1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. İp üzerindeyiz
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

İp üzerindeyiz

A+A-


Marketteki kıza “nerelisin” diye sordum, Moldovyalıydı.
“Bu turşu çok güzel” demişti, “Buraya gelince sevdim.
Bikla almıştım.
Turşunun sirkeden çıkarak tuzlu suya girdiği zamanlarda bunu duyduğuma mutlu olmuştum.

*  *  *

Elimde alışveriş sepeti gezinirken, bir kürdan ucuna iliştirilmiş hellim uzatan kız da İzmirliydi.
“Bu yeni çıktı” dedi, “Denemez misiniz?”
“Çok teşekkür ediyorum, biz Kooperatif’ten alıyoruz.”
“Olsun, bunu da benim hatırıma alınız.”
“Öğrenci misin?”
“Evet…”
Bir paket aldım, az tuzlu, yeni bir üretimdi, çok beğendim.

*  *  *

Hırdavatçıdaki adam Türkmen’di.
Çok güzel gülüyor Türkmenler, öyle bebeksi bir yüz ifadeleri var.
Geçen benzincide de bunu hissettim.
Depoyu doldurdu, hareket ettim.
Hemen “geri vitesle” döndüm tabii…
Çünkü ödememiştim.
“Daldım, unuttum, kusura bakma” dedim.
Sonra sordum: “Böyle kaçıp giden var mı?”
“Var abi”, “E ama bizim orda olsa hemen içeri atıverirler…”
Türkmen’di…
Dedim ya, sadece dudakları değil, gözleri de gülümsüyordu.

*  *  *

Hafta sonu restoranda servis yapan genç Pakistanlıydı.
Türkçesi çok çarpıktı ama anlaşılıyordu.
“Ne kadar oldu memlekettesin” dedim.
“Çok” dedi.
“Biz buralı sayılırız.”
Çıkışta, resepsiyonda duran adam da Sudanlıydı.
Yaşlıca kadını kolundan tutarak masadan kaldıran kadın Sri Lankalı’ydı.

*  *  *

Stat girişinde bilet kesen çocuk Adanalıydı.
Hafta sonu gittiğim berber, Hataylı…
“Müşterilerim Kıbrıslı” diye övünüyordu, inatla “kimlik kartı”nı istiyordu.
Eve paket servis getiren genç Nijeryalıydı.
Hemen girişteki pervazı tamir eden delikanlı Mardinli…
Hepsi hafta sonu gördüğüm insanlardı.
Tek kelam yalanım yoktu.

*  *  *

Kıbrıs’ın kuzeyine dair ciddi bir “nüfus mühendisliği” yapıldı.
Ama bu insanların hiçbiri o mühendisliğin sonucunda buraya gelmediler.

Şimdiki “göçmenler”i kimseler taşımadı.
Kıbrıs meselesi falan da umurlarında değil.
Tek dertleri daha güzel bir hayat ve ekmek…
Bu ülkedeki “çeşitlilik” aslında çok keyifli olabilir.
Eğer…
Kayıtlı olursa bu hareket, planlanırsa, ihtiyaçlar ve imkanlar yönetilirse, ülkenin kapasitesi hesaplanırsa…
Yoksa…
O “çeşitlilik” dediğimiz güzellik, bir kaosa, korkuya, endişeye, öfkeye dönüşür zamanla…
İp üzerinde yürüyoruz.
Umarım düşmeyiz.

sokaklar.jpg



Sempati ve empati


- “Bir orada olursa, bir burada…”
O durumda eşit mi oluruz?

*  *  *
Bak orada hem Türkçe hem Rumca yazıyor sokak isimleri…
Burada, tek dilde!

*  *  *
- “O zaman niye Pile’ye gittiler?”
Karma köy çünkü!

*  *  *
“Bir Larnaka’da oynasalar, kendi sahalarında… Bir de Mağusa’da, bizim sahada…”

*  *  *

Şimdi sen “siyasi eşitliğini” istiyorsun ve hakkın!
Tamam da...
“Bizim” dediğin saha Mağusa.
Nea Salamina’nın sahası (!)
Şimdi sen tanınmış devletteki ortaklığını ve eşitliğini istiyorsun ya!
O ne isteyecek peki?
Sen diyorsun ki, “senin evin de benim evim, benim evim de...
Evine çağırıyorsun ev sahibini, bir terslik yok mu?

*  *  *

Uzatmayalım öyleyse…
Çünkü uzadıkça, ne sempatisi kalıyor, ne empatisi…


mac_kupur.jpg

Henüz sahanın dışında ‘mütekabiliyet’ değil, sahanın içinde ‘top’ oynanan yıllar!
 



Bizim danslarımız, bizim şiirlerimiz

dans_foto.jpg

Kimi zaman üst üste geliyor.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun oyununa gidecektim, olmadı.
Tam da aynı gece, bizim yavrunun gösterisi çıktı.
Kıbrıs Türk Halk Dansları Federasyonu epey zamandır oyunlarımızı derliyor, aslına, karakterine, adanın kültürüne uygun olarak.
İzlemesem olmaz.
Gittim, izledim, hem gençleri, hem de sahnede Başbakanı…
Ayrıca yazacağım, hemen değil…

*  *  *

Tiyatroda, Kıbrıslı büyük şair Fikret Demirağ’ın “Hüzün Ana”sını kaçırdım.
Kısmetse bu hafta gideceğim.
Yaşar Ersoy yönetti.
Üstelik, Kıbrıs tiyatro hareketinde en önemli grubun; Yaşar abi, Osman Alkaş, Erol Refikoğlu ve Işın Cem’in de 50’nci Sanat Yılı.
Öylesine üzüldüm ki, o özel gecede, orada olamadım.

*  *  *

Bu hafta FOGEM’in etkinliğine de katılma şansı buldum.
Salahi Döşemecioğlu, her daim fark yaratmak için çabalıyor.
İki gece üst üste, hem de Yakın Doğu’nun o kocaman salonunu tümüyle doldurdular.
Bunu takdir etmek gerekiyor.
Kıbrıs’ın halk dansları yanı sıra “inançların dansı” gibi bir denemeye de yer verdiler.
Şamanizm’den Aleviliğe,  semahtan zikre, Yunus’tan Mevlana’ya farklı ritüeller harmanlandı.
Çok kolay projeler değil bunlar tabii…
Hep yazarım, kimi zaman hayallerimizin boyuna imkânlarımız yetmiyor.
Bunun için de insan kaynağımızı, gücümüzü, gerçeklerimizi çoğaltmamız ve güç birliği gerekiyor.
“İnançların Dansı” farklı bir deneme, arayış olarak belleğimizde iz bıraktı.
Peki “ana mesaj” neydi?
“Dillirga” ile bütünleşen finali sanırım biraz eğreti kaldı.
(Keşke bir kültür politikamız oluşabilse… Kıbrıs’ın otantik figürlerini anca şimdi derliyoruz, belki, örneğin Maronilere de uzanabiliriz.)

*  *  *

Çocuk gruplarını izlerken şunu düşündüm:
En fazla da yapaylıktan uzaklaşmaya, sahiciliğe ve sadeliğe ihtiyacımız var.
Kendimize dönmeliyiz!
Kıbrıs dansları için söylüyorum.
“Öz” yitiyor çoğu zaman “şekil” içinde!
Çocukları izlerken böyle düşündüm ama “Elit” ve “Master” grupların gösterisine bayıldım.
Memleket koktu sahne!
Hele Edip Barbaros ile Özkul Yaşın ikilisi!
Öylesine yaşayarak, içten oynuyorlar; adımları kadar jest ve mimikleriyle de dansa hakkını veriyorlar ki, yürekten alkışladım.
Farkında mısınız en çok da “kendimiz olmayı” özlüyoruz.

 

 

 

Bu yazı toplam 2807 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar