1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Gerilla Sineması- Prag
Gerilla Sineması- Prag

Gerilla Sineması- Prag

Gerilla Sineması- Prag

A+A-

 

Evren Maner ve Tuğçem Monargalı

evrenalex@icloud.com


Out to the World Serisi, Bölüm 1

Bir kamera iki lens ile basit sinematografi teknikleri kullanılarak çekilen bu mini belgeselin bütçesi yoktur. Tatil maksatlı gidilen güzergah ele alınmış, herhangi bir planlama önceden düşünülmemiştir. Prag belgeseli içimize her gün daha fazla kapandığımız bu günlerde, farklı dünyalardan bir zaman kesiti sunmayı deniyor. Farklı dünyalar dediğimize bakmayın, içine girdikçe görüyoruz ki orası da bizim Dünya. Dünyalı olmak için çıkılan “Out to the World” isimli projemizin ilk biten ürünü. İyi seyirler!

Link: http://youtu.be/JB60bBwcLM4

Belgeseldeki bölümler üzerine yorumlar;

Ağustos 2013, Prag

Life in a Day

Alt açılarla desteklenmiş kutsal bir yerdeyiz. Gotik mimarisi baş döndürüyor. Katedralin içerisinden kamera havalanıp bir örümceği andıran kubbeyi çekiyor. Görüntü puslanıyor ve üzerine su damlaları düşmeye başlıyor. Derinden bir keman sesi.  Totaliter bir dönemin ayak sesleri. Şehrin genel görüntüsü derken birden bir kadın geçer. Karşıda duran dört erkek onu süzmektedir. Ve bu hareket, aslında temelde aynı olduğumuzu, insan olduğumuzu bir kez daha yüzümüze çarpar. Çağ ne olursa olsun, kültür ne olursa olsun, karşı cins hep ilgi uyandırır. Kamera katedrale doğru, yukarıya çevrilir.
Daha sonra çimlerde oturan insanlar görürüz. Meydanda amuda kalkanlar birazdan belediyenin serinletme makinesi ile sokak ortasında ıslanıp serinleyecekler. Arkadan gelen ıslık ve müzik sesinin geldiği yerdeyiz. Kare kutulardan yapılmış bir binanın önünde hang drum adlı enstrümanı müzisyenden tanıyoruz. Diğer yandan Ortaçağ katedralinin önünden bir rehber katedralin tarihini turistlere sözel olarak anlatmaya çalışıyor. İsviçre’den gelen hang drum, İspanyol turistler, Prag’ın yerlileri ve daha niceleri, Kıbrıs’tan giden bizlerin karşısına çıkıyor. Dünyanın kozmopolitleştikçe ne kadar güzelleştiğini bize ispatlarcasına.

Füniküler


Füniküler bölümü 12 yaş altındaki arkadaşlarımızın da anlayabileceği bir dil ile kurgulandı. Küçük bir çocuğa Kıbrıs’a ait objelerle hikaye anlatma imkanı üzerine kafa patlatmadan doğan bir çalışma. İki boyut çalışmalar hızlı ve efektif bir şekilde nasıl hazırlanırın görsel versiyonu.  Dile özellikle dikkat edilmeli. Gerek Türkçe gerekse Fransızca söylemlerde çok dikkatli olundu. Fakat belgeseldeki dil, “Fu-nic-u-lar (Fy-nky-lr,f-) kelimesi Fransızca okunurken konuşmaların İngilizce olması, daha sonradan Rumca altyazı ekleme girişimleriyle “karmaşanın” doruk noktasına çıkar. Bu “karmaşa” aslında kültürlerin birbirlerine ne kadar uzak görünseler de gerçekte nasıl da birbirlerinden etkilendiklerini göstermek bakımından önemlidir. Sonuçta, dil ne olursa olsun, kullandığımız sistemler, okuduğumuz eserler, yapılan müzik insanlığın ortak ürünüdür.
Elbette buradaki amaç fünikülerin ilk ne zaman ve nerede kullanıldığının, ardından Prag ile bağlantısının anlatılmasıydı. Yine 2 boyutun 3 boyutluya çevrilmesi çabası üzerimizden düşmüyor. Biz sürüklendikçe teknoloji alternatifleriyle geliyor. İnternet ve bilgi akışının hızı bir füniküler gibi bizi yukarılara çekiyor.

Barış Boyası


Bu bölüme başlık atmanın pek de uygun olduğunu düşünmüyorum. Başlıksız, geçiş gibi bir bölüm yapma üzerine  bir çalışma oldu. Prag’da sokak ortasında insanlar tuğlaların üzerine resimler çizip duvar yapıyorlar. Duvara baktığımızda Gezi Parkı eyleminin yankılarını görüyoruz “Her Yer Taksim” tuğlasında. Bunu örgütleyen kadın Prag’lıların güleryüzlü olmadığını iddia ediyor. İspanyol bir arkadaşı gelmiş geçenlerde. Hiç gülmüyorsunuz demiş. Diğer taraftan turizm enformasyonda çalışan elemana “spa” şehri olan Karlovy Vary nedir diye soruyoruz. Aklına bir türlü İngilizcesi gelmiyor. Düşünmeye başlıyor. Derhal -içimizden- “işini bilmeyen uyuz memur” lafları yankılanıyor. Çok önyargılıyız. İngilizcesini bilmiyor sadece! İçinde yaşadığı koşullar insanı fesat yapıyor, fesat. Yine teknoloji yetişiyor, bilgisayardan bakılarak İngilizce karşılığı bulunuyor aranılan kelimenin.

Parsley, Sage, Rosemary & Thyme

Simon & Garfunkel dinleyerek Prag sokaklarını geziyoruz. Köprüdeki dilencileri ve sanatçıları yakından inceliyoruz. Şarkı giderek köprüde flüt çalan kız ile birleşiyor. Prag’da bir deniz kabuğundan İskoç Simon & Garfunkel’ın ezgisini dinliyoruz. Başka bir İskoç esintisi, başka bir meydanda karşımıza çıkıyor. Ortaçağ ile günümüz arasında gidip geliyoruz.

Jazz and the City

Her şeyden önce şunu söylemek lazımdır! Gece saat 22:00’den sonra şehrin barlarında caz doğaçlamaları yapılıyor. Ünlü veya amatör gruplar sabah saat 04:00’e kadar doğaçlama yapıyorlar. Mükemmel ötesi müzik kalitesi. Yerli yapım bira eşliğinde, davulda mükemmel bir fırça darbesi, ardından kontrbas atakları ve saksafonun mükemmel derinliği. Bütün bu heriflerin beyaz ve Balkanlardan olması yine evrensel değerler hususundan çok değerli. Barın sahibi ile telif hakkı muhabbetimiz yenilgiye uğradığından bunları aktarmak pek mümkün olmayacak. Onun yerine başka bir caz parçası bize nehir kıyısındaki hayatı hissettiriyor.
Bir turist gemisinin kanalda gidişi farklı açılardan çekilmiş. Etrafta eğlenenler ve insanların ayaklarıyla sürdükleri bisikletimsi tekneler komik kareler oluşturuyor. Satürasyon değerleriyle oynamak eğlenceli. 70-80 ve 90’ların renklerini uygulamak için gece gündüz örnek aranıyor. Çek Cumhuriyeti’ne özgü oyuncaklar peşimizi bırakmıyor, ama özgünlük de bir yere kadar; İtalyan Pinokyo İspanyol Çingenlerinden Gypsy Kings’in müziği ile dans ediyor. Ve tüm bunlar Yunanlı dükkan sahibinin dünyaya bağlandığı telefonu ile mesaj yazarken  gerçekleşiyor. Birden insan kendini de yabancı hissetmiyor artık. Prag sizi mutlulukla karşılıyor, ait hissettiriyor. Dünyada kendinizi ait hissedeceğiniz yerlerin birden fazla olması çok güzel bir his. Bir de 9 Euro’ya Thai masajı. Biftek, mısır ve havuç. Yanında da çilekli kremalı bastiç. Restoran füzyon mutfağı yemekleri yapıyordu desek şaşırır mısınız?

Kafka-Son Bölüm

Alt yazıya alışmışken başka bir dil çıkıyor diyor pilot grup gözlem ekibi. Hayır, hayır, başka bir dil değil o. Rumca sadece. Alıştığın yere değil, genel kareye bak demeye çalışıyoruz ama kafalara montaj yapılmış adeta. Başka dil değil o, o bir his. Sonuçta, Kafka’nın yarattığı hisler, hangi dilde olursa olsun, benzerdir. 

-“Yağmurlar içindeydi Prag, bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı, kapağını açtım. İçinde genç bir kadın uyuyor.” Franz Kafka


Hava güneşliyken birden yağmur bastırdı. Kafka’nın evindeyiz. Kafka’nın melankolisi içimize işledi... aynen dışarda yağan yağmurdan ıslananların içine işlediği gibi. Tuna nehri hızla kayıyor. Turist gemileri acilen kenara çekilmek zorunda. Nehirde yüzen bir ev. İnsanlar koşuşturuyor. Yağmur sıkmış. Lensin arkasında güneş yavaş yavaş çıkmaya başladı. Tuna parlamaya başlıyor. Şehrin heykelleri nemli. Sokaklar sanki nehirde sallanıyor. Arınıyor Prag, o bunaltıcı sıcak bir “ağlama” ile sakinleşiyor. Bernardo Sassetti’nin piyano sonatı çalıyor arkada, ağlamanın ne kadar iyi geldiğini bize hissettirmeye çalışırcasına. Üzgünüz çok, Prag’ı bırakmak istemiyoruz. Dönmek istemiyoruz Kıbrıs milliyetçiliği kisvesi altındaki ırkçılığa bulanmış hisler değil istediklerimiz. Dünyaya bağlanmak istiyoruz. Ama öyle sadece teknoloji yoluyla değil; İtalyan komşumuzun Yunan tavernasının olduğu, Prag’dan gelen caz grubunun Türkü barın yanındaki kahvede çaldığı bir yerde yaşamak istiyoruz. Daha dünyalı olmak...
Ofislerde insanlar beliriyor. İşe geri dönme vakti. Evden uzaklaşıyoruz ve kapı kapanıyor. Dönüyoruz Kıbrıs’ın misafirperver insanlarına.

Bu haber toplam 2027 defa okunmuştur
Gaile 287. Sayısı

Gaile 287. Sayısı