1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kayıp” edilen torununu ararken, mücadele simgesi olmuştu…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kayıp” edilen torununu ararken, mücadele simgesi olmuştu…

A+A-

Arjantinli şair Juan Gelman 83 yaşında Mexico City'de hayatını kaybetti.

2007 yılında prestijli Cervantes Ödülü'ne layık görülen Gelman, İspanyolca'nın en büyük şairlerinden biri olarak kabul ediliyordu.

Arjantin'de 1960 ve 1970'li yıllarda bir sol kanat aktivist ve gerilla olan Gelman 20 yıldır Meksika'da yaşıyordu. 20'den fazla kitap ve çeşitli gazetelerde düzenli köşe yazıları yazdı. Gelman'ın oğlu ve hamile olan gelini 1970'lerde askeri hükümet tarafından kaçırılmış ve öldürülmüşlerdi.

Resmi rakamlara göre Arjantin'de 1976-1983 arasındaki askeri rejim döneminde yaklaşık 20 bin kişi “kayıp” edildi.  Ancak insan hakları grupları bu rakamın en az 30 bin olduğunu söylüyorlar.

Juan Gelman, 1990 yılında oğlunun cesedini teşhis etti. Oğlu öldürüldükten sonra kum ve çimento ile dolu bir varilin içine gömülmüştü. Gelini Maria Claudia'nın kalıntılarını bulmak ise mümkün olmadı. Fakat 2000 yılında, Maria Claudia'nın kızını, yani öldürüldüğünü sandığı torununu bulmayı başardı. Çocuk Uruguay'da hükümet yanlısı bir aileye teslim edilmişti.

Dede ile torunun bir araya gelmesi Arjantin tarihinin “kayıp edilen” insanlarla dolu karanlık tarihindeki en önemli buluşmalardan biri oldu.

1976-1983 arasındaki "kirli savaşın" mağdurlarından yalnızca 600 kadarı bulunabildi.
(BBC – 16.1.2014)

-----------------------------------------------


Newalaqasaba

“Juan Gelman: Belleğin Gölgesinin Belleği…”

Bülent Kale – Haziran 2012

“Hayatımdaki en büyük onur” diyordu Arjantinli şair Juan Gelman doğduğu mahallenin (Villa Crespo-Buenos Aires) takımı Atlanta, kulübün kütüphanesine onun adını verdiği için. Latin Amerika’nın hemen hemen bütün şiir ödüllerini alıp ardından 2007 yılında İspanya’nın en büyük edebiyat ödülü Cervantes’i onurlandıran 82 yaşında bir ihtiyar büyük şair olarak söylüyordu bunu.

Sonra şaka yollu ekliyordu: “Ama bana çektirdikleri onca acıdan sonra bunu yapmaları gerekiyordu, bir tür telafi oldu.” Şair Juan Gelman’ın hikayesinin en keyifli kısımlarından biriyle gülümseyerek başlamak istedim.
Juan Gelman Ukrayna göçmeni Yahudi bir ailenin tek Arjantinli üyesi olarak 1930 yılında Buenos Aires’in Villa Crespo mahallesinde doğar. Ailenin diğer tüm fertleri Ukrayna’da ya da yolda doğmuştur. 11 yaşında ilk şiiri yayınlanır. 15 yaşında Komünist Gençlik Birliği’ne katılır. Üniversitede kimya okurken şair olması gerektiğine karar verir ve okulu bırakır.

26 yaşında Komünist Parti’den militan şairlerle ya da şair militanlarla “El pan duro” (Kuru ekmek) isimli şiir okulunu kurarlar. Aynı yıllarda partinin haftalık gazetesinde gazeteciliğe başlar. 1967’de Komünist Parti’den ayrılıp Devrimci Silahlı Güçlere (FAR) katılır. 1975’te örgüt tarafından ülkedeki devlet şiddetini uluslararası kamuoyuna duyurması için Avrupa’ya gönderilir ancak bir kaç ay sonra Mart 1976’da darbe olur.
“Diktatör Videla’nın köpekleri” ülkenin dört yanında Gelman’ı ararlar. Şairi bulamayınca Ağustos 1976’da oğlunu (20) kızını (19) ve altı aylık hamile gelinini (19) evinden alırlar. Kızı bir süre sonra sonra bırakılır. Oğlunun kalıntıları 1990 yılında La plata nehrinin kollarından birinde bir varilin içinde bulunur. Ensesine bir kurşun sıkılmış, varile konulmuş, üzeri çimentoyla sıvanmıştır.

Araştırmalar gelininin Uruguay’a kaçırıldığını, doğuma kadar yaşamasına izin verildiğini, bir kız çocuğu doğurduktan sonra katledildiğini söyler. Gelman, uzun mücadeleler sonucu 2000 yılında torununu bulur. Genç kız gerçek ailesinin soyadını taşımaya karar verir.

Ama adalet kavgası asla bitmez: Gelman, gelininin ve Videla dikatörlüğünün kaybettiği 30.000 çocuğunun kavgasını vermeye devam eder. Adalet ister.

1997’de henüz torunu bulunmamışken verilen “Ulusal Şiir Ödülü’nü alırkenki konuşmasına “Benim için paradoksal bir durum” diye başlamış ve şairliği “belleğin gölgesinin belleği olmak” olarak tanımlamıştı. 2007’de aldığı Cervantes Ödülü törenindeki konuşmasında da belleğin sınırları olmayan engin kutsal bir alan olduğunu belirterek insanın kaçınamadığı, çağrılmadığı halde gelen ya da hiçbir şekilde uzaklaştırılamayan anılarından dem vurur ve “Antigone’ye atıfta bulunarak “ölüleri gömmenin kutsal bir hak” olduğunu söyler: Gelinini ve suçluları, adaleti arar.

Şair 1975’te terk ettiği ülkesine 1988’de dönse de ancak birkaç ay kalır. Sürgündeki 13 yılını Roma’da Paris’te, Madrid’de, New York’ta ve Meksika’da geçirmişti. 1988’den sonra da Meksika’da yaşar.
Dolayısıyla, sürgün, Arjantin, Buenos Aires kaçınamadığı temalardandır. Adalet, bellek, kavga hep vardır şiirlerinde. “Ama şiirin konusu diye bir şey yoktur, her şey şirin konusudur” demeyi ihmal etmez. Beş yüzyıl öncesine giderek Sefaradi İspanyolcasıyla şiirler yazıp günümüz diline uyarladı. İspanyol mistiklerine yaklaşıp “olmayana aşkını” dile getirdi ve şöyle açıkladı durumu: “Tek fark var: onlar için olmayan şey tanrıyken, benim için adaletti.”

 

Devam edecek

Bu yazı toplam 1971 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar