1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kadının Erkek Üzerinden Değer Bulması
Kadının Erkek Üzerinden Değer Bulması

Kadının Erkek Üzerinden Değer Bulması

Kadının Erkek Üzerinden Değer Bulması

A+A-


Zehra Şonya
zehra.sonya@gmail.com

Nisan 2015 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde,  yüzyıllardır kadının başına gelen ve hale gelmeye devam eden bir gerçeklikle yeniden yüzleşmek durumunda kaldık. Kadın Cumhurbaşkanı adayının seçim söylemi olarak kullandığı “ "Erkekten ala işler yapan kadın"  sloganı yine kafaları karıştırdı. Yeniden sormak durumundayız. Bir kadının başarısı niye erkek üzerinden tanımlanmakta ve değer bulmakta?  Yaşamın her alanında karşımıza çıkan bu durum yine kadını ikinci plana itip yine erkeğin yapıp ettiklerini ön plana çıkarıp, onaylamak anlamını taşımıyor mu? Kadının hedefi erkek gibi olmak mı? Onu yaptığını yapmak, onun gittiği yoldan gitmek mi? Kadın kendi alternatifini, doğrusunu ortaya koyamaz ve yolunu çizemez mi? Bunu kadından kurtarıp insan veya birey noktasına da getirmek daha doğru olmaz mı? LGBT  bireyleri de unutmayarak, cinsiyet ayrımcılığını da ortadan kaldırarak.

Feminist duyarlılığı olan her bireyin bu konuda söyleyecek sözü vardır muhakkak. Sanatta da durum bundan pek farklı değildir şüphesiz. Yüzyıllardır kadının erkek gibi yaratamayacağı, onda gerçek yaratıcılık gücünün olmadığı bizlere söylenip duruldu. Senelerce kadınlar sanat akademisine alınmadı, nü/çıplak modelden çalışmalarına izin verilmedi. Engelleri aşıp kendini geliştiren her kadının yarattığı başarılı (!) eserler yorumlanırken de; “içine bir erkek kaçtı” veya” erkek bileğine sahip bir kadın” gibi yakıştırmalar ile değerlendirildi. Erkeklerin kadına biçtiği en büyük değerdi bu. Ve kadınlar bu değer karşısında memnuniyet göstermek durumunda idi. Geçmiş günler bize bunu gösteriyor. Ama artık değil…  Olmamalı.

Akdeniz Avrupa Sanat Derneği (EMAA),  Avrupa Birliği tarafından Kıbrıs Sivil Toplumu hareketi programı altında finanse edilen proje çerçevesinde geçtiğimiz aylarda Ahu Antmen’in ‘Sanat Tarihine ve Pratiğine Feminist Yaklaşımlar’ başlıklı seminerine ev sahipliği yaptı. Şu günlerde de yine feminist bir sanatçı olan CANAN’nı ağırlamak üzere. EMAA’nın sanat bağlamında feminizmle ilgilenmesi ise yeni bir olay değil. 2006 da kendi yayını olan EMAA sanat dergisinde de ek bir dosya ile ‘Kadın Mı?’ diye sormuş ve Kıbrıs Türk toplumundaki kadın sanatçılarının üretimlerini de bu gözle irdelemeye çalışmıştı.

Ahu Ahtmen’in de seminerinde belirttiği gibi kadınlara yüklenen kültürel kodlar ve ataerkil yapının dayatmaları sonucunda, cinsiyet ayrımcılığının sanat tarihini nasıl şekillendirdiği; sanatçı kadınların neden ve nasıl yok sayıldığı; ataerkil bir sistem olarak sanat dünyasında ‘sanat’ ve ‘deha’ kavramlarının eril olarak cinsiyetlendirilme süreçleri; belli sanat türleri/üslupları ve üretim biçimleri arasında hiyerarşilerin ideolojik olarak kurgulanması, nedenleri ve sonuçları, feminist sanatçıların seneler öncesinden uğraştığı sorunlar arasında yer alıyor. İlginç olanı,  Antikiteden Rönesans’a çeşitli kaynaklar içinde kadınların üretimine yer verilirken, özellikle 20. Yüzyılın sanat tarihsel kaynaklarda kadınların üretimlerinin unutulma/unutturulma politikalarına maruz kalması ve kadınları yok saymanın, alan dışına itmenin bir biçimi olarak karşımıza çıkmasıdır. Bu durum karşısında kadınların örgütlenmesi ve sanat tarihini ve patriklerini de yapıbozuma uğratılmasıyla elde edilen yeni okuma biçimleri, alternatif sanat tarihi yazılımı, yeni bir sanat dili  ve benzeri yapılarla karşımıza çıkması.  Bu  bağlamda, Linda Nochlin’in 1971 tarihli “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?’’ başlıklı makalesi ve Gerilla Kızlar’ın 1985’de New York sokaklarını donattıkları irrite  edici afişi de unutmamak gerekir.   Gerilla Kızlar  “Kadınların Metropolitan Müzesi’ne girebilmeleri için illa ki çıplak olmaları mı gerekiyor? “ diye sormaktaydılar. Bunu sorma nedenlerinden biri  ise eylemlerini gerçekleştirdikleri sırada New York Modern Sanatlar Müzesi’nde (MOMA) açılan, ‘Uluslararası Resim ve Heykele Bakış’ sergisinde  eseri sergilenen sanatçıların yalnızca yüzde 5’i kadınken, tablolarda resmedilen modellerin yüzde 85’inin kadın olması idi.

Yine Ahu Antmen’in seminerinden yola çıkarsak,  kadın sanatçıların cinsiyet ayrımcılığı ile başa çıkma stratejileri dikkat çekicidir. Bunlardan bazılarını sıralamak gerekirse; sanat üretiminde ‘kişisel’ sayılan olguların  sanatsal pratiğe dönüşümü; bedenin başlı başına bir ifade aracı haline gelmesi ve sanat tarihindeki geleneksel kadın bedeni algısına müdahale edilmesi; anaerkil kültürel yapıların/simgelerin ve kadın tanrıça imgelerinin kullanılması; güzel sanatlar/uygulamalı sanatlar gibi geleneksel ayrımların yıkıma uğratılması; ‘kadınlık’, ‘kadınsılık’ ile ilişkilendirilen malzemelerin, nesnelerin, simgelerin radikal biçimlerde kullanımı, tersyüz edilmesi; arkasında uzun bir tarihsel geçmiş bulunmayan ifade biçimlerinin (ör. fotoğraf, performans, enstalasyon) deneysel biçimlerde kullanılması; geleneksel sanat tarihi ve pratiğinin ilkelerinin ve değerlerinin parodik bir yaklaşımla eleştirilmesi; sanat ve kültür ortamında kadınların temsil edildiği stereotiplerin üzerine gidilmesi, alaya alınması, yapıbozuma uğratılması gibi stratejilerdir.  

Uygulanan ve sonuç alınan böylesi stratejileri iyi okumak ve ders çıkarmak gerekir. Çünkü bu stratejiler ataerkil ve kültürel yapının yapay olarak dayattığı kadın gerçekliğini sarsıntıya uğratmakta, kadına yüklenen görev ve kimlikleri yerinden etmekte ve kadının yeniden öznel ve özerk bir kimliğe, özgürlükçü bir alana evirilmesini sağlamaktadır. Kendi potansiyelinin farkına varması ve kendi yarattığı alternatif bir dünyanın, gerçekliğinin önünü açması da kazanımlar arasındadır.

Cumhurbaşkanlığı  seçimine ve “Erkekten ala işler yapan kadın"  söylemine geri dönecek olursak,  böylesi cinsiyetçi bir söylemin bir kadın adayın seçim sloganı olarak kullanılması cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmak  adına  mücadele eden insanlar  için ne anlam ifade edecektir? Kadınların oylarını hedef almak için söylenmişse; kadınları nasıl bir anlayış veya yönetim biçimi beklemektedir? Böylesi bir söylem kadın olmanın (!) alternatifini ortaya koyma konusunda nasıl bir perspektif çizmektedir? Erkeklerin başarı ölçütü olarak ele alınması, senelerdir Kuzey Kıbrıs’ın siyasal anlamda erk sahibi de oldukları düşünülürse değişim için, yenilik için, daha iyi günler için yeterli veya doğru bir yön, yöntem veya politika mıdır? Kıbrıs Türk toplumunun ihtiyacı olan şu anki yönetim biçiminin, anlayışın doğrulanması ve onaylanması mıdır? Bir adayı diğer adaylardan ayıran ve öne çıkaracak olan değer bu mudur? Veya kadın olmak (!) kendi başına yeterli bir değer veya söylem midir?

Bu haber toplam 1538 defa okunmuştur
Gaile 305. Sayısı

Gaile 305. Sayısı