arkadaşınızız” diye bağırmış fakat açılan ateş devam etmiş, onlar da tüm güçleriyle koşmaya başlamışlardı, Ayvasıl’dan kaçan diğer Kıbrıslıtürkler’in gittikleri yönün tam tersine bir yöne doğru koşmuşlardı…

Sonuçta Ayvasıl’a varmışlardı ve orada kendilerini silahlı Kıbrıslırumlar karşılamıştı. Önce onlara silah kullanıp kendileriyle birlikte savaşıp savaşamayacaklarını sormuşlardı. Babam ve yanındakiler de onlara kendilerinin silah kullanmayı ve savaşmayı bilmediklerini söylemişlerdi. O günlerde babam 29 yaşında bir öğretmendi, diğer iki kişi de ergen yaşlarda gençlerdi. Ayvasıl’dan alınarak yakınlarda Yerolakko polis karakoluna götürülmüşlerdi. Burada beklemek zorunda kalmışlardı, ta ki kendi köylerine, Maronitler’in köyü olan Kormacit’e dönebilsinler…

Bu arada Kormacit’e üçünün de vurulmuş olduğu haberi gelmişti ve herkes onları öldü diye kabul ediyordu. Babamın annesi olan nenemin çığlıklarını hatırlıyorum… Çok sayıda insan toplanmıştı. Ben henüz yedi yaşındaydım ve diğer küçük kardeşlerimle birlikte bizi anneannemin evine götürmüşlerdi.

Daha sonra daha doğru bilgiler gelmeye başladı ve bizimkilere bir şey olmadığı ve mümkün olan en kısa sürede Kormacit’e dönecekleri haberi geldi.

Köye ertesi günü dönebilmişlerdi…

Onların sağ salim dönüşleri inanılmaz bir rahatlama getirmişti bize…

Annem ve babam 1974 sonrası da Kormacit’te kaldılar… Enklavdaydılar ve bugün hala orada yaşıyorlar…

Bu ateş açma olayından yaklaşık 30 yıl kadar sonra babam bir grup Kıbrıslıtürk’le birlikte oturuyordu ve ansızın bu ateş açma olayından söz açıldı… Babam, konuştuğu ve bu olayı anlatmakta olduğu Kıbrıslıtürk’ün, aslında kendine ateş açan Kıbrıslıtürk olduğunu kavradı!

Bu Kıbrıslıtürk babama, “Öğretmen efendi, sen çok şanslı birisisin” dedi. “Makineli tüfeğim vardı ve sana ateş ediyordum, tutukluk yapınca ateşi kestiydim… Ondan sonra da daha küçük silahlar kullandık…”

Bu korkunç olaya karışan bu iki insan konuşmayı sürdürdü, dost oldular ve birbirlerine karşı iyi davrandılar…

Yine de Aralık 1963’te birbirini hiç tanımayan bu iki insandan birisi, ötekisini öldürmeye çalışmıştı… O günlerin deliliği işte buydu…”

Antonis Kassapis’e paylaştığı bu hatıra için sonsuz teşekkürler…

 


DÜZELTME:

Dünkü sayfamızda Aytotoro’nun Çayönü olduğunu yazdık. Bu yanlışımızı bir okurumuz, Ülgen Gülnihal hanım düzeltti. Aytotoro, Çayönü değil Çayırova’dır. Düzeltir, bu hata nedeniyle okurlarımızdan özür dileriz.


BASINDAN GÜNCEL…

 “Hollanda'da Nazi işgali sırasında 'kurtarılmak için kaybedilen' Yahudi kızın hikâyesi…”

naz.jpg

1942 yılında Hollanda’nın Lahey kentindeki bir evin kapısı, bir yabancı tarafından çalındı.

8 yaşındaki bir kız çocuk, güvenliği için bu yabancının ellerine verilecek, başka bir şehre götürülecekti. Annesini de babasını da bir daha göremeyecekti.

Lien de Jong, Yahudi bir ailenin tek çocuğuydu. Nazi işgalindeki bu şehirde hayatta kalması için, annesi ve babasının zor bir karar vermesi gerekiyordu. Onu kurtarmak için, onu kaybetmek zorundalardı.

Lien’in ailesi, önce kıyafetlerinin üstündeki sarı yıldızları söktü, sonra onu saklamaları için Yahudi direnişçilerin yeraltı ağının ellerine verildi.

Annesi Lien’in montunun cebine bir not iliştirdi ve kızının evinden, ellerinden alınmasını izledi.

Küçük kıza sahip çıkacak kişiye, notunda şöyle sesleniyordu:

“Sizi tanımıyorum ama benim gözümde, sahip olduğum tek çocuğu büyütecek, ona anne ya da baba olacak kişisiniz. Koşullar onu benden ayırdı. Umarım bütün iradeniz ve bilgeliğinizle ona iyi bakarsınız.”

Lien’in hikayesi Ağustos ayında, Oxford Üniversitesi’nden Prof Bart van Es adlı akademisyenin kitabıyla açığa çıktı.

Kitap, Yahudi olmayan direnişçilerin Nazilerden sakladığı yaklaşık 4 bin Hollandalı Yahudi çocuktan biri olan Lien’in yaşadıklarını anlatıyor.

Yazar Bart van Es’in, Lien’le kişisel bir bağı da var. Van Es, kızı korumak için hayatını tehlikeye atan kişinin torunu.

Lien’in hikayesi Ağustos ayında, Oxford Üniversitesi’nden Prof Bart van Es adlı akademisyenin kitabıyla açığa çıktı.

Kitap, Yahudi olmayan direnişçilerin Nazilerden sakladığı yaklaşık 4 bin Hollandalı Yahudi çocuktan biri olan Lien’in yaşadıklarını anlatıyor.

Yazar Bart van Es’in, Lien’le kişisel bir bağı da var. Van Es, kızı korumak için hayatını tehlikeye atan kişinin torunu.

Yahudileri yakalayanlara para ödülleri verildiği o günlerde, Hollanda polisinin Yahudi mahallelerini basma konusundaki istekliliğini “ahlaki bir başarısızlık” olarak niteliyor, Van Es.

Lien ise, kendi acı deneyimlerinden aldığı dersle ilgili “Sıradan insanların hem kötü hem iyi şeyler yapabildiğini öğrendim” diyor.

İhanet

Tarihi belgeleri araştıran Van Es, Yahudilere yardım ettiği düşünülen bazı kişilerin aslında direnişçilere ihanet ettiğini de öğrenmiş.

Nitekim yeraltından gazete dağıtan, direnişçilerden biri gibi kendisini gösteren bir kadının aslında Yahudi aileleri gizlice ölüme yollayan bir ihbarcı olduğu ortaya çıkmış.

Van Es, çok sayıda Hollandalı direnişçinin yakalanırlarsa kaçırılacaklarını ya da öldürüleceklerini bile bile Yahudileri kurtarmak için “muhteşem bir cesaret” örneği gösterdiğini söylüyor.

Çok sayıda Hollandalı kadın, Alman askerlerle ilişkileriden olduğunu iddia ederek bazı Yahudi çocukları koruma altına almış, evlat edinmiş.

Bu kadınlardan bazıları, yaptıkları ortaya çıkınca kendi toplumlarına ihanet etmekle suçlanmış, aşağılanarak dışlanmışlar.

Başka bir erkek ise, hem çalışıp hem gizlediği Yahudi çocuklara bakmak için yeterli zamanı ayıramadığı için kendi parmağını koparıp işinden hastalık izni alarak çocuklarla vakit geçirmiş.

Kimi Hollandalılarsa, olaya daha fırsatçı yaklaşmış.

Lien, bir gün saklandığı evi basan ve azılı bir Yahudi avcısı olan polisi hatırlıyor.

Savaşın dengeleri değişince, bu polis direnişçilere katılmış ve kahramanca Nazilere karşı savaşıyormuş gibi yapmış. Lien, hiçbir kaçış yolunun güvenli olmadığını, Yahudileri kurtaran herkesin de iyi niyetli olmadığını anlamış.

Saklandığı evlerden birinde koruyucu ailenin bir akrabasının tecavüzüne ve istismarına uğramış.

Savaş bittiğinde ve Naziler yenildiğinde ise, Lien için hiçbir şey değişmemiş.

“Benim için bir gelecek yoktu” diyen Lien, eski hayatının yok edildiğini, yaşadıklarının “hayatta kalanın sonunda eve döndüğü filmlerden” olmadığını söylüyor.

Lien, bugün 84 yaşında. Savaştan kurtulduğunu ama kimliğini bir türlü bulamadığını anlatıyor.

“Savaş bittiğinde tüm ailemin, anılarımın yok olduğunu anlamak uzun zamanımı aldı. Kimsenin ne dediğini dinlemiyordum, her şey bana önemsiz geliyordu” diyor.

Savaş sonrası Hollanda yaralarını sararken, Lien yeni bir hayat kurmakta zorlanıyordu.

Kendisi gibi Yahudi Soykımı’ndan kurtulan, hatta Anne Frank’in eski sınıf arkadaşı olan bir adamla evlenmiş ama hiçbir yere ait olmayan biri gibi hissetmiş kendini. İntihara kalkışmış.

Savaştan geriye kalan tek akrabası da, kendisini öldürmüş.

Sosyal hizmetler görevlisi olmak için eğitim alan Lien, şimdi kendisi gibi kaybolmuş hisseden çocuklarla beraber çalışıyor.

Terapi alan, yaşadıklarını yazan, hatta Auschwitz’i ziyaret eden kadın, böylece geçmişiyle yüzleşmiş. O günlerin hayaletleri de peşini bırakmış.

(BBC – 6.8.2018)

Bu yazı toplam 1818 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar