1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kadın Olmak, Feminist Olmak ve Liberal Feminizm…
Kadın Olmak, Feminist Olmak ve Liberal Feminizm…

Kadın Olmak, Feminist Olmak ve Liberal Feminizm…

Kadın hakları hareketi ve kölelik karşıtı hareket aynı kökenlere sahiptir. Erkek bir köle gibi beyaz bir kadının da kendi adı yoktur ve yasal sahibinin adıyla alınır, mülk ve aile üzerinde herhangi bir yetkisi yoktur

A+A-

 

Özgül Saygun
o.saygun@hotmail.com

                18. yüzyıl feministleri Batı dünyasını çevreleyen devrim ve Akılcılık çağı olarak da bilinen dönemin ruhuyla hareket etmiş ve çeşitli kuramları hayata geçirmeye başlamışlardı. Aydınlanma çağının en önemli düşüncelerinden biri 'insanların doğal hakları' fikriydi fakat bahsedilen 'insanlar' sadece 'erkeklerdi' ve elbette feministler erkeklerin sahip olduğu 'doğal haklara' kadınların da sahip olabileceğini düşünüyordu. 1790 yılında Judith Sargent Murrey, On the Equality of the Sexes (Cinsiyetler Arasındaki Eşitlik Üzerine) adlı eserini yayınlamış ve bunun da öncesinde Amerikan Devrimi sırasında Abigail Adams kocası ulus için yasa yaparken kadın haklarının savunucusu olmuştu. Fransız Devrimi'nden sonra, Eylül 1791'de, giyotinle idamından önce Olympe de Gouges, Les Droits de la Femme (Kadın Hakları) isimli el broşürünü yayınladı. Broşürde Olympe de Gouges basit bir kelime oyunu yapıyordu, Türkçeye İnsanların Evrensel Hakları olarak çevirilen ancak ‘insandan’ ‘erkek’ olarak bahseden bildiride ‘erkek’ kelimesini ‘kadın’ olarak değiştirmişti. Daha sonra Fransa'daki devrim ruhunu İngiltere'de gören Mary Wollstonecraft Ocak 1972'de feminist teori adına en önemli çalışmalardan biri olan A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Savunusu) adlı eserini yayınladı. Sonrasındaysa Wollstonecraft'ın düşünceleri bu dönem içinde birçok kuramcı tarafından tekrarlandı ve geliştirildi.

                Wollstonecraft, kadınların içinde oldukları durumu sahip oldukları aklı, eğitimi ve eleştirel düşünceyi kullanarak farkına varacaklarını öngörmektedir. Wollstonecraft'a göre kadınların bu eğitime ve eleştirel düşünceye ulaşımı erkekler tarafından engellenmektedir. Wollstonecraft'a göre; kadın ve erkek tinsel olarak aynıdır ve aynı aklı yürütebilir 'kadın farklı ya da yanlış akıl yürütürse bu onun eğitimindeki eksiklikle ilgilidir'. Akılcı feminizm eleştirel düşüncenin fiziksel varlığı özgürleştireceğine ve eğitimle kadının erkeğe hizmet etme rolünü reddedeceğine inanmaktadır.

                Sarah Grimke ve bir ampirist olan Frances Wright da farklı felsefi görüşlerine rağmen Wollstonecraft'la aynı düşünceyi savunurlar. Kadının aldatıldığı dünyadan eleştirel düşünce ile kurtulabileceğine inanmaktadırlar. Her birey kuşkuculuk ve kanıt yoluyla gerçeğe ulaşabilir ve kadınlar bu şekilde düşünerek varolan geleneksel önyargının farkına varabilir. Grimke, 19. yüzyılın temel direnişi haline gelen oy hakkını tartışmaya açar ve çalışan kadınlar için 'eşit işe eşit ücret' talebini dile getirir. Fakat ne yazık ki hükümet işlerinin kadınlar için alçaltıcı olduğunu düşünen Viktoryan düşüncenin dışına çıkmaz. Wollstonecraft, Grimke ve Wright'ın ifadelerini daha ileri taşıyan 19. yüzyılın Amerikan Kadın Hareketinin en önemli isimlerinden Elisabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony kadınların birey olarak özgür yaşayabilmesi için temel haklara sahip olması gerekitiğini söyler.

                Kadın hakları hareketi ve kölelik karşıtı hareket aynı kökenlere sahiptir. Erkek bir köle gibi beyaz bir kadının da kendi adı yoktur ve yasal sahibinin adıyla alınır, mülk ve aile üzerinde herhangi bir yetkisi yoktur. Fakat siyah kadın bu noktadan farklı bir yerde durmaktadır. Özgürleşme adına talepleri beyaz kadınlardan daha farklıdır. Beyaz kadına zariflik, ev hanımlığı ve doğurganlık atfedilirken siyah kadınlar siyah erkek köleler kadar çalışıyor ve aynı ücreti almamakla beraber şiddet, tecavüz ve cinayete maruz kalıyordu. Bununla birlikte, Aydınlanmacı Feminist Düşünce genel olarak siyah kadını ve siyah kadın temsilini hareketin dışında bıraktı. Bu nedenle Aydınlanmacı Feminist Düşünce beyaz kadın temelinde ilerledi ve siyah kadınları temsil etmedi.

                1920 yılında yapılan 9. değişiklikle Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kadınlar oy verme hakkını elde etmeyi başarırlar. Fakat buna rağmen feministler arasında 19. yüzyıl kadın hakları hareketi kısmen başarısız olarak nitelendirilir. Oy verme hakkı büyük bir kazanç olsa da kadının bağımlı statüsüne son vermez ve baskının bittiği anlamına gelmez. Oysa göreceli olarak başarılıdır çünkü yüzyılın ortalarında tüm eyaletlerdeki evli kadınlar mal varlığı koruyucu kanunları kabul ettirip evli kadın statüsünde önemli değişiklikler yapar. Öte yandan Aydınlanmacı feminist kuramın en temel problemlerinden biri özel ve kamusal alanı tamamen çözümleme dışı bırakmasıdır oysa aydınlanma teorisiyle beraber kurulan özel ve kamusal ayrımı bugün hala bizimledir. Liberal siyasi teori kamusal ve özel ayrımını o kadar görmezden gelir ki neredeyse onu destekleyecek konuma düşer.

Kadın Temsili ve Temsil Krizi

                Liberal feminizme gelen bir diğer eleştiri ise kadın temsilinin kimi ve neyi temsil ettiği konusuna tam olarak cevap verememesi ve yanıtlarının yetersiz oluşudur. Tarihsel bir mücadeleye işaret eden bir kavram olarak kabul ettiğimiz 'feminizm' ve tarih boyunca sistematik olarak kategorize edilmiş 'kadın' kavramı arasındaki bağ nasıl açıklanabilir? Bu sistematik eziliş içindeki her 'kadın' kendini 'feminist' olarak görüyor mu? Ya da görmeli mi? Kısacası, özellikle ikinci dalga feminizmden sonra gelen tartışmalarla; feminizmin öznesi kimdir?

                 Kadın olmak ve feminist olmak arasındaki mesafe iki açıdan ele alınabilir. Öncelikle, eğer her kadın 'doğal olarak' feminist değilse, 'kadın olmak' ve 'feminist olmak' arasındaki mesafe nasıl oluşmaktadır? Ve, sistematik olarak ezilenin 'kadın' yani 'öteki' olduğu inancıyla, her kadın feminist olmak zorunda mıdır? Feminist hareket içerisindeki deneyimler bize bunun aksini gösteriyor. O halde bu mesafe nasıl açıklanabilir? İkincisiyse, özellikle queer teorinin feminizm içinde tartışmaya açtığı 'biyolojik cinsiyet' ve 'toplumsal cinsiyet' arasındaki mesafedir.  Şüphesiz ki queer teori içerisinden feminizme getirilen bu eleştiri yeni değildir, birinci dalga ve ikinci dalga arasında 1949'da, Simone de Beauvoir, "kadın doğulmaz, kadın olunur" derken tam da bundan bahsetmektedir.

                Queer tartışmalarının içinden yükselen kadın olmak ve feminizm arasındaki mesafe daha sonra tartışılacak ancak öncelikle, ilk soruya geri dönecek olursak, 'kadın' olmak ve 'feminist' olmak arasındaki mesafeyi daha iyi anlamak için Marx'ın 'yanlış bilinç' kavramına başvurabiliriz. Marx, insanların varlığını belirleyen şeyin bilinçleri değil toplumlar olduğunı söyler. Marx'a göre bilinci düzenleyen şey, ekonomik koşullardır, bu nedenle egemen sınıfın düşüncelerini özümsemek 'yanlış bilinç' anlamına gelmektedir. Marksist feminizmden de öte radikal feminizmle geliştirilmiş bir marksizme işaret eden sosyalist feminizm olarak tanımlayabileceğimiz hareketse bu kuramı aynı toplum içerisindeki cinsiyet kategorilerine benzetir. Erkeğin kadın üstünde kurduğu tahakküm burjuva, kadınların ezilme deneyimleriyse proletaryadır. Kadınlar 'erkekle özdeşleşen' ideolojiden uzaklaşıp kendi 'doğru bilinçlerini' geliştirmelidir. Bu bilinçse ancak 1970'li yıllarda devrimci bir hareket içerisinde filizlenen 'bilinç yükseltme gruplarıyla' geliştirilebilir. Özellikle radikal feministler tarafından geliştirilen 'bilinç yükseltme grupları' kadınların kolektif anlayış geliştirmeleri için yapıcı bir yöntemdi. Bir topluluk olarak baskı altında olan kadınlar böylelikle kadınlık deneyimlerini devrimci hareket içinde var edebilecekti. Hedeflerden en önemlisi ise, kadınların ezilmesinin çeşitliliği karşısında öfke ve gerilimin açığa çıkmasıyla eylemliliğin artmasıydı.

                Feminist olmak ve kadın olmak arasındaki mesafe tam da burada ortaya çıkıyordu. Her kadının yaşadığı deneyimle doğru orantıda 'doğal olarak' feminist olması beklenemezdi. Ancak kadınların yaşam pratiklerinin yalnızca kendilerine özgü olmadığını, toplu bir baskı altında olduklarını keşfetmeleri feminist olmak ve kadın olmak arasındaki mesafeyi yakınlaştırabilirdi. Kadın deneyimleri sosyal olarak belirlendiğinden, bir kadının deneyimi kaçınılmaz olarak diğerleriyle benzeşecekti. Deneyim sadece kişisel olan değildi ve sadece kişisel olanla sınırlandırılamazdı, bu da özellikle ikinci dalga feminizmin en temel söylemlerinden olan 'özel olan politiktir' söylemini doğuruyordu.

                Öte yandan, ikinci dalga feminizme sonunda katılan Judith Butler, 1990'larda feminizm içerisinde yükselen tartışmalardan da güç alarak daha farklı ve feminizm içerisinde çığır açıcı bir analizle feminizm içerisindeki 'kadın özneyi' sorguladı. Feminist hareketin siyasi olarak yıllarca evrensel bir 'kadın' kategorisi olduğunu var saydığını söyleyen Butler, 'kadınlar kategorisinin' kendisinin hukuki iktidar tarafından belirlendiğini ve feminist hareket tarafından kullanıldıkça yeniden üretildiğini savunuyordu. Judith Butler feminizm içerisinde yükselen bu seslerin 'kadınlar' kategorisinin kendisinin istikrarlı bir 'özne' olmadığına da işaret ediyordu. Kimlik politikalarının temsili politika içerisinde böyle işlediğini ve buna başvurmadan siyaset geliştirmenin zorluğunu bildiğini söyleyen Butler, aslında feminizm içerisindeki 'biz kimiz' 'hangi biz' sorusuna işaret ediyordu.

                Özellikle 90'lı yıllardan başlayarak feminizm içerisindeki önemli sorulardan biri olan 'biz kimiz' sorusu tam da feminist olmak ve kadın olmak arasındaki mesafeye işaret eder. 'Kadın' olmanın evrensel bir ezilişe işaret etmemesi gerektiğini söyleyen Butler, günümüzde evrensel bir ataerkiden bahsetmenin başarısızlığına değinir. Butler'a göre, evrensel bir ataerkiden ve ezilme pratiklerinden bahsetmemiz zordur çünkü evrensel bir toplumsal cinsiyetler analizi farklı ülkelerdeki cinsiyetlilikleri açıklayamaz. Bu nedenle bir söylem içinde 'evrensel bir kadın olgusundan' bahsetmek yetersiz ve eksik kalacaktır.  Farklı ezilme ve baskı araçlarının bilincinde olan ve değişikliği kabullenen bir siyasi hareket daha yerinde olacaktır. Bu nedenle kadın olmak ve feminist olmak arasındaki mesafe bir kez daha sadece cinsiyet üzerinden değil yaşam pratikleri üzerinden kurulacaktır.

                Toplarlayacak olursak, yukarıda bahsedilen her bir konu kendi içinde daha da açılıp tartışılabilecek konulardır. Ancak, özetle, kadın ve feminizm arasındaki mesafe "kadın mitinin" ne anlama geldiğini anlayarak ve daha çeşitli bir mücadele yolu seçerek kapatılacaktır.

 

Bu haber toplam 22022 defa okunmuştur
Gaile 446. Sayısı

Gaile 446. Sayısı