1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. KADINLARIN ATEŞLE DANSI
KADINLARIN ATEŞLE DANSI

KADINLARIN ATEŞLE DANSI

Tarih boyunca kadınlar mücadelelerini sürdürebilmek için kendi sosyal sınıflarıyla, kökenleriyle ilişkilerini ve dayanışmalarını kesmek zorunda kaldılar.

A+A-

Koral ÖZKORALTAY
(FEMA Aktivisti)
koraltaykoral@yahoo.com

“ Kurtulmak için bir başkasına bel bağlamak, yıkılmanın en güvenli yoludur.”   Simone de Beavoir

“ Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!”  Virginia Wolf

Rüzgarı seviyorum. Bulutların arasında süzülürken  yüzümü okşamasını, tüylerimin arasında varlığını hissettiren itici gücünü seviyorum. Kanatlarımı her çırptığımda özgürleştiğim bu rüzgarı seviyorum ben.

Mekanın olmadığı, zamanın kısıtlanmadığı bu yerde özgürce uçarken keyifliydim. Uçtukça özgürleştim, özgürleştikçe daha uzağa daha hızlı uçmaya başladım. Yeryüzünün karmaşasına inat dingin sınırsız gökyüzüyle, beyazlı mavili yumuşak renkler içinde kendimi kaybedercesine bütünleştim.

Bu düşüncelerle süzülürken aniden göğsümün içinde, en derinde  bir ağrı hissettim. Sebebini bilmediğim bir acıydı bu.  Bu acıyla  gökyüzünde sağa, sola savruldum. Bir ok mu ya da kurşun, neydi benim canımı acıtan?  Artan ağrımla uçmaya çalışırken yavaşlamaya ve aşağılara doğru inmeye başladım.

Yavaşlayıp indikçe, cılız seslerin geldiği bir kara parçasına doğru istemsizce çekildiğimi hissettim. Kanatlarım o yöne doğru süzülerek yaklaşınca, duyduğum sesler yükselmeye, daha belirgin olmaya başladı. Kadınlardan oluşan kalabalığın haykırışlarıydı bu sesler. Bir meydanda toplanan kalabalığı kimler duydu bilemem? Nedenini bilmediğim bir şekilde ben, bu içten haykırışları kalbimin en derinlerinde duydum. İşte o gün, kadınların mücadelesinin en yakın takipçisi olmaya başladım. Sonrasında da dünyanın her yerindeki kadınların seslerine uçup onların seslerine eklenecek yenilerini selamladım.

Gezdiğim yerlerde şahit olduğum her direniş, her mücadele acı bir iz olarak içime düşse de, kadınların inatla haklarını aramalarından gururlanmaya başladığımı farkettim. Varlığından gurur duyduğum acımın artması bana hiç vazgeçmeyen kadınları hatırlatır oldu.

1900’lü yılların başları, kadınların çalışma hayatı içinde yer edinmek için mücadele ettiği zorlu dönemler olarak düşünülebilir. İşte bu zaman diliminde yeryüzüne beni yaklaştıran, yüreğimi acıyla dolduran, bu kadınların sesiymiş meğer. “İş, ekmek, özgürlük, eşit işe eşit ücret, kadın işçi sağlığının korunması, annelik yardımı, bütün kadınlar için oy hakkı, eğitim hakkı, uzun çalışma saatlerinin düzeltilmesi” gibi taleplerin yükseldiği seslerin içinde, kadınların yorgun, ancak kararlı yüzlerini görebiliyor, seslerindeki gücü ve umudu hissedebiliyordum.  Bu sesleri ilk defa duymaya başladığım zaman, içimde başlayan  sızı, her yeni grevle canımı daha da fazla acıtan, ateş parçası gibi içimi yakan bir yangına dönüşür yüreğimde.

1889’da, Londra'da yaşanan Kibritçi Kızlar grevi, 1857'de New York'ta dokuma işçisi kadınların 8 Mart’ı yaratan grevi, 1909'da Manhattan'da 20 bin gömlek işçisi kadının katıldığı grevler… Fabrikalaşan dünyada  evden çıkıp ekonomik gücünü kendi eline alabilmek için mücadele eden, erkeklerle eşit haklardan yararlanmak için haykıran kadınların mücadelesindeki birçok  örnekten birkaçıdır sadece. (1)

Bu kalabalıkların sarsıcı gücünden midir bilemiyorum ancak içimdeki ağrının giderek artmaya başladığını, kanatlarımın ağırlaştığını fark ediyorum  ve yavaşlayıp  dinlenecek yer arıyorum kendime. Geçtiğim yerlerde farklı yüzler, farklı meydanlar farklı kalabalıklarla karşılaşmaya devam ediyorum, Fransa, Almanya, Şili, İngiltere, ABD, Rusya, Afganistan, Suriye, Hindistan, Suudi Arabistan’da ve gücüm olsa da kanatlarımı kaldırabilsem, uçup uzaklara gidebilsem. Kim bilir dünyanın daha nerelerinde bu haykırışların benzerlerini  duyacağım diye hüzünleniyorum..

Büyük bir ağacın yüksekteki dalına konup izlemeye başlıyorum kadınları. Kendileri için nasıl bir mücadele veriyor olduklarını izliyorum.

Kazancını paylaşmayı istemeyen doyumsuz erkek sermaye içerisinde, kendisine yer edinme mücadelesindeki kadınlar yıllardır emeklerinin sömürülmesine karşı durarak isyan ediyorlar. Ben ise bu isyanlarını duydukça destek olmak için her defasında onlara doğru uçup, onların seslerinin gökyüzündeki takipçisi ve en yakından izleyicisi olmak istiyorum. Arsız ve doyumsuz erkek egemen iş dünyasının mücadelesinde, kadınların yanında saf tutuyorum.

Kadınlar haksız ve adaletsiz bir yapı içine sokulup sömürülmeye başlandıklarından beri, mümkün olan her yolla, içinde bulundukları bu durumdan kurtulmak için farklı mücadele biçimleri geliştirdiler.

“ Kadının kendisi dışında kimse, ona özgürlük veremez.” (Doria Shafık)

  Olympe de Gouges, 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yazdığı bildirgede, erkeklerin kadını kendi egemenlikleri altında tutarak devrimle kazanılan özgürlüklerin tadını tek başlarına çıkaracaklarından duyduğu endişe ve korkuları ifade etmişti(2). Bunu yaparak elbette ki bedel ödeyecektir, ancak ciddi ses getiren bu manifesto ile kadın mücadelesine önemli bir iz bırakmış oluyordu.

Tarihte ciddi değişimlere sebep olan ihtilallerin başını örgütlenmiş kadınların çektiğini gördüğümde, şaşırmıyorum. Fransız Devrimi’nin de, Rus Devrimi’nin de tetikleyicisi, kadınlar olmuştur. Ancak bu mücadeleyi omuz omuza verdikleri erkeklerin Fransız Devrimi sonrası gücü kaybetme telaşından dolayı yaptıkları,  akıl alır gibi değildir. Napolyon’un çıkardığı Medeni Kanun denilen şeyle

“Kadınlar bizim malımızdır, biz onların malı değil! (3)” diyerek kadının düzeyinin düşük olduğunu, yani ikinci sınıf vatandaş olduğunu yayınlaması, mücadelenin krala, meclise veya kanuna karşı olmadığını, ataerkil tüm sistemlere karşı mücadeleye bıkmadan devam edilmesi gerektiğini gösterir.

Bu dönemdeki kadınların mücadelesinde  “Doğuştan gelen ayrıcalıkların ortadan kaldırılması ve eğitimden herkesin, eşit olarak yararlanabilmesi” 4 gibi fikirler de öne çıkıyor. Kadın ve erkeklerin eşit oldukları yeni bir dünya için mücadele edenler arasında Jeanne Deroin, Suzanne Voilquin, Claire Démar, Désirée Véret gibi eğitimli kadınlar var. Bir nakış işçisi olan Suzanne Voilquin, Saint Simon’un sosyalist fikirlerinden etkilenerek 1832’de “Özgür Kadın” adlı bir gazete kurmuştu. Kadınlar tarafından çıkarılan bu gazeteye yazan birçok cesur kalem,  yazılarını korkmadan kendi adlarıyla imzalıyorlardı. İsimlerini kullanmaları hakkında, “özel olarak kendilerine ait olan tek şey” olduğunu söylüyorlardı. Onlara göre, “ insanlığın yarısı, diğer yarısı üzerinde egemenlik kurmuşken, eşitlik ve özgürlüğün hiçbir anlamı yoktu.”

 “Herkes için ekmek, herkes için bilgi, herkes için iş, herkes için özgürlük!” talep eden Louise Michel, bu manifestosunu yazmakla beş yıl hapse mahkum edilse de, doğru bildiği yoldan dönmemiş, inandığı yolda mücadelesinden vazgeçmemişti.

Eğitimsiz kalabalık, hayatını olduğu gibi kabullenip var olan erkek egemen düzene teslim olmaya doğuştan hazırdır. Eğitimi erkeğe hak olarak görüp kadının bilgiye ulaşmasını engelleyen birçok uygulama ve örnekle karşılaşıyorum.  Fabrikalarda kadınları düşük vasıflı işçiler konumunda tutarak onları hem daha fazla işletip, hem de erkeklerden daha az ödemeye devam etmenin en kolay bahanesi, eğitimsizlikleriydi. Kadınlar tekstil alanında çalıştığında, “ zaten dikişten anlıyorlar”,  daktilo yazdıklarında “ piyanoya yetenekli parmaklarının marifeti” denerek eğitimi hiçleştirmeye ve hak ettiklerini vermekten çok uzak bir duruş sergilemeye devam ediyorlardı. Bir bakıma bıktırma politikası da denebilir bu duruma. Çünkü eğitim alsanız bile sizin erkekler kadar hakkınız ve maaşınız olmayacak demenin değişik yollarından birini uyguluyorlardı.

Eğitildikçe asileşeceğinden korkulan kadına, okuma hakkı yıllarca verilmemiş, yakın geçmişte Avrupa ve Amerika’da başlayan kızlar için okullarda ise, erkeklerle eşit dersler verilmek yerine, kadınların toplumsal hayattaki rollerine ait becerilerini geliştirici birkaç ders ile okullardaki eğitim geçiştiriliyordu. Bilgiye ulaşmak için bile mücadele etmek zorunda kalan kadınların çakıl taşlarını tek tek biriktirerek inşa ettikleri eğitim köprüsü, bugüne gelene kadar geçen sürede cahillikle mücadelenin en güçlü köprüsü olmuştur.  Özgürlük, bilgiyle gelir, aydınlanarak gelir. Kolay yoldan olmayabilir ancak mücadelenin sağlam ve güçlü olması, bilginin gücüyle sağlamlaşır. Dünyada yayılan kadın mücadelesinin gücü, eğitim hakkını kazanan kadının bilgiye ulaşmasıyla artmıştır.

Emek mücadelesinde, zorluklardan yılmadan hakkını arayabilmek, o dönem kadınları için zor olsa da, vazgeçmeyenler sayesinde ileriki yıllardaki kız kardeşlerine daha kabul edilebilir çalışma şartları kazandırabilmişlerdir.  Kadın emeği, var olan kuralları kabul etmeyip, daha iyisi daha adil olanı için mücadeleyi bırakmayan kadınlar sayesinde görünür oldu.

 “Bugüne kadar bin yılda dört kez ortaya çıkmış bir ışık huzmesi,

Biz kadınların evreninde her yanı kapatmış olan koyu karanlığı yavaş yavaş delmekte,

Biz kadınlar özgürlüğümüzü seviyoruz

Kaldırın şarap kadehlerinizi özgürlük çabalarımız için

Bahşetsin gökyüzü kadın erkek eşitliğini

Kavga için ayağa kalkacağız, evet!

Geliştirelim kendimizi.” ( Wu Zhiying)

Tarih boyunca kadınlar mücadelelerini sürdürebilmek için kendi sosyal sınıflarıyla, kökenleriyle ilişkilerini ve dayanışmalarını kesmek zorunda kaldılar. Bunu yapmaları için çok büyük cesarete ihtiyaçları vardı, çünkü kendi sınıflarının üyeleri onları affetmeyecek ve bunu onlara çok pahalıya ödetecekti. Dedikodu çarkının içinde şeytani tuzakların kurbanı olmamaya çalışarak,  fısıltıların  baş rolünde, kulaktan  dolma iftiraların ölüme bile götürdüğü dönemlerde bu cesur kadınlar,   mücadele yolunda  ciddi bedeller ödemiş, şiddete ve tecavüze uğramış, çoğunlukla da bu bedel hayatlarına mal olacak kadar ileri seviyede olmuştur.

Nefsine yenilenle mücadele eden, dedikodu çarkının dişlerinde sıkışarak sonrakiler için kendini siper eden, yalnızlaştırılan, egoların karanlığında yok edilmek istenen cesur kadınların her biri,  içime düşen bir kor parçası gibi kalbimi yakarak iz bıraktı.  Mücadelenin sesi gitgide çoğalırken içimdeki kor da ateşlendi ve yangına dönerek etrafı sardı.  

Nefsine hakim olan, körü körüne, sorgulamadan bağlanmayan, düşünen, kendini geliştiren, kendine ve başaracağına inanan, hep birlikte hareket edilmesi gerektiğini bilen, yalnız olmayı tercih etmeyen, dedikodu yapmayan ve en önemlisi egosunu eğiten kuşlar Simurg olurmuş.

Simurg, (Zümrüdü Anka) Pers Mitolojisinde ortaya çıkan ve zaman içinde Doğudaki hikaye ve efsanelerde yer almaya başlayan efsanevi bir kuştur. Anka Kuşu olarak da bilinen bu kuş o kadar yaşlıdır ki, dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Bu zaman boyunca Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki, tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur. Bilgi ağacının dallarında yaşar, her şeyi bilirmiş.  Simurg’un tüylerinin bakır renginde olduğu söylenirmiş. Güneş en tepeye çıktığında ve tüm görkemiyle kuru dallardan yaptığı yuvasını yakmaya başladığında, o da yuvasıyla birlikte alev alır, yanarak yok olurmuş. Her seferinde de küllerinden yeniden doğarmış.

Simurg, bilgi demek ve ben bu yıllar boyunca kadınlara ışık olarak bu mücadeleye hayatlarını koyan tüm kadınların toplamı oldum. Her kadın bir deneyim, her kadın bir bilgi ışığı. Tek tek birikip büyük bir yangına dönüşerek karanlığı aydınlatacak ışığımızı saçıyoruz dünyaya. Yangınlar bizi bağlayan, güçlendiren ve küllerimizden yeniden daha güçlü doğuşumuza sebep olan başlangıçlardır. Tıpkı 8 Mart 1857 yılında  New York tekstil fabrikasındaki yangının doğurdukları gibi. Küllerinden doğan kadın mücadelesi gibi, her acı, her yangın bu mücadeleye bir Simurg olur, küllerinden yeniden doğup uçmaya devam eder. Özgürleşmek için!  Eşitlenmek için! Adalet için!…

Kaynakça:

  1. https://www.ekmekvegul.net/bellek/gunun-bellegi-kadin-emeginin-yolculugu
  2. http://www.sinifmucadelesi.net/   Kadınların özgürlüğü için mücadele ve işçi hareketi
  3. Devrimci Kadınlar, Queen of the Neıghborhood Kollektifi

 

 

 

Bu haber toplam 2136 defa okunmuştur
Gaile 473. Sayısı

Gaile 473. Sayısı