1. YAZARLAR

  2. İbrahim Özejder

  3. Karamsar Olmak
İbrahim Özejder

İbrahim Özejder

Karamsar Olmak

A+A-

 

Hiçbir düşünce ve inanç sistemi karamsar olmayı önermiyor. İçinden çıkılmaz, hatta umutsuz gibi görünen olguların bile ya insan iradesinin doğru yönlendirilmesi ya da güçlü bir inançla aşılabileceği öngörülür.

Ancak gerçekte, inanç ve iradenin çok ötesinde son derece karamsar bir realiteyle karşı karşıyayız. Aklımıza hemen yerel düzeyde yaşadığımız coğrafyanın sorunları; Kıbrıs sorununun bir türlü çözülememesi, siyasi belirsizlik, ekonomik sorunlar, eğitimdeki çöküş, darbeler, darbesavarlar v.s. gelebilir. Ama karamsarlığın asıl sebebi bunlar değil.

Dünya çapındaki savaşlar, ölümler, mülteci krizleri, adaletsizlik, sömürü, yoksulluk, cinsiyet eşitsizliği falan da değil. Bütün bu sorunlar sanki insan iradesi ile çözülebilecek (hatta insanlık tarihinin çözüm deneyimlerine sahip olduğu) gibi görünüyor.

Nedir o zaman insanlığın çözemeyeceği ve bizi karamsarlığa iten sorun? Artık tahmin edebiliriz, çevre sorunu. Ancak meselenin boyutlarını tam anlayabilmek için daha uzun bir tanım yapalım:

Dünya, insan eliyle, insanın ve öteki canlıların yaşayabileceği bir gezegen olmaktan hızla uzaklaşıyor. Sayısız olumlu çevre projesi, temiz enerji modelleri, koruma çabaları tükenişi engelleyemiyor. Hatta bazı bilim insanlarına göre gerekli önlemelerin tümü bugün uygulamaya geçirilse bile, dünyanın tükenişini artık engellemek mümkün değil.

Bu tek başına ciddi bir karamsarlık kaynağı. Ancak esas karamsarlığı yine bazı bilim insanları ileri sürüyor: İnsan denilen canlı türü çevreyi koruma yeteneğinden yoksun. 

Bilim insanları bunu insanın genetik kodlamasına dayandırıyor. Buna göre insanın sahip olduğu genler, birçok toplumsal davranış becerisinin elde edilmesini kolaylaştırabiliyorken, çevrenin koruma becerisine bir katkıda bulunmuyor.

Doktorlar balık öneriyor ama

Bilimsel iddiaları bir yana bırakıp dünyadaki bazı çevresel verilere bir bakalım;
Geçenlerde bir belgeselde görmüştüm, Endonezya’nın ücra adalarından birinde yüzyıllardır geçimini balıkla sağlayan bir topluluk anlatılıyordu. Bu insanlar, eskiden ilkel yöntemlerle deniz yüzeyinin bir kaç metre altında bolca balık avlayabiliyordu. Fakat bugün avlayabilmek için 10 metre daha derine inme ihtiyacı hissediyorlar. Çünkü balık popülâsyonu azalıyor, sadece Endonezya’da değil bütün dünyada.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na göre 1970’ten bugüne deniz canlılarının popülâsyonu % 49 azaldı, yani yarı yarıya. Çünkü daha çok balık yiyoruz, doktorlar, diyetisyenler balık öneriyor. Sayısız balık çiftliğine(ki ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır) rağmen deniz balıkları azalıyor.

Midemizle ilgili olduğu için balıkların azalmasını farkedebiliyoruz, ancak dünyada (insan hariç) bütün canlıların miktarı azalıyor. Canlı yaşamın çok nazik dengelere dayandığını bilim insanları söylüyor ama insanlığın bunu algılayacak dürtüleri yok.

Bazı gelişmiş (özellikle sterilize Kuzey Avrupa) ülkelerin çevreyi çok iyi koruduğu, asıl olarak gelişmekte olan ülkelerin dünyayı kirlettiği iddia ediliyor. Gerçekten de İskandinav ülkelerinde tablo gibi bir çevreyle karşılaşıyorsunuz, yerde bir çöp görmüyorsunuz, doğaya minimum derecede zarara veriliyor. Ancak bu toplumların yaşam tarzları ve beslenme alışkanlıklarının küresel çevreye zarar vermediğini iddia edebilir miyiz? Mesela bu ülkelerin önemli bir rekorunun ne anlama geldiğine bakalım:

Finlandiyalının kahve keyfinin bedeli

Dünya kahve tüketiminde ilk altı sırayı -Hollanda hariç İskandinav ülkeleri alıyor(Sırasıyla Finlandiya, Norveç, İzlanda, Danimarka, Hollanda, İsveç). Peki, bu kahve nereden geliyor? Tropikal ve fakir ülkelerden. Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerikalıların daha çok kahve içmesi için, tropikal ülkelerde daha çok yağmur ormanı yakılıp kahve plantasyonlarına dönüştürülüyor.

Yağmur ormanlarının azalmasının dünya iklim döngüsünü son derece olumsuz etkilediği biliniyor. Peki, kahve içme rekortmeni Finlandiyalıyı (ki Finlandiya dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip ülkesidir) yağmur ormanlarını kurtarmak için kahve içmemeye nasıl ikna edeceksiniz? Böyle bir sorunu, büyük oranda büyüme oranlarına odaklanmış dünya ekonomi camiasının gündemine nasıl sokacaksınız?

Maalesef sayısız bilim kurumu, bilim insanı, teknolojik gelişme, müthiş bilgi birikimi bezeri sorunları çözecek gibi görünmüyor ve bu arada dünya tükenmeye devam ediyor.

Başka karamsar örnekler de verebiliriz; daha fazla et için daha çok orman otlağa çevriliyor(bir hamburger için 3 metrekareden fazla yağmur ormanı kesiliyor); daha çok sebze, daha çok su anlamına geliyor; Hindistan alt kıtasında yeraltı su kaynakları trajik derecede azaldı…

Turizm bacasız mı?

Zararsız gibi görünen ve daha çok zengin ülkeleri ilgilendiren bir başka yaşam alışkanlığına daha göz atalım, turizm: Bacasız ekonomi deniyor. Evet, fabrika bacası yok ama turistleri taşıyan uçaklar, trenler, gemiler, otobüslerin havaya saldığı zehirli gaz fabrikalardan çok daha fazla. Otellerin turiste hizmet aktivitelerinin çevreye ödettiği bir bedel var.

Bütün bunlara toprak, su, hava kirliliği ve küresel ısınmayı daha eklemedik. Tablo yeterince karamsar değil mi? Zaman zaman diyoruz ki bütün bunların sebebi küresel kapitalizmdir. Kapitalizm türü gelişmenin günahları saymakla bitmez elbette. Ancak kapitalizmin tüketim kültürünün insanın temel dürtülerine hitap ettiğini, onları kışkırttığını da unutmayalım. Bir an için kapitalizmsiz bir dünyada yaşadığımızı düşünelim; gelişmekten, gezmekten, balık yemekten, su tüketmekten vaz mı geçeceğiz? Bu nasıl olacak? Çevreyi tüketmeyen bir yaşam projesi var mı? Olsa da küresel insanlığın buna ikna edilmesi mümkün mü?

Tablo yeterince karamsar değil mi?

Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın yürüttüğü araştırma, 1970’den bugüne su altında yaşayan memeliler, deniz kuşları, balıklar ve sürüngenlerden oluşan popülâsyonun yüzde 49 azaldığını gösteriyor

Bu yazı toplam 2470 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar