1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “İçiverdim bir rakıcık Kıbrıs’ta!...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“İçiverdim bir rakıcık Kıbrıs’ta!...”

A+A-

Feridun NADİR

Yön milliyetçiliği gibi olmasın da güneyler geniş kuzeyler serttir. Güneyler J.D. Salinger, kuzeyler Jack London’dır. Benim zihnim kuzeye gönlüm güneye meyleder. Güney Cole Porter, kuzey Albert Ayler’dir. Güney Neşet, kuzey Muharrem Ertaş’tır.

İşte bu güneylerin daha da gevşemiş, salıvermiş haline ada hali denir. Ehlikeyiftir. Zaman yavaş işler adada. Bir abi oturur bir kenara, o abi öylece durur saatlerce. Yahu aç bir tetris oyna, iki bulmaca çöz, yok! Öylece oturabilir. (Muhtaç olduğum kudret de tam olarak bu işte. Öylece oturabilmek. Çok isterdim yapabilmeyi ama üçüncü dakikada kurtlanırım.)

Ada, ehlikeyifin doğal habitatıdır. Ve ada kafası denilen, adalıların fabrika ayarlarında bulunan şeye ulaşmak için biz faniler rakı içeriz. Neden adalı akşamcılar pamuk gibidir sanıyorsunuz?

Ada dediysem öyle Long Island, İngiltere, yok efendim Avustralya filan değil. Onlar sayılmaz. Ada gibi ada yahu. Büyükada da olur, Tristan da Cunha da.

Kıbrıs eşekleri

Bu adaların en müstesnalarından birisi Kıbrıs’tır. Her iki yakası da harikuladedir. Tarih boyunca oradan oraya satılmak suretiyle kendisiyle voleybol oynanmış olması sanılanın aksine kişilik kazandırmıştır. Öyle anlamsız kahramanlık kibirlerine kapılmamıştır. Taa ki son yıllara, bölünene ve uzun yıllar bölünmüş kalana kadar.
Bu cümleyi kurmaktan nefret ediyorum ama yaşayan tek bölünmüş başkent Lefkoşa’dır.

Sanırım bir tek Kıbrıs eşeklerine yaramış bu bölünme. Rumların kovulmasıyla serbest kalan meşhur Kıbrıs eşekleri Karpaz’da vahşileşmişler, daha düzgün tabiriyle özgürleşmişler.

Kıbrıs aynı anda çok neşeli ve hüzünlü bir yerdir. Ben gazetecilik yaptım Kıbrıs’ta. Çok kolaydı gazetecilik pek çok açıdan. Birisi birisine tokat atınca haber olurdu zaten. Bir yandan da çok zordu. Misal, çok sevdiğim gazeteci arkadaşım Sertaç Görgüner öldürülmüştü, benim ikna olmadığım bir hikâye ile birileri yakalanmıştı. Ne bileyim, solcu entelektüel Hürrem Tulga’nın ve iki kişinin daha arabası patlatılmıştı. Haritada “baltanın sapı” gibi duran Dipkarpaz’da bir kısım yaşlı Rum’un gizemli bir şekilde evleri yakılıyordu. Bütün bunların haber değeri “duyulduğu kadardı”.

Boykot

Muhalefet de vardı elbette. Bir kere o yıllarda Türkiye’de hortlak muamelesi gören Abdullah Öcalan, orada normal makalelere konuk oluyordu. Solcu entelektüelleri o aspirin kadar Işık kitabevinde Ahmet ve Nahide kendi kalpleri gibi sıcacık kahvelerle beslerdi, hala besler. Elden geldiğince kitaplar yayınlar, paneller, tartışma ortamlarıyla muhalefet ortamına teorik katkıda bulunurlar.

Avrupa diye bir gazete çıkardı. Bir seçim günü tabloid Avrupa gazetesinde boydan boya “BOYKOT” manşeti atılmıştı. Cesarete bak diye düşünerek almıştım elime gazeteyi. Boykot lafının üzerinde minicik “bilmemne üreticilerinin bilmemne haklarına karşı” diye yazıyordu. Seçim yasaklarına rağmen seçim boykotu! (Üretici dediysem yanlış anlaşılmasın, pek bir şey üretilmezdi KKTC’de. Çoğu berbat üniversiteler ve kumarhaneler, mini minnacık da bir turizm dışında pek bir gelir yoktu ortada.)

Kıbrıslılar harikulade insanlardı hakikaten. Adaları gibi sıcacık ve sakinlerdi. Belki de çok yeni geçirdikleri korkunç savaşın etkisiyle beni hep şaşırtmış bir tevekkül içerisindelerdi. Defalarca rakı içtiğim çok yakın arkadaşlarımızın savaş detaylarını öğrenmem tanışıklığımızın aylar yıllar sonrasına denk gelir. Sohbet aralarında okul anısı gibi anlatırlardı vahşet hikâyelerini. Bir avukat arkadaşım karısı ve çocuklarıyla sıkıştırılmış mesela bir köşeye, havan topu yemişler. Arkadaşımdan şöyle öğrendim eşinin ölümünü: “Allahtan eşim çocukların üzerine kapanmış...”.

O vakitler Kıbrıs’ta sınır kapıları sımsıkı kapalı. Biz her gece Yusuf Usta’nın meyhanesinde takılıyoruz. “Rakı birleştirirse ecel ayırır” yazımda maalesef dalgınlıkla Yaşar Usta diye yazdığım Yusuf Usta’nın meyhanesi ünlü Lokmacı Kapısı’nda. Kediler gidip geliyorlar, biz bakıp duruyoruz. Elli metre mesafeyle birbirini tanımadan büyüyen aynı şehrin çocukları yaşıyor orada.

İki adım ötesi Lefkoşa. Ama başka Lefkoşa. Girne’den Lefkoşa’ya akşam gelirken, karşınızda bir şehir görünür ışıl ışıl. Sonra içine bir girersiniz ki in cin top oynamakta. Öbür yarısındadır çünkü o ışıklar.

Rakı ve Kıbrıs

Benim hep rakı içmek istediğim bir adam yaşardı Kıbrıs’ta. Adını hiçbir zaman öğrenemedim ama hikâyelerini hep dinledim. Türk adamla Rum karısı 1974’te adayla birlikte ayrılmışlar. Karısı ve çocukları Rum tarafında kalmış. Adam evimi bırakmam, karımı çocuklarımı da bırakmam demiş. Bölünmeden sonra adam dağlardan Güney’e kaçak gitmiş hep. Ama dönüşte “suç mu işledim ben de kanun kaçağı gibi dağlardan döneyim” diye düşünür, elini kolunu sallayarak Ledra Palas kapısına gelirmiş. Tabii sonra hapis. Çıkınca tekrar. Şimdi huzura ermiştir nihayet.

Bu arada Kıbrıs, rakı konusunda pek çok açıdan Türkiye’yi sollamıştır. Her şeyden önce rakı Kıbrıs’ta epey ucuz. Ayrıca Kıbrıs’ın harikulade bir Rakı Festivali var. Mayıs ayındaki festival 8 gün sürüyor ve içinde konserler, rakı atölyeleri, kurslar ve birçok başka faaliyet var.

Ayrıca Kıbrıs’ın geleneksel meyhaneleri hakikaten gelenekseldir. Minik meze tabaklarında tadımlık ve müthiş lezzetli sebzelerle doluverir masanız rakı içerken.

Kuzey Kıbrıs’ın bir ehlikeyife yakışmayacak tek durumu (pek çok yerdeki Türklerde olduğu gibi) denizdir. Her tarafı denizlerle kaplı Kıbrıslılar denize girmeye pek bayılmazlar. Pek taze balık bulamazsınız. Meyhanelerinde pek balık servis edilmez. Edilse de genellikle ithal ve donmuş gelmiş balıktır o. Ben oradayken adanın tek yat limanı Girne Yat Limanı’ndaki ticari olmayan yani keyife dönük tekne sayısı 1 (BİR) idi. Güney’de kaç liman kaç tekne olduğunu hiç anlatmayayım, moral bozucu olmasın.

Bu kadeh değerli ağabeyim Kıbrıslı merhum şair Fikret Demirağ’ın şerefine.
 

(BİRGÜN – Feridun NADİR – 12.1.2014)

Bu yazı toplam 2149 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar