1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz!”
“Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz!”

“Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz!”

Bugünün Türkiye’sinde olan budur. Siyaset, mahalledeki kavga tonuna indirgenmiş, sesi en çok çıkanın, bağırıp, agresif olabilenin sürekli kazandığı bir arenaya dönüşmüştür.

A+A-

 

Hakan Karahasan
Hakan.karahasan@gmail.com

“Yeni bir siyaset için yeni bir felsefe” derken Alain Badiou, hakikat arayışının günümüzde halen devam ettiğini, daha doğrusu hakikatlerin olmadığı bir dünyanın içinde bulunduğu sorunlara çözümün yine (her şeye rağmen) bir kurgu olan hakikat inşasından geçtiğini, geçmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Buradan bakıldığı zaman şu yoruma varmak mümkün: Hakikat(ler)in yokluğu veya ol(a)mamasının yarattığı/ortaya çıkardığı boşluk doldurul(a)mazsa, er ya da geç onların yerine başka (bir) hakikat(ler) inşası gerçekleştirilecektir. Bu inşa edilen hakikatımsı kavram veya varlık, en azından belli kitleleri, o adına hakikat dedikleri, inandıkları düşünce uğruna sorgulamadan takip etmelerine, on(lar)a önkoşulsuz itaat etmelerine yol açmakla kalmayıp, toplumdaki diğer kesimleri (hakikat(ler)in varlığına kuşkuyla yaklaşan) sindirmek için, bildik yöntemler olan öcüleştirmeden tutun da, fiziksel saldırıya kadar tüm yöntemleri kullanabileceklerdir.

22 Ocak 2018 günü vuku bulan olaylar bizlere bunun artık görmezden gelinebilecek veya kaçınılacak bir unsur, uzaklardan bir haber olmadığını ispatladı. Bir ülkenin (beğenilsin, beğenilmesin) Meclisinin çatısına çıkabilme cüretini göstermekten tutun, o ülkenin Cumhurbaşkanını protesto etme şekilleri ve yine aynı Meclisin üyelerinden birisinin bir diğerinin suratına fırlattığı kâğıtlara bakıp bütün bu hareketlerin arkasında olup destekleyen kitleye bakıldığında, Badiou’nun ne kadar haklı olduğu görülebilir.

İkili zıtlıklara şüpheyle yaklaşsak da, var olan durum konuya yaklaşanları bu ikili dilin içine hapsediyor. Ya desteklersiniz ya da desteklemezsiniz! Buraya kadar herhangi bir sorun yok aslında. Sorun kendisini, bu ülkeyi, bayrağı her şeyden kutsal saydığını iddia eden kişilerin, çelişkili bir şekilde, bir yandan “biz tek bir milletiz, biriz” iddiasında bulunurken yapmış oldukları eylemin kendisinde saklı. Diğer bir deyişle, milliyetçi bütünlük söyleminin içinin ne kadar kof olduğunu gözler önüne seren bir davranış. İnanılan devletin en yüce iki kurumu, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis protesto ediliyor. Sebepse, hiçbir şekilde “tahammül edilemeyecek” bir açıklama! Soruyu şöyle sormakta fayda var: Acaba gerçekten bu muydu sebep? Yoksa, bir süredir aranılan fırsatı doğuran bir bahane mi? Dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi bu ülkenin en önemli kurumlarının yine “yeterince iyi olmayan” kişilerce “işgal edilmiş” olduğundan, onlardan kurtulmak gerektiği vurgusu yapılıyor olması bu şiddet eylemleri ile. Unutulmaması gereken ise, bu “istenmeyen” kişilerin buradaki insanları temsil ettikleri (bu kişiler beğenmeseler dahi). Böylece başa, farklı bir şekilde dönüyoruz: Hakikat(ler)in yokluğunda, yoktan var edilmesiyle belli kitleleri birleştirip, büyük anlatı yanılgısı yaratılırken, diğer yandan hani biz tek, güzel, kendi içinde iyisiyle kötüsüyle bir millettik? Bu sorunun cevabını okuyanlara bırakırken, hakikatsiz bir dünya ve Kıbrıs’ta yeni siyasetin ne olduğuna dair birkaç noktaya kısaca değinmek istiyorum.

Yeni siyasetin miladı 22 Ocak 2018. Daha önce Meclis hiç şiddet görmedi mi? Gördü. Peki, 22 Ocak 2018’in farkı nerede? Şurada: Belli bir davranış üzerinden kendisine yer bulan kişi/kişilerin “meşru” bir zemine kavuşmuş olması. İlginç olan ise şu: Aynı Meclis, “protesto” eden kitle açısından hem hâlâ daha yüce bir kurum (neticede orası Meclis), hem de “orada olmaması gerekenleri” barındıran bir yer. O kişiler olmasa, hepimiz robotlar gibi aynı nakaratı tekrarlasak, herkes mutlu olacak, toplum doğru yolda şaşmadan ilerleyebilecek. Başka bir deyişle, çözüm onlardan kurtulmakla mümkün. Bunun yolu da belli: Şiddetle sindirmek. Ancak şu soru nedense sorulmuyor: Aynı kitle başka bir ülkede benzer bir eylemi aynı gerekçelerle yapabilir mi? Veya aynı kitle başka bir ülkede, başka bir ülkenin ve siyasi partisinin bayrağını o ülkenin Meclisinin tepesine çıkıp açabilir mi? Açması o ülke vatandaşları tarafından nasıl karşılanır?

Burada başka ülke derken kastedilen elbette Türkiye. OHAL ile yönetilen, eleştiri imkânının bizzat devlet eliyle sıfırlandığı ve bunun için kimseye izahat verme yükümlülüğü olunmayan bir ülke. Hadi bunu geçtik. Konunun hakikat ile ilişkisine geçmeden, yeni siyasetin dili üzerine bir küçük noktaya eğilmek istiyorum.

22 Ocak 2018. Kıbrıs’ta yeni siyasetin beden bulduğu tarih. Siyaset artık sürekli sokaktaki dile indirgenecek ve o meşhur deyişte belirtildiği gibi, belli bir noktaya kadar inildiği zaman o mücadeleyi kazanma şansınız hiçbir zaman ol(a)mayacak çünkü kullandığınız dil ve eylemler sizi o kadar aşağıya çekecek ki, o noktada bunu yapmak suretiyle mücadeleyi çoktan kazanmış olacaklar. Bugünün Türkiye’sinde olan budur. Siyaset, mahalledeki kavga tonuna indirgenmiş, sesi en çok çıkanın, bağırıp, agresif olabilenin sürekli kazandığı bir arenaya dönüşmüştür. Kıbrıs’ta da durum ne yazık ki bundan sonra böyle olacak. Meclis kürsüsünde yapılacak tartışmalar bir kabadayı tarzı hareket ile sekteye uğratılacak, böylece tartışılan konu özünden çok başka yerlere çekilecek, tartışma bittiği zaman ise bütün tartışma ve gerçek konu arasında neredeyse sıfır ilişki olduğu bir anlığına hatırlanacak olsa bile, anlık tartışmalar sayesinde sürekli özden uzaklaşılıp, hareketlere odaklanmaya sebep olarak siyaset dışı bir siyasetin hüküm süreceği uzun ve karanlık bir dönemin kapısı aralanmış durumda. Aralanmış durumda sözünün bir anlamı var: Kapının aralanmış olması, ille de açık olacağı anlamına gelmiyor. Yapılabilecekler hâlâ var. Ve bunun yolu da örgütlenmek suretiyle faşizme karşı çok kullanılan tabirle “sıfır tolerans” gösterilmesinden geçiyor.

İşte tam da bu yüzden küresel ölçekte yükselişe geçen muhafazakârlık ve milliyetçiliğin yerine yeni bir hakikat koyulması zaruret halini almış durumdadır. Bu hakikat, bildik anlamda klasik Marxist bir hakikat değil elbette. Kıbrıs’a dönecek olursak, mevcut siyasetsizliğin yarattığı bu boşluğu doldurmaya şimdiden başlayan bir kitlenin var olduğu bir realite. O zaman, yapılması gerekenlerden bir tanesi bu tür şiddet gruplarına, seviyesiz “siyasi” dile cevap olarak süratle, onların tuzağına düşmeden, cevap veren başka bir dil oluşturmak. Bunu yaparken şu da unutulmamalı: Mahalle siyaseti ve dili vasıtasıyla sürekli aşağıya çekilme tacizlerine gelmemenin yollarını, bütünlüklü bir politika üzerinden oluşturmalı. Bu bütünlüklü politikanın ne olduğunu söylemek için şartlar henüz oluşmaya başlıyor. Bir araya gelmeden bunu oluşturmak mümkün değil. Bunun yanında, şiddete meyilli bu gruplara yönelik olarak ise yasalar nezdinde en ağır cezaların verilmesi gerekiyor ki, buldukları boş meydanı şiddetle doldurmayı bir alışkanlık haline getiremesinler.

22 Ocak 2018. Matrix filminde Morpheus’un Neo’ya söylediği o ünlü sözle söylersek, Kıbrıs’ta siyaset açısından ciddi bir uyarı, belki de son uyarı idi. Aksi takdirde, iş işten geçtikten sonra olacak olan tek şey kutuplaşma ve Kıbrıs gibi küçük bir yerin kaldıramayacağı bir bayağılık olur. 22 Ocak 2018: “Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz.”

Bu haber toplam 4509 defa okunmuştur
Gaile 449. Sayısı

Gaile 449. Sayısı