1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Geç Modern Zamanlarda Feminist Hareket
Geç Modern Zamanlarda Feminist Hareket

Geç Modern Zamanlarda Feminist Hareket

‘Garip zamanlarda yaşıyoruz’ bir kas refleksi gibi çıkıyor ağzımızdan çoğunlukla bu günlerde.

A+A-

kg-ozel.jpg

 

Berna Numan
* (DAÜ-SEN)

 

İran’da, Afganistan’da, Mısır’da 1960’lı yıllarda çekilmiş modern üst sınıf kadınlarının fotoğraflarını her fırsatta paylaşan annelerimiz, teyzelerimizin içinden geçeni belki de çok iyi anlıyoruz bu günlerde. Anlamaya anlıyoruz belki ama eleştirel bakış açısı sınıfsal açmazları da aynı anda gözümüze bir şimşek gibi çakıyor. Bu fotoğraflarda bahsi geçen toplumların her kesimini resmetmediğini ve de ayrıca muhtemelen baskıcı militer rejimler altında yaşayan birçok muhalif kadının kodeste olduğunu biliyoruz ve o fotoğraftaki Hülya Koçyiğit’ler bizim için anlamını yitiriyor birden. 

‘Garip zamanlarda yaşıyoruz’ bir kas refleksi gibi çıkıyor ağzımızdan çoğunlukla bu günlerde. Esasında ne ‘garip’, ne ‘zaman’, ne de ‘yaşamak’ kelimelerinin anlamını düşünüyoruz bu cümleyi kurarken. Eleştirel kuramları öğrenen hatta öğretenlerimiz dahi belki bu sözcükleri ağızlarımızdan çıkarken son anda yakalayıp yutuyoruz.  Aslında garip zamanlarda değil Geç Modern zamanlarda yaşıyoruz.

Feminist hareket olarak dört temel sorunsalımız var. Bunlardan birincisi toplumsal cinsiyet eşitliği ve çok kültürlülük anlamında yürütülen mücadelelerin kazanımlarına karşı gösterilen doğrudan veya dolaylı tepki. Bu defansif duruş  ile mücadele araçları hemen hemen her toplumsal demokrasi savaşında kullanılanlarla aynıdır ve bu araçlarla ilgili bilgi edinilebilir. Örgütlü mücadele, eğitimci eğitimi ve bilimum ittifak ve koalisyonlar. Arayıp bulacağımız, benzerlerini mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde 1960’larda başlayıp hala daha devam eden sivil haklar hareketinin portföyüne bakarak öğrenebileceğimiz bir sürü eylemlilik hali, bir sürü direniş yolu var mesela.

 

İkinci sorunsal daha zor baş edilir bir kategoride. Siyaset yapma biçimi son yıllarda sadece bulunduğumuz coğrafyada değil sosyal sınıfların belirginsizleştiği tüm siyasal sistemlerde görülmekte. İşçi sınıfının ortaya çıkmasından sonra siyasi partiler sosyal sınıfa dayalı ipuçlarını kullanarak seçim propagandalarını yürütmekteydi. Yani mavi yakalı dediğimiz işçi sınıfından oy bekleyen partiler onlara ulaşacak propagandalar yürütüyor, beyaz yakalı diye ifade ettiğimiz orta sınıflara hitap edebileceğini düşünen partiler ise onlara ulaşmaya çalışıyorlardı. Seçim kampanyaları da katolik/işçi/etnik köken odaklı, bir diğer taraftan da beyaz/protestan/sermaye odaklı oluyordu. Bizim yaşadığımız coğrafyada ise son zamanlara kadar sınıflarla ilgili ipuçları (social cues) feodal bazı bağları da devreye koyarak partilere gayet iyi birer gösterge oluyordu. Yaşadığımız bu günlerde artık bunların geçerli olmadığını görüyoruz. Mavi yakalı bir işçi genelde orta ve sermaye sınıfının oy verdiği  bir partiye sırf güvenlik konusundaki tutumundan dolayı oy verebiliyor. Sınıfsal ipuçları sınıfsal aidiyetlerle birlikte kayboluyor. Bundan dolayı da siyaset kişiye özel ve bireysel bir hal alıyor. Partiler bir kişi ile bağdaştırılıp, ki bu genelde parti başkanı oluyor, seçim kampanyası yürütüyor. Seçmenin kişisel özelliklerine yönelik nokta atışı yaparak sosyal medya üzerinden özel videolar gönderiliyor. Modernitenin ileri zamanlarında siyaset yapmak erdemli olmak yerine en iyi satış yapmak gibi bir hal alıyor. Feminist hareket kişiselleşen ve bireyselleşen siyaset arenasında erdemlilik ibreti olarak önümüzde duruyor.

Üçüncü sorunsal ise kamusala zühur etmiş piyasa mantığı ile ilgili. Habermascı bir bakış açısından bakılınca genelde piyasaya hakim olan çıkarcı mantığın iletişimsel mantığın önüne geçtiğini birçok alanda görüyoruz. Parlementomuza, yazılı ve sözlü basına hakim olan çıkarcı mantık, kişisel ilişkilerimizde de bize tek bir şeyi dikte ediyor. Anlamak için değil amacına ulaşmak için dinle. Hal böyle olunca yürütülen feminist mücadele de erdem ve toplumsal adalet boyutları ile değil hangi zamanda ne kadar çıkar sağlanabileceği mantığı ile karşılık buluyor. Siyasi oyuncular bu mantık üzerinden feminist harekete yaklaşıyor.

Bunlara ek ve dördüncü sorunsal olarak toplumsal hareketleri etkileyen Baudrillard’ın hipergerçek diye adlandırdığı Geç Modern döneme özgü olguları sayabiliriz. Eşyanın ve maddi çıkar sağlamak adına yapılan değiş tokuş sırasında hesaplanan değerin Geç Modern zamanlarda daha önceki zamanlarda anlaşılan değer ile aynı olmadığını görüyoruz. İşlevsellik ile değer arasındaki bağ kopmuş simge ile işlev arasında bir bağ oluşturulmuş durumda. Nesne, özne sadece simulasyonda var olabiliyor. Örneğin bir yerde sevdiğimiz kişi ile yemek yemekten aldığımız zevkin değeri o yemeği sosyal medyada paylaşmak ile karşılaştırıldığında daha az olabiliyor. Durum böyle olunca da yenilen yemekten ve bulunulan meclisten zevk alınmasa bile bir sosyal medya paylaşımı ile bu varmış gibi yapılıp bir hipergerçek yaşanabiliyor. Bu örneği birçok sivil toplum örgütünün yaptığı eylemlere de uygulayabiliriz. Feminist hareket bu durum ile de her adımında karşı karşıyadır.

Böyle zamanlarda feminist eylem ve duruş ne olmalıdır? Bireyselleşme ile mücadele, kişiselleşen siyaset ve parti yönetimi ile mücadele ancak geniş bir kesime ulaşarak yapılabilecektir. İngilizce tabiri ile hali hazırda ikna olmuş olanlara vaaz vermek çok boyutlu mücadelede başarısızlığa yol açacaktır. Feminist hareketin kıracağı erkek egemen düzen ve söylem, sağlam zincirlerle piyasaya ve adeta bir simulasyonda yaşayan bireylere sıkıca bağlıdır. Mücadele sadece kenardan laf atan, sırası geldiğinde tehdit eden, şiddet kullanan bireylerle değil Geç Modern zamanda her konuda ‘mış’ gibi yapan siyasetçilerle, aydınlarla, sendikacılarladır da. Feminist hareketin mücadelenin boyutlarını görüp araçlarını ona göre geliştirecek derinliğe, sebata ve de her zamanki gibi kardeşliğe ihtiyacı olacaktır.

Bu haber toplam 2181 defa okunmuştur