1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Göç Zamanı: Yok Sayılan Bir Coğrafyanın Dizisi
Göç Zamanı: Yok Sayılan Bir Coğrafyanın Dizisi

Göç Zamanı: Yok Sayılan Bir Coğrafyanın Dizisi

Göç Zamanı: Yok Sayılan Bir Coğrafyanın Dizisi

A+A-

 

Esra Gedik
esragedik.34@gmail.com


Göç Zamanı dizisi geçtiğimiz haftalarda Star TV’de yayına başladı. Tanıtım videolarını ilk gördüğümden beri zihnimde şu soru yankılanıyor: Yok saydığın bir coğrafyanın var saydığın kültürüne dair bir dizi olur mu? Evet, dizi çocuk gelinler, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri gibi gündemimizden hiç düşmeyen, düşmemesi gereken konuları ele alıyor ancak bu dizinin yapılandırılışına üç noktada itirazım var. İlki zihnimde dönen soruya dair.

Türkiye’de yaşananlar pek çoğumuzun görebildiği bir şey. Ama bu olanların hiçbirini ne ana akım medyada ne de ulusal kanallarda göremiyoruz. Bireysel çabalarımız, örgütsel birlikteliklerimizle haberlere ulaşıyoruz. Böyle olunca yok saydığın bir coğrafyanın var olduğuna inandığın kültürüne dair 120 dakikalık dizi koyunca ekrana, dalga geçiyormuşsunuz gibi oluyor. Dövmeler, şiveler, kıyafetler… Hepsi ekranda çok komik duruyor. Üstüne üstlük kendimi kandırılmış hissediyorum. Dahası yaşanan olayları görünce de bana bu 120 dakika saygısızlık gibi geliyor. Çekimler ne kadar güzel olursa olsun, oyuncu kadrosu ne kadar başarılı olursa olsun ekrandaki o hikayeye odaklanamıyorsunuz. O hikayenin gerçeklikle bağı kopuk oluyor. İstediğin kadar şive yap, o bölgenin kadını gibi giyin, süslen, gerçekten burnunu deldir. Cık! Olmuyor.

İkinci konu ise bir kerede şehrin göbeğinde şiddet gören, küçük yaşta evlendirilen, öldürülen kadınların dizisi yapılsa? Göç Zamanı ve buna benzer diziler, Türkiye’de yaşanan kadın cinayetleri ve çocuk gelin sorununu sadece bir kültüre ve doğuya indirgiyor. Oysaki okumuşu, cahili, kentlisi, köylüsü hep beraber öldürülüyoruz. Bu genel bir sorunken lokal bir soruna indiriliyor ve yaşananlar çok çok uzak bir köyde yaşanıyormuş gibi kalıyor. Mesela geçen haftalarda Bağdat Caddesinde tecavüze uğrayan kadın hiç yokmuş gibi sayılıyor. Doğuda töre, cehalet vb. nedeni ile kadınlar öldürülüyormuş da bizim eril sistem diye bir sorunumuz yokmuş gibi. Eril ahlak, eril adalet, eril sistem ile uğraşmıyormuşuz gibi duruyor. Her şey milk port. Hala kadına karşı şiddet diyen kadınlar cadılıklarından sokaklardaymış gibi oluyor.

Son olarak bu dizide ve pek çok diğer dizideki sınıfsal sorun. Zenginlere ve fakirlere dair basmakalıp yargılar. Bu dizinin zenginleri de o kadar güzel evlerde yaşıyorlar, çello çalıyorlar, antika arabalara biniyorlar ama mutsuzlar. Para saadet getirmiyor çünkü. Zengin erkekler var ama şehirli okumuş kadınlar onların hayatlarını mahvediyor. Her şeyleri var ama kıskançlık ediyorlar, yetinemiyorlar. Hayatlarına birden bire giren eğitimsiz, saf Anadolu kadınları onlara unuttukları hayatı gösteriyor. Yaşama sevinçleri yeniden coşuyor. Çünkü o kadınlar biat etmeyi içselleştirmişler. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyorlar ama erkekleri ezmeden, yok saymadan ve hatta bu zengin erkekleri kahramanlaştırarak. Para kadınları çıldırtırken, erkekleri olgunlaştırıyor. Çünkü parayı kazanan olarak, zengin olana kadar neler çektiler neler… Fakirler ise vefalılar, gururlular. Paraları yok ama mutlular. Başlarına gelen hiçbir kötülük onları yoldan çıkarmıyor, çıldırtmıyor. Gelecek hayalleri var ama ellerindekilerle yetinmeyi biliyorlar. Zengin şımarık çocuklar gibi değiller. Falan filan… Bence bunun nedeni şu:  “aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın” etkisi. Yaprak Dökümü dizisinden bize hatıra kalan yukarıdaki replik bize şunu anlatıyor aslında: azıcık aşım kaygısız başım. Biz iyi olalım da elde avuçta olmasa da olur. Tadımız iyi olsun, gerisi nasılsa hallolur. Uzun zamandır dizilerde konakta yaşayan zengin ailelere bakarsak karşımıza hep aldatma, yalan dolan, aile içi huzursuzluklar, zengin ama mutsuz tablosu çıkıyor. Örneğin, ‘Gümüş’ dizisinde bir konakta geniş aile şeklinde yaşanılsa da ailedeki neredeyse her karı koca birbirini aldatıyordu. Aşk-ı Memnu dizisinde Bihter-Behlül-Nihal ve Adnan desem herkes anlar sanırım. Bu dizilerde zengin ailelerin hiçbiri mutlu ve huzurlu değil. Bir insanın hayatında beş yıl içerisinde gelebilecek dram bu ailelerin başına hemen hemen her gün gelir çünkü aile değerleri ve bağları zayıftır. Tabiri caizse ‘para bunları bozmuştur’. Belki de bu kadar ağır dramlar, kendi hayatımız ve ailemizdeki “küçük” sorunları daha katlanılabilir kılıyordur.

Özetle, bu diziyi nereden tutsak elimizde kalıyor. Yıl olmuş 2016 hala ağalık, töre vb. dizisi izliyoruz. Yine izleyelim ama hikayesi derin olsun, verdiği mesajlar olsun. Hali hazırda var olan algıları, ön yargıları yeniden üretmesinler. İstanbul’un, büyük şehirin bir kurtuluş olmadığını hatırlatalım. Şehrin göbeğinde kadınların yaşadıklarını anlatalım. Kadınlar esas kadınmış gibi gözüküp yine erkeklerin hikayelerini anlatmasınlar. Bunlar olamaz mı? Bence olabilir.

 

 

Bu haber toplam 2106 defa okunmuştur
Gaile 356. Sayısı

Gaile 356. Sayısı