1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Gizli Sayılar: 'O Uzaya Gidilecek!'
Gizli Sayılar: 'O Uzaya Gidilecek!'

Gizli Sayılar: 'O Uzaya Gidilecek!'

Taşıdığımız zengin mücadele ruhu, içinde barındırdığı dışlayıcı potansiyelden daha büyük ve güçlüdür

A+A-

 

Özgül Saygun
o.saygun@hotmail.com

                Size 1960'larda uzaya giden adamların arkasında 'bilgisayar' olarak çalışan siyahi kadınların olduğunu söylersem ne dersiniz?

                Gizli Sayılar (Hidden Figures, 2016) 1960'lı yıllarda NASA'da 'bilgisayar' olarak çalışan üç siyahi kadının sıradışı hayatını ve hem feminist hem ırkçılık karşıtı mücadelerini anlatan bir gerçek hayat uyarlaması. Mary Jackson, Katherine Johnson  and Dorothy Vaughan NASA'da günümüzdeki anlamıyla 'bilgisayarlar' yokken üstün matematik yetenekleriyle NASA'da hesaplamalar yapan bilgisayarlar olarak çalışıyorlardı. 1960'larda Rusya ve Amerika'nın uzaya gitme konusunda yarıştığı bilinen bir gerçek. Ancak, bu üç siyahi kadın ve NASA'da çalışan daha bir çok siyahi kadının üstün zekalarıyla bu yarışın NASA tarafında oynadığı rolü bilmiyoruz. Hiç bir Tarih kitabı bize bunu anlatmıyor, derslerde çocuklara 'insanoğlunun' uzaya gittiğini söylüyoruz. Ama, bu gidişin arkasındaki hikayeyi yıllar sonra bir filmden öğreniyoruz.

                Hidden Figures yayınlandıktan kısa bir süre sonra büyük bir ilgi gördü. Akademi Ödülleri'nde en iyi filme aday oldu. Film üzerine bir çok makale yazıldı, filmin hikayesi, ırkçılık ve feminizm -özellikle siyahi ve beyaz feminizm- tartışmaları için büyük bir önem taşıyordu. Ancak ben bunların yanı sıra filmde benim dikkatimi çeken üç noktadan bahsetmek istiyorum. Bahsetmek istediklerimden birincisi, anlatılmayan kadın hikayeleri. Kadınların kendi tarihlerinden yabancılaştırılması ve Cicero'nun değimiyle 'çocuk bırakılması'. Bir diğeri, filmin İkinci Dalga Feminizm yeni filizlenmeye başladığı yıllarda, 1960'larda, siyahi ve beyaz feminizmi gözler önüne sermesi. Son olarak da, belkide hiç ilgi görmeyen fark edilmeyen küçük bir sahne dikkatimi çekmişti.

                Sahne şöyleydi; 'Friendship 7' isimli uzay aracı, Katherine Johnson'ın hesaplamaları doğrultusunda Dünya'nın yörüngesinden geçip geri dönecektir. Bu görevden kısa bir süre önce Katherine'e artık onun hesaplarına ihtiyaç olmadığı söylenerek işine son verilir. Uçuştan önce astronot John H. Glenn "Kız sayıları kontrol etsin, o tamam derse uçarım." der ve Katherine geri işe çağırılır. Katherine sayıları kontrol eder, patronunu uçuş tenkinlerinin yapıldığı odaya kadar takip eder  ve patronu odaya girdikten sonra kapı Katherine'in yüzüne kapatır. Katherine'in, hesapların yapıldığı, uçuş izninin verildiği odaya girmesi yasaktır. Hatta kadınların odaya girmesi yasaktır. İlginç olansa böyle bir yasağın yazılı olmaması. Bu konuşulmamış bir ön kabul.

 

Erkekler Uzaya gidiyor, Kadınlar 'Odaya' Giremiyor:

                Yukarıda bahsettiğim bu sahnede kadınların toplumdaki 'ötekilikleri' hem bir metafor oluşturuyor hem de tüm gerçekliğiyle karşımızda duruyordu. Tarih boyunca Simone de Beauvoir'ın deyimiyle "öteki" olan kadınlar bir çok alandan ya mahrum bırakılıyor ya da bir çok duruma maruz bırakılıyor. Açmak gerekirse, Monique Wittig'in çok güzel ifade ettiği gibi "Cinsiyet kategorisi kadınları sahiden de kıskıvrak yakalamıştır". Cinsel varlıkları kadınları her alanda görünür kılsa da toplumsal alanların neredeyse hiç birinde niteliksel olarak görülmezler. Kamusal alanda ancak cinsiyetleri ile varolurlar. Örneğin, gazete haberlerinde "iki kadın öğretmen", "kadın pilot", "kadın doktor" gibi haberleri neredeyse her gün görüyoruz. Kısacası, cinsiyetimizle var oluyoruz, var ediliyoruz. Sahnedeki oda örneğimize geri dönecek olursak, kararlar alınan odaya giriş izni olan kişilere "erkekler girebilir" demiyoruz, ya da demiyorlar. Ancak odadan mahrum bırakılanlar "doğalında" kadınlar oluyor.

                1960'lı yıllardan ve gerçek hikayeden uyarlama bir filmden bahsettiğimizi unutmayalım. Ancak, günümüzde ülkemize ve Dünya'daki bir çok ülkeye baktığımızda bu örneğin şekil değiştirmiş bir çok varyasyonunu bulabiliriz. Üstelik daha iki yüzlüsü diyebiliriz. 1960'lı yıllardan bu yana, İkinci Feminist Dalga'nın kazanımları ve o günden bugüne büyüyen mücadeleyle artık kadınların giremedikleri odalar yok. Teknik olarak, astronot olmalarında, bilim alanıyla ilgili herhangi bir dalda çalışmalarıyla ilgili özellikle batı ülkeleri üzerinden konuşmak gerekirse, bir kısıtlama yok. Ancak bu kısıtlamaların 'olmadığı' anlamına gelmiyor.

                Kadınlar artık cam tavanlarla 'korunuyor'. Eşit işe eşit ücret mücadelesi günümüzde Amerika Birleşik Devletleri gibi sözde kadın hakları konusunda ileri bir ülke için bile hala bir tartışma konusu. Yine sinema alanından örnek verecek olursak, Jennifer Lawrence, Sandra Bullock ve Kate Winslet gibi ünlüler gelir eşitsizliğine dikkat çekmişti. Bunun yanısıra yapılan araştırmalar Amerika Birleşik Devletlerinde neredeyse tüm işlerde kadınların erkeklerden %20 daha az ücret aldığını gösteriyor. Bununla birlikte, kız çocuklarının büyük bir çoğunluğu sosyal alanlara itiliyor. Küçük yaşta kız çocuklarına daha duygusal, anlayışlı, düşünceli ve sabırlı olduğu öğretilerek daha toplumsal ya da bireysel konulara yönlendiriliyor. Bir çok kız çocuğu ilkokul, ortaokul yıllarında matematik, fizik ya da biyoloji gibi alanlarda başarılıyken buna rağmen üniversitede sosyal bilgiler alanlarını tercih ediyor.

                Özetle, Hidden Figures filmindeki oda sahnesi metaforundan devam edecek olursak; gerek karşımızdaki bir odanın duvarı olsun, gerekse bize camın üst tarafından "haydi buraya gel" diye çağıran erkekler, biz kadınlar çalıştığımız ve iyi olduğumuz her alanda karşımızda sırf cinsiyetimizden dolayı bir kapı ya da duvar buluyoruz. Yerel bir örnek vermemiz gerekirse, ülkemizde özel sektörde çalışan kadınlar hamile olduklarında işten çıkartılabiliyor. Ayrıca, kadınlara doğaları gereği 'anne' olmaları gerektiği dikta edilirken, hamile olma ve izne çıkma ihtimallerine karşı da işlerinde yükselemiyorlar. Bununla birlikte, ülkemizdeki ücret farklılıkları ve koşullarına dair bir araştırma da elimizde bulunmuyor.

Kimin Tarihi?

            Hidden Figures filminden bana arda kalanlar arasında bir Tarih anlayışı var. İsterseniz lise yıllarından bu yana feminist kaynaklar okuyun, özellikle feminist tarih okuyun ya da ilgili olun, 1960'larda NASA'da bilgisayar olarak çalışan üç kadının hikayesini size hiç bir tarih dersi anlatmayacaktır. Filme çekilmemiş olsaydı uzay bilimine özel bir ilginiz olmadığı sürece belkide bu üç kadını duymayacaktık bile. Tarih dersleri ve kitapları bizlere savaşlardan zaferle çıkan savaşçı erkekleri ve ülkesini savaşlardan kurtaran başkanları anlatırken kadınları, kadınların tarihini görmezden gelir. Örneğin, kaçımız küçük yaşta kadınların oy vermek için dahi koca bir mücadele verdiğini ve bu mücadele için öldüğünü biliyorduk? Kadınların tarihsel mücadeleri bize hoş bir tabakta servis edilmiyor, biz kendi tarihimizi öğrenmek için bile bir mücadele veriyoruz.

            Fatmagül Bektay, Tarihin Cinsiyeti kitabının ilk bölümünde Cicero'nun ünlü sözüne yer verir, Cicero der ki "Kendi doğumundan önce olanları bilmeyen, sürekli çocuk bırakılmaya mahkumdur." Kişi kendinin, yapabileceklerinin ve yapamayacaklarının sınırlarını bilmelidir. Bunu da ya deneyerek ya da önceki insanların yaptıklarından öğrenebilir. Bu nedenle de Tarih insanın toplum bilinci için de oldukça önemlidir. Ama böyle bir durumda, 'hangi tarih?' ve 'kimin tarihi' gibi sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Büyük harfle bize öğretilen Tarih anlatısı, bizim değil, iktidar savaşlarının ve erklerin tarihi. Böyle bir Tarih anlatısı içinde 'insanoğlunun' uzaya gittiğini biliyoruz, bize küçük yaşta astronot kıyafetleri içinde erkekler gösteriliyor. Bilim erkek egemen bir alan haline geliyor, kadınlar çoğu kez sosyal alanları tercih ediliyor ya da bu alanlara itiliyor.

Bir Beyaz Feminizm Eleştirisi:

                Şüphe götürmez ki feminist hareket tarihi boyunca feminist teoriye getirilen en değerli eleştirilerden biri siyahi feministlerin beyaz feminizme karşı geliştirdikleri eleştiridir. Başta Angela Davis, Audre Lorde ve Bell Hooks gibi feminist teorisyen ve yazarlar beyaz orta ve üst sınıf burjuvazi feminizmini kendi deneyimleri doğrultusunda eleştirdi ve feminist teoriye büyük katkıda bulundu. Bu ikili tartışma kendi coğrafyamızda karşımıza çıkan bir tartışma değil. Ancak, her ne kadar fiilen böyle bir tartışmanın içinde olmasak da, çeşitli coğrafyalardan siyahi kadınların deneyimlerinden ve eleştirilerinden -özellikle orta sınıf feminizmi eleştirilerinden- çok fazla bilgi edinebilir ve üzerine düşünebiliriz.

                Örneğin, Feminizm Herkes İçindir isimli kitabında Bell Hooks, feminist hareket içerisindeki, kürtaj hakkı, doğum kontrol yöntemleri ve kendi kaderini tayin hakkının genellikle beyaz ve üst sınıf olarak tanımlayabileceğimiz imtiyazlı kadınlara kolaylıkla tanınan haklar olduğunu ancak ayni üst ve orta sınıftan kadınların diğer sınıflardan bir çok kadının sorunlarını kolaylıkla görmezden gelebildiğini söyler. Bell Hooks "eşit işe eşit ücret" mücadelesinde dahi bu mücadelenin sonuçlarından yararlananların yine imtiyazlı kadınlar olduğunu ve işçi sınıfından kadınların bu mücadelenin kazanımlarından yararlanamadığını dile getirir. Bell Hooks'a göre politik olarak dayanışma içindeki bir kız kardeşliğin gerçekleşebilmesi için imtiyazlı kadınların siyahi ve işçi sınıfından kadınların yaşadığı zorluklarla yüzleşmesi gerektiğini savunur.

            Şüphesiz ki, Bell Hooks'un önerdiği feminizm özellikle kitabın yazıldığı tarihsel döneme göre kapsayıcı bir feminizmdir. Bell Hooks herkesin anlayabileceği bir feminizmden bahseder. Feminizmin ağır bir dille ve insanlardan uzak akademik bir çerçevede değil, herkesin anlayabileceği bir dilde ve gerekirse insanlarla iletişim içinde paylaşılabilecek bir teori olduğunu savunur. Vizyoner feminizm olarak bahsettiği feminizmin günümüzde kadın hareketini daha bütünlükçü ve farklılığa açık bir şekilde yeniden inşa ettiğini söyler. Ayrıca kitabın tamamına hakim olan düşünce erkeklerin de kadınlar kadar feminizme ihtiyacı olduğu ve ırk, sınıf ve cinsel yönelim gibi ayrımlar yapmadan daha kapsayıcı bir feminizmle mücadelenin devam edebileceğidir. Aslında kitabın ismi Bell Hooks'un yukarda bahsedilen tüm sorun ve çözümlerle ilişkisini çok açık bir şekilde ifade eder; Feminizm Herkes İçindir.

            Ayrıca, Audre Lorde'de 1979 yılında New York'da gerçekleştirilen “Second Sex” konferansının ‘Bireysel ve Politik olan’ panelinde yaptığı tarihi konuşmada feminizmin kendi içindeki baskıcı potansiyelinden bahseder. Lorde, varoluşçuluk üzerine konuşma yapan kadınlar arasında lezbiyen, siyahi, işçi ya da üçüncü dünya ülkelerinden kadınlar olmadığına dikkat çeker. Lorde feminist hareketin kendi dışlayıcı potansiyeliyle yüzleşmesi gerektiğini ve her zaman daha kapsayıcı ve sınırlarını sorgulayan bir eleştirel refleks geliştirmesi gerektiğini söyler.

            Tam da bu noktada siyahi kadınların yaşadığı deneyimlerin feminist mücadeledeki önemi ve değerini bir kez daha hatırlıyoruz. Böyle bir eleştirinin varlığı feminist mücadelenin her zaman daha kapsayıcı ve daha bütünlüklü olması gerektiğine dair bir hatırlatmadır. Aynı eleştirel düşünce Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks (LGBTİ+) hareketinin feminist harekete yaptığı eleştiride de mevcuttur. Yukarda da bahsettiğim gibi, siyahi ve beyaz feminist tartışmaların ülkemizdeki feminist tartışmalarda bir karşılığı olmayabilir, ancak yarattığı zeminin evrensel olduğunu düşünüyorum, bu zemin de feminizmin kapsayıcılığı ve taşıdığı dışlayıcı potansiyeldir.

Sonuç: O Uzaya Gidilecek!

            Elbette, ne anlatılmayan tarihimiz ne giremediğimiz odalarımız ne de bölünmelerimiz hiçbir şeyin sonu değil, aksine başlangıcıdır. Taşıdığımız zengin mücadele ruhu, içinde barındırdığı dışlayıcı potansiyelden daha büyük ve güçlüdür. Bu yüzdendir ki feminist mücadele yüzyılı aşkın bir süredir büyüyerek ve kadın deneyimlerinden güç alarak devam ediyor. 1960'larda gerçekten odaya giremeyen üç siyahi kadının hikayelerini izliyor öğreniyor ve birbirimizin deneyimleriyle gelişiyoruz. Yapmamız gereken en temel şeylerden biri, potansiyelimizi görüp çoğaltmak, daha kapsayıcı bir feminist hareket inşa etmek ve elbette her zaman feminist kültürün temel taşı olan eleştirel düşünceye açık olmaktır. Böylece odalara sığmaz, uzaya da gideriz.

            Gaye Su Akyol'un dediği gibi; "ya o uzaya gidilecek, ya o uzaya gidilecek!"

 


Kaynakça:

Danovan, Josephine, Feminist Teori, çeviren; A. Bora, F.Sayılan, M.A.Gevrek, İletişim, İstanbul: 1997.

Wittig, Monique, Straight Düşünce, Sel Yayınları, İstanbul: 2013

Hooks, Bell. Feminizm Herkes İçindir, Çitlembik, 2004.

 

           

 

 

Bu haber toplam 6316 defa okunmuştur
2 Nisan 2017

2 Nisan 2017