1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. İbrahim Aziz’in portresi… “İki taraf arasına sıkışmış bir Kıbrıslıtürk: İbrahim Aziz…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

İbrahim Aziz’in portresi… “İki taraf arasına sıkışmış bir Kıbrıslıtürk: İbrahim Aziz…”

A+A-

Theo Panayidis

s1-184.jpg

(CYPRUS MAIL gazetesinden Theo Panayidis, önde gelen ancak hala marjinalize edilmiş olduğunu söylediği bir Kıbrıslıtürk mücadeleciyle buluşuyor – bu mücadeleci insan, tüm hayatını mücadele içerisinde geçirmiş, her iki tarafı da mahkemeye vermiş ve sürekli olarak yanlış anlaşılma tehlikesine karşı uğraş veren İbrahim Aziz… İbrahim Aziz abimizin portresini çizen Theo Panayidis’in bu ilginç yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik…)

***  Üç genç insan, “Perde aralığından” başlıklı kitabın kapağından bize bakıyor – bu kitap 2011 yılında İbrahim Aziz tarafından kaleme alarak yayımlanmış. Kapataki üç kişi de Ayhan Hikmet, Ahmet Gürkan ve Derviş Kavazoğlu… Ortak iki noktaları var bu üç kişinin: Tümü de Kıbrıslıtürk idiler ve her üçü de 1960’lı yıllarda Rauf Denktaş’ın da kurucuları arasında bulunduğu ölümcül paramiliter  grup TMT tarafından öldürüldüler. Hikmet ve Gürkan 1962 yılında, Kavazoğlu ise 1965 yılında öldürüldü. İbrahim de onlar gibi bir solcuydu ve Kavazoğlu’nu çok iyi tanıyordu: “Beni pratikte yetiştiren oydu” diyor. Bu ölümlerin şoku bu kitapta görülebiliyor ve İbrahim Aziz’in hayatını da gölgelemeye devam ediyor.

***  İbrahim Aziz şimdi 82 yaşındadır, gür beyaz saçları, kısık yeşil-gri gözleri vardır ve gözlerinden de hiçbir şey kaçmıyor. Ben onunla İngilizce konuşacağımızı sanmıştım ancak onun Rumca’sı mükemmel – Lefkoşa yakınlarındaki iki toplumlu ve iki dilli Bodamya köyündendir kendisi ancak sanırım bu işle ilgili bir içgüdü aynı zamanda, mümkün olduğunca Rumca konuşmaya çalışmak, bir tür refleks gibi sanki. Rumca konuşmak 1974’te onun hayatını kurtarmış olabilir  - Tarım Araştırma Enstitüsü’ndeki işine giderken elinde bir Kalaşnikov tutan sakallı biri tarafından durdurularak kimlik kartı istenmişti.

“Gene mi?” demişti İbrahim Aziz, mükemmel Rumcası’yla, “Size kaç kez kimliğimi göstermem gerekiyor? Hemen şurada çalışıyorum ben!” İbrahim Aziz’in bu kendinden emin tavrı ve Rumcası’ndan ikna olan sakallı adam, geçmesi için ona işaret etmişti. Elbette kimlik kartını göstermiş olsaydı, bir Kıbrıslıtürk olduğu ortaya çıkacak ve otomatik olarak kuşku duyulan bir şahsa dönüşecekti…

***  İbrahim Aziz Lefkoşa’da buluştuğumuz kahvehanede önce benimle röportaj yapamayacağını söylüyor, yerine başkasını bulmaya çalışıyor benim röportaj yapmam için ama aradığı numara meşgul çalıyor. Başka birinin gözüyle ortaya konmak istemediğini ifade ediyor. Ancak daha sonra bana yaşamından kesitler anlatmaya başlıyor. Bu da İbrahim Aziz’i anlatıyor… Hayatı boyunca risklerle uğraşmış, gerçek anlamda öldürülmek gibi fiziksel bir tehlikeyle karşı karşıya olmakla kalmamış, aynı zamanda kendisine zaten güvenmeyen bir toplumda sürekli yanlış anlaşılma tehlikesiyle de mücadele etmek zorunda kalmış.  Öyleyse düşüncelerini paylaşmadan önce tereddütte kalması şaşırtıcı mı?

***  Bu Kıbrıslıtürk 1958 ile 2011 yılları arasında yani 53 sene boyunca, Kıbrıslıtürkler’in denetimi altındaki bölgelerde yaşayan ailesini ziyaret edememiş – bunun yerine kendisine oy verme hakkı dahi tanımayan bir toplumda yaşamış ve onları da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu yüzden dava etmiş. Öyleyse kendi kaderinin ustası olmak konusunda bu kadar güçlü duygulara sahip olması şaşırtıcı mıdır? “Ben hayatımın, başka birisinin gözlerinden yansıtılmasını istemiyorum” demişti… Ülkesi onu düşkırıklığına uğratmış, geride yalnızca kendisi kalmış kendine…

***  Ancak işgalden bu yana geçen seneler içerisinde, bazı şeylerde iyileşme olmamış mıdır? “Bakınız, Kıbrıs toplumu bizi her zaman reddetti” diye yanıt veriyor buna usulca… “Bugün bile ben Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yaşıyorum ancak çoğunluk Yunanistan’a inanıyor. Ve ENOSİS’e inanan insanlar da vardır. Hala bu insanlar vardır, mesela Facebook’ta bir şey paylaşıyorsunuz ve hala “Sen deli Türk!” veya “En iyi Türk, ölü Türk’tür” diye yazma cesareti gösterenler çıkıyor” diyor.  “Eğitim yoktur… Toplumumuz insanları Kıbrıs toplumunun herkesi kapsayan bir toplum olduğuna, Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler’den oluştuğuna inanacak biçimde biçimlendirmemiştir. Kıbrıslıtürkler’i kovduk, onları işgal bölgelerine doluşturduk, onlar bizden ayrı bir şeydirler. Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturulduğu şekliyle “bizimdir” ve onlar da işgal altındaki topraklarda bizim evlerimizi alan Türkler’dir…” Bu durum da onun gibi insanları bir tür ikilemde bırakıyor… “Ne yapabilirsin ki?” diye omuz silkiyor, “burada yaşıyorsun ve Kıbrıslı olmakta ısrar ediyorsun…”

*** Israr etmek, inatçılık, buna ne derseniz deyin, İbrahim Aziz bunu iyi yapıyor. Güçlü bir karaktere sahiptir. “Umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu hiç? Yaşamak zorunda bırakıldığınız bu hayattan” diyorum. “Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım” diyor. “Benim eğilimim, zorlukları aşmak için çaba göstermek…”

***  Haklarından mahkum edilmesinden söz ettik az önce – bir Kıbrıslıtürk, tüm hayatı boyunca Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yaşamış olan bir Kıbrıslıtürk olarak, oy vermesine izin yoktu, bunun gerekçesi de Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın iki toplum için ayrı seçim listesi öngörmesi olarak gösterilmekteydi (Anayasa’nın 1960’lı yılların başlarından sonra uygulamasının durmuş olması da görece olarak geçersizdi).

***  İbrahim Aziz, doğrudan İnsan Hakları Mahkemesi’nde 2001 yılında dava açtı ve dört yıllık mücadele ardından haklı bulundu. Oy kullanabildiği ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi ise Dimitris Hristofias’ın Cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerdi, bu da eski AKEL üyesi İbrahim Aziz için ironik bir durumdu.

***  İbrahim Aziz, daha sonra da barikatları geçerken kendisinden bir KKTC kimliği talep eden sözde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni 2011 yılında dava etti ve bu davayı da kazandı. Dediği gibi, İbrahim Aziz, zorlukları aşan birisiydi.

***  Elbette başka sorunlar da vardır – örneğin ancak 2011 yılında geçebilmişti barikatı, daha önce geçememişti. Bazan soruşturuyordu, kuzeyde yaşayan aile bireylerini ziyaret edebilme olasılığını araştırıyordu, “Ancak avukat arkadaşlarım – ki bunların işgal bölgelerinde iletişimde oldukları insanlar vardı – her zaman beni uyarıyorlardı ve adımın geçmesine izin verilmeyecek olan sekiz şahıs arasında bulunduğunu söylüyorlardı…” O günlerde pratikte aranan bir şahıstı, adı bir listeye konmuş ve tüm askeri geçiş noktalarına dağıtılmıştı – çok iyi bilinen istenmeyenlerdendi, “ölü ya da diri getirilecek olanlar”dan biri…

***  Ne de olmasa hayatı boyunca bir Solcu olmuştu, hocalığını bizzat Kavazoğlu yapmıştı… İbrahim Aziz, bir AKEL bursuyla Bulgaristan’da eğitim görmekteydi (her şeyden çok zarar vermesin diye oraya gönderilmişti) ki ona hocalık yapan Kavazoğlu, Kostas Mişaulis’le birlikte eski Lefkoşa-Larnaka yolunda bir pusuda öldürülmüştü. Eğitimine ara vererek mücadeleye katılmak için geri geldi ve hala hararetli bir Marksist olmaya devam ediyor – odağında İnsan’ın olduğu sosyalist bir topluma kendini adadığını anlatıyor bana ancak 55 yıldan bu yana bazı şeyler değişmiş…

***  Öncelikle herhangi ideolojik bir mücadele verilebilmesi için, Kıbrıs’ın özgürleştirilmesi gerektiğine inanıyor (yani birleştirilmesi gerektiğine).

İkincisi, AKEL’le kendi bağlantısı 1979 yılında sona ermiş, her şeyden çok parti politikalarına yönelik bir “kuşku duygusu” nedeniyle bitmiş bu ilişki… “Gidip kendini öteki adam gibi öldürtme ha”, genel bir duygu imiş (öteki adam denirken de tabii Parti’nin üst düzey bir üyesi olan Kavazoğlu kastediliyormuş) ve İbrahim Aziz de aynı kuşkuyu hissetmiş:

“Yani öteki adam kendi kendini mi öldürtmüştü? Siz neredeydiniz? Ona kim bakıyordu?”

***  Elbette kimseyi suçlamıyor ancak kuşku ve güvensizlik bir ilişkiyi yiyip bitirir – şimdi dahi, Avrupa Parlamentosu’na ilk Kıbrıslıtürk milletvekilini seçtirmiş olan AKEL’le ilgili İbrahim Aziz, fazla heyecan duyamıyor. “Bunun yerine bir Sol konferans organize etmeliydiler ve her iki taraftan da Sol’u bir araya getirmeliydiler. Bu çok daha yararlı bir duruş olurdu, politka oynayıp Kıbrıslıtürk oylarını avlamak yerine” diye düşünüyor. Ne tuhaftır ki kendisi de bu oylar için AB kararı aldırtmıştı.

***  İbrahim Aziz zor bir insan olabiliyor, bunu kendisi de söylüyor: kendisi her zaman kavgacı birisi olmuş. Bir çocuk olarak çok hasta olduğunu, neredeyse öldüğünü de hatırlıyor, ancak sonra “Anladım ki bu hayatta mücadee etmek gerekir” ve böylece kendini hem bedensel, hem zihinsel olarak zorlamaya girişmiş. Fiziksel işlere girişmiş, pamuk topluyormuş, annesiyle birlikte tarlalarda patates söküyormuş – henüz ergen yaşlardan başlayarak çok şahane bir futbolcuya dönüşmüş (aslında Omonya’da oynuyormuş, “tehditler başlamadan önce”…) Şimdi dahi bu yaşlı halinde sağlıklı olmakla ilgili büyük inancı var. Her sabah spor yapıyor mu? “Her zaman spor yapıyorum, sabah, öğlen ve gece!” diyor.

***  Ayrıca tam zamanlı bir yazar olmuş – buna biraz geç kalmış diye itiraf ediyor, daha çok bir çevirmen olarak çalışmış ama şimdi kaybetmiş olduğu zamanı geri kazanmaya çalışıyor. “Perde aralığından” başlıklı kitabı, Kıbrıslıtürk soluna ilişkin tarihsel bir belge niteliği taşıyor ve bu kitabı yazması on yılını almış neredeyse – fakat bu tek kitabı değil, roman ve şiir de yazmış ve başka projeleri de var. Yeni projesi de darbe ve işgalle ilgiliymiş ve ayrıca 1980’li yılların başında pek az bilinen bir olayla ilgili de bir kitap yazmayı tasarlıyor – o günlerde Başpiskobos Hrisostomos, iki toplumlu bir ödülde adı geçen Kıbrıslıtürk İbrahim Aziz’i veto etmiş.

***  Her zaman daha geniş amacı ise Kıbrıs toplumuna karanlıkta kalmış olan şeyleri ışık tutarak göstermek – özellikle de kendisi gibi Kıbrıslıtürkler’in hiç bitmeyen marjinalize edilmiş hallerini, arafta varoluşlarını devam ettirmelerini, her iki tarafça saldırı altında tutulmalarını göstermek.

***  Adil olmak gerekirse, İbrahim Aziz’in kendisi marjinalize edilmemiş. Belki onun ne kadar önde gelen bir şahıs olduğundan bahsetmedik ancak çok önemli bir şahsiyettir kendisi, Makarios’un bir dostu idi, RİK’le uzun yıllar süren bir yazar ve yapımcı olarak ilişkisi bulunuyor ve bu Araştırma Enstitüsü’ndeki işine ek olarak böyle…

***  Yurtsever Kıbrıslıtürkler adlı bir hareketin liderliğini yapmış, Kavazoğlu’nun öldürülmesinden sonra mücadeleyi sürdürmek üzere oluşturulan bir hareketmiş bu. İbrahim Aziz, çeşitli iki toplumlu örgütlerde de öncü roller üstlenmiş, Yılmaz Güney ve Aziz Nesin gibi kültürel devlerin ziyaretlerini organize etmiş, ADİSOK’ta ve Birleşik Demokratlar’da aktif olarak rol almış. Henüz geçen yıl, Avrupa Parlamentosu’na arkadaşı Şener Levent’in Yasemin Hareketi listesinden aday olmuş. Kıbrıslırum seçmenler “İnsiyatifinizi destekliyoruz Bay Aziz” demişler, “ancak size oy verirsek bunu arkadaşlarımıza nasıl açıklayacağız?” demişler kendisine… İbrahim Aziz iç geçiriyor, “Kıbrıs toplumu bu işte” diyor.

***  İşte konunun özü de bu herhalde: Kıbrıslıtürkler bir arafta asılı kalmışlar – ve İbrahim Aziz gibi önde gelen bir şahıs dahi nihayetinde hala marjinalize olmuş vaziyette bulunuyor. Zaman da kendi ironisini bu işe katıyor – onun döneminin yaşamla ölüm arasında giden mücadeleleri, akıllı telefonlara bağımlı günümüz Kıbrıslı gençliği tarafından hiç bilinmiyor, kitap kapağındaki o üç genç adamın kim olduğunu söylemekte de kesinlikle zorlanacaklardır. (Bunun için Google’da arama yapacaklardır). Belki de bu iyi bir şeydir diye düşünüyorum, teknolojinin hakim olmasının yani… Belki de bizim (veya çocuklarımızın) bu küçük uyuşmazlıklar ve bölünmeleri sonuçta aşabileceğimizi gösterir bu ama İbrahim Aziz bundan emin değildir. “Atomize olmuş bir toplumdan kazanılacak hiçbir şey yoktur” diyor…

***  Kendi hayatı hiçbir zaman atomize olmamış, her zaman toplumların ve ideolojinin hizmetinde olmuş – fakat kendi benliğinin de her zaman güçlü biçimde bilincindeymiş. İster mahkemelerde bir davayı yürütürken, ister rakip milliyetçiliklerin gölgesinde Kıbrıslı kimliğini ortaya koyma mücadelesi verirken veya öyküsünü kendi perspektifi dışında takdim etmeye çalışan kendiyle röportaj yapanlara karşı olsun…

***  İbrahim Aziz’le ilgili üzücü bir yan da var belki de çünkü şimdi 82 yaşında ve her zaman düşünü kurduğu özgür ve birleşik bir Kıbrıs’a hala yakın değil – bunun yerine her daim biraz kuşkucu, her daim tehlike altında olmaya alışık, her daim Hikmet, Gürkan ve Kavazoğlu gibi avlanma tehlikesiyle ve yanlış yorumlanma tehlikesiyle yaşamış… Belki de bir kafede oturup hayat boyu süren mücadelesine göz kırpmadan bakmaktan pişman olmuştur. Umarım ki öyle değildir…

(CYPRUS MAIL’de 12 Ağustos 2020 tarihinde Theo Panayidis’in yazısından derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül ULUDAĞ/YENİDÜZEN)

 

 

gfg.jpg

İbrahim Aziz, ayakta soldan üçüncü, Bodamya futbol takımında oynarken, takım arkadaşlarıyla birlikte…

 

 

 

Bu yazı toplam 3361 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar