1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. gaile’nin gözüyle
gaile’nin gözüyle

gaile’nin gözüyle

gaile’nin gözüyle

A+A-

 

• Türkiye'den Kıbrıs'a gönderilecek suyun yönetimi hakkındaki tartışmalar, farklı boyutlara taşınmaya başladı. Kıbrıs Türk toplumu, bu konudaki dayatmalara karşı durmak için gerek belediyeler nezdinde gerekse siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temelinde somut öneriler ortaya koydu. Buna rağmen sömürgecinin temsilcisi gibi hareket eden TC Lefkoşa Büyükelçiliği, 7 Ocak günü  vesayet sistemini yeniden üreten buyurgan bir tavırla açıklama yaptı. Böylece Kıbrıs Türk toplumunun haysiyetini de hiçe saydığını kanıtladı. Büyükelçi açıklamasında: “Su konusunda Türkiye ile görüşmelerden bir sonuca varılamadığı yönündeki açıklama ve yorumlar gerçeği yansıtmadığı gibi, kavram kargaşası yaratıcı niteliktedir. Esasen konunun, bu aşamada doğru adresinin parti meclisi değil, Bakanlar Kurulu olduğu kamuoyunca takdir buyrulacaktır" diyerek, kendi yetki alanını aştı ve Kıbrıslı Türklerin kendi iç yönetimine müdahale etti. Aynı açıklama içerisinde "KKTC heyetleri ile mutabakata varıldığına” da vurgu yapıldı. Bu noktada gerçek görevi kendi devletini başka bir coğrafyada temsil etmek olan Büyükelçinin, en kısa zamanda bu talihsiz açıklamasına yönelik Kıbrıslı Türklerden özür dilemesi gerekiyor. Ayrıca su yönetimi konusunda, bu sömürgeci tavır ile hemfikir olup Kıbrıslı Türklerin iradesini ortadan kaldırmaya dönük çalışma yürüten işbirlikçi yerliler de en kısa zamanda topluma açıklama yapmak zorundadır.


• Kuzey Kıbrıs'ta Bakanlar Kurulu tarafından 11 Milyon 250 Bin Dolar karşılığında Ercan Havalimanı ile ilgili bir danışmanlık firmasından hizmet satın alınmasındaki usulsüzlüğe yönelik Yüksek Yönetim Denetçisi (Ombudsperson) Emine Dizdarlı kamuoyuna dönük bir açıklama yaptı. Ardından GazeddaKıbrıs.com isimli internet haber sitesi çeşitli kaynaklara dayandırdığı haberinde, hizmet satın alınan firmanın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın sınıf arkadaşı olan Ömer Elmas'a ait olduğuna yönelik belgeler yayınladı. Tüm bu gelişmeler hükümetin Türkiye ile karşılıklı saygıya ve eşitliğe dayalı bir ilişkiden çok, hükümetin AKP'nin yolsuzluklarına da taşeronluk yaptığına dair spekülasyonlara neden oldu. Hâlihazırda Türkiye ile dengesiz ilişkilerden kaynaklanan su, 13. maaş ve ekonomik protokol krizine bir de yolsuzluk krizi eklendi.


• Tecavüz tarihin birçok döneminde, savaş silahı olarak kullanıldı. Ordular veya paramiliter gruplar, toprak parçalarını işgal ederken, oralarda yaşayan kadınların bedenlerine de egemen olmak isterler. Kıbrıs’ta yakın geçmişte yaşanan çatışma dönemlerinde de benzer olaylar yaşandı. Birçok kez gündeme getirilmiş olmasına rağmen susturulmaya çalışılan çığlık, kadınların tanıklıkları ile daha anlaşılır boyuta geldi. 1974’te 14 yaşında, Türkiye askerleri ve Kıbrıslı Türk paramiliterleri tarafından tecavüze uğrayan Kıbrıslı Rum kadın, 42 yıl sonra o dönemde yaşadığı acıyı hâlâ hissediyor. Kıbrıs’ta barışın inşa edilmesini istiyorsak, geçmişte yaşanan acılarla yüzleşmeli ve bunların iyileştirilmesi için ilk adım olarak özür dilemeliyiz.


• 6 Ocak tarihinde, 42 yıl sonra Mağusa'da bir ilk daha yaşandı. Yaklaşık 1000 civarında Kıbrıslı Rum, Palm Beach sahiline gelerek Ortodoks Hristiyanlar için önemli bir gün olan Epifani kutladılar. Başpiskopos Mağusalılara katılmayı reddedip, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasidis’i de yanına alarak Agia Napa'daki ayine katıldı. Ayrıca Başpiskopos, Mağusa piskoposunun da kendine katılmasını ve ayinin 'işgal bölgeleri' yerine 'özgür bölgelerde' gerçekleşmesini istedi. Mağusalı Kıbrıslı Rumlar ise Başpiskopos'un telkinlerine rağmen etkinliği Mağusa'da Palm Beach plajının olduğu yerde, 'kapalı' Maraş bölgesinin sahili önünde yaptı. Dini bir ayinde Mağusalı Kıbrıslı Rumlar kendi dini liderlerine rağmen, doğru olduğuna inandıklarını yaparken, Kıbrıslı Türk toplumunda "Bütün Kıbrıslı Rumların kilisenin sözünden çıkmaz" söyleminin tersine iradeleri ve vicdanları doğrultusunda karar vererek, barış ve bir arada yaşamı savunmaya dönük bir adım attılar.


• Kudret Özersay liderliğinde Halkın Partisi 6 Ocak 2015 tarihinde kuruldu. Kuruluşu öncesinde geniş tartışmalar oluşmasına sebep olan parti yaptığı basın toplantısında belli başlı politikalardaki duruşunu da açıkladı. Güçlü bir kitle desteği olacağı düşünülen siyasi partinin ideolojik duruşu ile ilgili çeşitli tartışmalar yaşanmasına rağmen, aynı gece Kanal T'de canlı yayında yayınlanan programda sendikalaşmaktan çok çalışma yasasının uygulanmasının önemine değinen Özersay'ın daha devletçi çizgide bir siyaset yapmasının mümkün olduğu düşünülüyor. Sendikalaşmaya yönelik destek belirtmemiş olmasının toplumda sendikalara dönük tepkiden ötürü özenle yapılmış popülist bir duruş mu olduğu yoksa sermaye çıkarlarına iyi görünmek için yapılmış bir açıklama olduğunu ise süreç gösterecek.


• 5 Ocak tarihinde Türkiye kıyılarına Ege Denizi’ni geçmeye çalışan mültecilerin teknelerinin alabora olmasından dolayı 33 mültecinin cesetleri Ayvalık sahillerine vurdu. Suriye savaşından bugüne kadar mülteci krizi birçok insanın hayatına mal olurken, kâr hırsıyla organize suça dâhil olan insan kaçakçılarına sahte can yeleği üretimi yapan fabrikalar da dâhil oldu. İzmir’de üretim yapan bir firmanın can yeleklerinin, su yüzeyinde kalmaya yardımcı olacak maddeler içermeyecek şekilde üretildiğini ve YAMAXA markasıyla satıldığı ortaya çıkarıldı. Her krizden kâr yapmaya çalışan, neo-liberal sermayenin insan hayatını hiçe saymış olduğunu bir kez daha gördük.


• 2016 yılının ilk günlerinde Kuzey ve Güney Kıbrıs elektrik şebekeleri “bir elektrik arzı noksanlığı ortaya çıkabilecek öngörüsüyle” iki farklı noktadan acilen birleştirildi. 2015 Mayıs ayında üzerinde mutabık kalınan beş güven yaratıcı önlemlerden biri olan elektrik irtibatı konusunda Cumhurbaşkanı sözcüsü Barış Burcu’nun TAK’a yaptığı açıklamasına göre çalışmaların kalıcı bağlantı seviyesine ulaşmadığı belirtildi. Uzunca bir süredir kamuoyu gündeminde yer bulan ve pozitif bir beklenti yaratan güven yaratıcı önlemler için atılan pratik adımların kalıcılıktan uzak sonuçlar doğurması endişe verici olarak değerlendirilebilir.


• 2 Ocak 2016 tarihinde Suudi Arabistan’da El Kaide üyeliği ve terörizmden suçlu olduğu iddia edilen 47 kişi idam edildi. İdam edilenler arasında Şii Şeyh Nimr al-Nimr’nin de bulunması, dünyanın dört bir yanında protestolara sebep verdi. Olayı kesin bir dille kınayan İran hükümeti ve Suudi Arabistan arasında siyasi kriz ortaya çıktı. Bununla birlikte ülkedeki İran elçiliklerini kapatma kararı alan Suudi Arabistan yönetimine tepkiler hafta boyunca sürerek devam etti. İki ülke arasındaki siyasi kriz, hâlihazırda var olan dini mezhepler arası şiddeti körükleyeceğinden endişe ediliyor. İki ülke, Yemen iç savaşında farklı grupları destekleyerek bir birine cephe almış olmakla birlikte, krizde gelinen son noktada İran Yemen’deki elçiliğinin Suudi Arabistan savaş uçakları tarafından kasten bombaladığını iddia etmektedir. İki ülke arasında git gide tırmanan gerginlik Arap yarımadası ve Orta Doğu’da barışa yönelik umutsuzluğu derinleştirmektedir.

Bu haber toplam 1420 defa okunmuştur
Gaile 351. Sayısı

Gaile 351. Sayısı