1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Göçmenliğin Ekonomisi
Göçmenliğin Ekonomisi

Göçmenliğin Ekonomisi

Göçmenlik ülkenin nüfus ve işgücü olarak sayısal ve yapısal, demografik anlamda etkileyebilir, kültürel ve gelenekler anlamında farklı bir bakış açısı getirebilir ya da götürebilir.

A+A-

 

Senalp CANLIBEL
senalpcanli@gmail.com

Göçmenlik dediğimizde bugünlerde aklımıza gelen ilk şey Suriye’deki iç savaştan Türkiye, Avrupa ve hatta Kıbrıs’a göç edenler, daha doğrusu göç etmeye çalışanlar olabilir. Oysaki bu sadece bir terim hatasıdır. Haberlerde de duyduğumuz üzere bu aşırı şekilde gelişen göç sorunu “Mülteci sorunu” olarak adlandırılıyor. Mülteci ile Göçmen eş anlamlı değildir. Göçmen, ekonomik, sosyal, kültürel ve ya dini sebeplerden ötürü bulunduğu ülkeden kendi rızası ile başka bir ülkeye yerleşik olarak göç eden kişidir. Mülteci ise ülkesinin bulunduğu kötü durum ; açlık, savaş, kıtlık ve benzeri sebeplerden ötürü ülkesinden rızası olsun olmasın zoraki bir yerleşik olma zorunluluğu olmayan bir göçtür. Bu sebeptir ki benim tartışacağım taraf göçün tamamen kendi rızası dahilinde gelişen bir şekilde ayrılan insanlar, yani göçmenler, ve bu insanların ülkelerin ekonomilerine olan etkileridir.

Göçmenlik bir ülkenin “X” faktörü, görünmeyen gücü ve ya beklenmedik bir zayıflığı olabilir. Göçmenlik ülkenin nüfus ve işgücü olarak sayısal ve yapısal, demografik anlamda etkileyebilir, kültürel ve gelenekler anlamında farklı bir bakış açısı getirebilir ya da götürebilir. Ama her şeyden önce göçmenlik bir hükümet politikası gerektirir, ve elbette ki ülkeye ve özellikle ekonomisine olan etkileri değerlendirilmelidir. Bu konuya tarihin en eski sayfalarından beri tanıdık olması gereken bizim ülkemiz Kıbrıs’ın, ister buraya gelip kültürlerinden bir parça bırakan Roma, Venedik, Lüzinyan, Osmanlı ve İngiliz gibi ülkeler, ister buradan ayrılıp dünyanın başka bir yerinde harikalar yaratan bir çok Kıbrıslı, bu konuda henüz yeterli politikalar geliştirmemiş olması hem şaşırtıcı hem de kaygılandırıcı.

Ekonomi biliminin genel bir laneti olan “farz etmek” olayı illa ki burada da geçerli, hele hele göçmenlik yeni yeni gündemde ağırlaşan bir tartışma olmaya başlarken bugüne kadar yapılan araştırmalara ya yeterince maddi destek sağlanmamış, ya araştırmaya taraflı başlamış, ya da araştırma yöntemini iyi gerçekleştirememiştir. Özetle, bugün elimizde göçmenliğin etkilerini sayılara dökecek ve böylece iyi-kötü etkilerini net bir şekilde gördüğümüz bir tablo yoktur. Bu sebepten dolayıdır ki görüş ve düşünceler sadece görüş ve düşünceler olarak kalmakta, ülkeler de böylece uygun bir politika yürütememektedirler. Her şeye rağmen, elimize somut veriler geçinceye kadar (ki bunun ülkelerin tartışmaya katılmasıyla hızlanması öngörülebilir), bu mantık çerçevesinde gelişen “görüş ve düşünceler”i de incelemek bize en azından bir anahtar deliğinden bakarcasına durum hakkında genel olarak bir bilgilendirme sağlayabilecektir.

Benim bahsedeceğim fikirler 3 ana konuyu kapsar. Bunlardan ilki, “Remittances”, Türkçeye ise “Havale” olarak çevril(eme)miş olan başka bir ülkede iş sahibi olan göçmenlerin kendi ülkelerine işlerinden kazandığı maaşlarının bir kısmını yollamalarıdır. “Havale” göndermenin sebepleri büyük ölçüde göçmenin kendi ülkesinde kalan ailesine maddi yardımda bulunmak için göndermesidir, hatta bazılarının göç etme sebebi kendi ülkelerinin maaş seviyelerini tatmin edici bulmamaları olabilir.

 “Havale”lerin gönderen ülke ve alan ülkeye ayrı, iyi ve ya kötü etkileri vardır. Gönderen ülke, doğal olarak düşündüğümüzde, ekonomik döngüsünden açık bir parasal kayıp yaşamaktadır. Bu parasal kaybın etkileri boyutuna göre değişse de, önemli yatırımlarda kullanılması yerine, örneğin hastaneler, okullar ve yol gibi altyapı yatırımları, direk bir kayıp olarak ülke dışına çıkması mutlaka bir etki yaratmaktadır. Fakat, bu kayıp hem önlenebilir bir kayıptır, hem de özünde direk olarak bir kayıp değildir. Bir işçi, kazandığı maaşın karşılığı olarak üretmek durumundadır. Bu üretimin maddi değeri, yani GSMH’ya yansıyan katkısı, “havale”sini geçmedikçe, gönderen ülke her zaman artıdadır, çünkü kaybettiğinden çok üretmiştir. Diğer bir taraftan, “havale”ler hükümet tarafından vergilendirilen bir aktarımdır, artı bu göndermelerin özel bir şirket tarafından yapılmasından dolayı, örneğin uluslararası bankalar, “havale”yi gönderen göçmen ayrıca servis ücreti de ödeme durumundadır. Sonuç olarak, örneğin bir 500TL’nin ülkeden çıkması için 200TL ödenmesi gerekebilir. Böylece gönderen ülkenin parasal kaybı ciddi oranda azalır, bazı göçmenler ise belki de “havale” göndermekten vazgeçirilir.

Fakat peki “havale”lerin alan ülkelere olan etkileri neler olabilir? Bu konu aslında rakamlarla ve ya kesin gözü ile bakılabilecek bir “sebep-sonuç” ilişkisi ile açıklanamayabilir. Bunun sebebi ise parayı alacak ülkenin bu parayı nasıl değerlendireceğidir, yahut bu parayı değerlendirecek kapasitede olup olmamasıdır. Mesela alan ülkenin hükümeti ve bu hükümetin yozlaşmış olma ihtimali, ülkenin enflasyon sorununun olup olmaması, yatırıma müsait olup olmaması, ve hatta insanların harcama ya da tasarruf etme eğilimleri. Pek çok sebep ile pek çok sonuç olması bu noktanın netliğini bulandıracaktır belki ama, biraz “farz” ederek, ve biraz da anketlerden bahsederek, belki daha belirgin bir yol haritası ortaya çıkacaktır.

Öncelikle “havale”ler ile göç arasındaki düz orantıdan bahsetmeliyiz belki de. Bir ülkenin bu parasal yardımdan artarak katkı görmesi ayrıca çalışabilen bir işçi gücünün ülkeden ayrılması anlamına gelmesinden dolayı bu potansiyel üretim faktörünün görünmez maliyetini karşılaması ile kalması ülke gelişiminde bir durağanlığa yol açar ve sadece ülkenin bu “havale”lere bağımlı hale gelmesini sağlayabilir. Eğer bir ülke dışarından para yardımı aldığı hale o parayı yatırıma, yatırımı da üretime çevirecek işci gücü yok ise, para ne işe yarar ki? Bu sorun yine farklı açılardan bakılabilir, örneğin alan ülkenin gelişen bir ülke olduğunu düşünürsek çok yüksek ihtimalle işçi gücü kıtlığı yaşaması düşünülmez. Fakat basit bir mantık ile “havale”lerin artması göçün de artması demek olduğu yine de ülkenin gelişiminde kaynak azalması olacağından yoğunlaşması halinde bağımlılık anlamına geleceği görüşünü değiştirmez.

Bu tehlikeye rağmen “havale”lerin ülkelere, özellikle gelişmekte olan ülkelere, ciddi bir yardım olduğu gerçeği değişmez. Burada “farz” etmemiz gereken durum ülkenin göçmenlerinin gelişmiş ülkelere göç etmeleri, ve o ülkede iş bulup ülkelerine parasal yardımda bulunmalarıdır. Çünkü bu parasal yardımın iş sahibi oldukları ülkenin para birimi ile yapmaları, gelişen ülke ile gelişmiş ülke arasındaki ticareti güçlendirebilir. Gelişen ülke sanayileşme yönünde ilerlemek isterse gelişmiş ülkenin halihazırda ilerlemiş sanayi ürünlerini, örneğin çoklu üretim makineleri, almasında yol açılır ve böylece ekonomik gelişim hızlanır. Ayrıca, bu gelişen ülkenin para birimine olan talebi de arttırabileceğinden gelişen ülkenin ithalat maliyeti azalacak, ithalat sektörü büyüme görebilecek ve yerel şirketlerin hammadde ve makine gibi üretim arttıracak ithalatlarında ucuzlamaya yol açacak. Fakat bu ayrıca yapılacak ihracatın da daha pahalılaşması anlamına geleceğinden pozitif bir etki yaratılabilmesi için hükümetin ihracatçılara devlet desteği sağlaması ve ürünlerin daha ucuz ve rekabet edebilir şekilde ihracat edilmesi kritik olabilir.

Özetle, “havale”lerin etkilerinin bahsettiğimiz gibi birçok faktörden etkilenmesinden dolayı net bir model ortaya çıkaramadığımızdan dolayı yapılabilecek en iyi şey mevcut ülkelerin harcamalarını takip ederek bu parasal yardımın ne kadar verimli kullanıldığını gözlemlemek olacaktır.

Bahsedeceğim fikirlerin ikincisi ise refah devletleri ve göçmenliğin refah harcamaları üzerindeki etkilerdir.

Refah devleti dediğimizde aklımıza muhtemelen ABD ve AB gibi ülke ve birlikler gelir. Bu gayet doğaldır çünkü, Dünya Bankasının raporlarına göre, dünyanın refah harcamalarının %80’ini bu iki oluşum gerçekleştirmektedir. Elbette, ülkeden ülkeye değişen rakamlar yine ülkeden ülkeye değişen bir yeterlilik üzerinde tartışılmalıdır. Örneğin, dünyanın refah harcamalarının %0,70’ini oluşturan Türkiye’nin kendi kaynaklarına bu nasıl bir yük bindirmektedir? Bu cevabı OECD’nin raporlarından okuduğumuza göre GSYMH’nin %13.5’ine denk bir yüktür.

Peki bunun göçmenlik ile olan ilişkisi nedir? Bu soruya iki açıdan yaklaşılabilir. Biri göçmenlerin bakış açısından, diğeri de ülkelerin bakış açısından.

Göçmenlerin bakış açısından baktığımızda yakın zamanda geliştirilmiş bir teori göze çarpıyor. İngilizce “Welfare Magnet” teorisi diye geçen teori “Refah Mıknatısı” olarak çevirebiliriz. Teorinin özü göçmenlerin ülkelerinden göç etmeden önce göç etmeyi düşündükleri ülkeleri araştırmaları ve en bonkör refah harcamaları yapan ülkeleri diğerlerine göre tercih etmeleri. Bu düşünce rakamsallaştırıldığında ise, ABD’de, refah harcaması yüksek olan eyaletlerin diğerlerine göre daha çok göçmen aldıkları gözlemlendi. Fakat, bu görüşünde ağır antitezleri de bulunmaktadır. Öncelikle ABD’de yapılan araştırma bütün eyaletleri kapsamayan, seçicilikle yaklaşılmış bir araştırma olduğundan genelle yaparak teoriyi bütün refah ülkelerine yaymak akıllıca olmaz. Ayrıca, göçmenliğin serbest bir şekilde dolaştığı ülkeler sayıca çok az olduğundan, yani ülkelerin göçmenlerin geçişlerinde seçici olduklarından, bu teori uygulanacak politikalara göre hızlıca çürüyebilir.

Ülkelerin bakış açısına geçtiğimizde görebiliyoruz ki refah harcamaları da aslında göçmenliğin direk bir etkisi olmasının zor olması. Şöyle ki, AB’de bile, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de bahsettiği gibi, dünyanın refah harcamalarının yarısına eşit olmaları göçmenliğin etkisini göz önüne çekiyor. Fakat en başta unutmamalıyız ki refah harcamaları birer devlet politikası olmakla beraber zorunlu bir harcama olmamasıdır. Ülkeler rahat bir şekilde göçmenlere karşı özel politikalar geliştirebilirler ve harcamalarını ona göre ayarlayabilirler. Hatta devlet göçmenlere karşı yaptıkları refah harcamalarını göçmenlerin hızlıca iş sahibi olabilmelerini hedefleyerek yapmaları onları refah bağımlısı olmaktan çıkarıp birer ekonomiye üretimi ile katkı yapan ve vergileri ile devlete ayrıca bir gelir kaynağı yaratan bireylere dönüştürebilir.

Elbette, refah harcamalarına odaklanmadan önce refah devletinin ne olduğunu kararlaştırmakta bize bu konuda tartışmaya ilerlemede yardımda bulunacaktır.

Üçüncü ve son fikir gelir eşitsizliği ve gelir dağılımının göçmenlikle olan ilişkisi. Bu fikirde yapılacak pek çok tartışma her şeyden önce yasal ve yasal olmayan göçmenler arasındaki farka bakıyor. Yasal olan göçmenler tıpkı ülkenin yerel işçileri gibi muamele görüp, aynı asgari maaşın zorunlu olması ve yine aynı standartlarda iş yapabilmeleri beklenmektedir. Kağıt üstünde böyle görünmesine rağmen pratikte yasal göçmen bile yasal olmayan göçmen gibi davranabiliyor. Öyle ki, göçmenlerin ülkeye gelmeleri ile birlikte, önceden de bahsettiğimiz gibi çoğunlukla fakir ve eğitimsiz olmalarını beklemek durumunda olduğumuzdan, yerel eğitimsiz işgücü ile rekabete girmeleri kaçınılmazdır. Peki yerel işgücünden daha verimli olmayan, hatta belki ülkeye olan yabancılıktan dolayı daha az verimli çalışan eğitimsiz göçmen nasıl iş bulacaktır? Gelirinden feragat ederek. Daha doğrusu, yerel ortalama gelir seviyesinden daha düşük bir maaş ile çalışmaya razı olarak. Örneklendirmek gerekirse : İki kişi, biri göçmen biri yerel, aynı iş için başvurmuşlardır. İş özel bir yetenek ya da eğitim gerektirmeyen, sadece kas gücünün gerektiği bir iş olduğunu düşünürsek işveren neye göre işçisini seçecektir?

Elbette, pratik düşündüğümüzden dolayı pek çok farklı faktörleri de işin içerisine katabiliriz, mesela ırkçılık, torpil, yaş ayrımcılığı, cinsiyet ayrımcılığı ve benzeri faktörler kararda etkili olabilir, fakat işverenin sadece maksimum kâr amacını güden bir birey olarak kabul edersek, işçiler arasında ya en verimli olanı ya da en düşük maaşa çalışmayı kabul edeni işe alacağını düşünebiliriz. Verimlerinde bir fark olmadığını kabul edersek, yerel işgücünün kabul edeceği minimum maaşın kendi ülkesinin durumunu bildiğinden dolayı ve/veya ailesinden dolayı değiştirmesi göçmenin ülkeye yabacı oluşundan, fiyatlara aşina olmadığından, aile yükü olmadığından ya da basitçe zor finansal durumu ile kıyasladığımızda daha düşük olacağından işverenin düşük maaşını kabul edecek göçmeni işe alması gayet doğaldır. Bu durumda işçi maliyetini azaltan işveren en çok kârı kendisine ayırabilerek gelir dağılımının daha da kötüleşmesine yol açmıştır.

Yasal olsun olmasın pek çok eğitimsiz göçmenin böyle bir sorun yaşayacağını düşünmek zor değil.

Peki bunların hepsi bize neyi ima ediyor? Geleceği belirgin olmayan ama gün geçtikçe önem kazanan göçmenliğin yol haritası ne olmalı? Belki de göçmenlerin yapabilecekleri en iyi şey kendi ülkelerinde kalarak, ya da eğitimlerini tamamladıktan sonra kendi ülkelerine dönerek çoğunlukları ile reform oluşuma gitmeleri, politikalarını yenilemeli ve modernleştirmeli, ticareti kuvvetlendirip başka ülkelerin ekonomilerine yapacakları katkıyı kendi ülkelerine yerel üretim ile yapmaları, “havale”lere bağımlı olmaktan kaçınmalı, ve zamanla şartlarını zor bulduklarından dolayı ayrıldıkları ülkeleri kendi elleriyle kalkındırıp gitmeyi planladıkları ülkelere dönüştürmeleridir. Fakat öte yandan, ilerleyen ve belki de kaçınılmaz olan globalizasyon fenomeninin ışığında göçmenliğin aslında engellenmeyip aksine teşvik edilmesi, böylece ekonomilerin yabancı işçilere karşı esnekliğini geliştirip dünyanın yavaş yavaş tek bir market yolunda ilerlemesinde bir başka altyapı hazırlaması ülkelerin yapması gereken ilk hamle olacaktır.

İşin sonunda zaman yine bu ilerleyişte bize daha derin ve köklü veriler sağlaması ile daha net kararlar üretebileceğiz.

 

Bu haber toplam 3281 defa okunmuştur
Gaile 414. Sayısı

Gaile 414. Sayısı