1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Feminizmin öznesi olarak LGBTİ
Feminizmin öznesi olarak LGBTİ

Feminizmin öznesi olarak LGBTİ

Feminizmin öznesi olarak LGBTİ

A+A-

 

Özgül Saygun
o.saygun@hotmail.com

• Lavanta Tehdit, 1 Mayıs 1970'de Kadınları Birleştirmek İçin İkinci Konferans'da(Second Congress to Unite Women) lezbiyen olmak ve lezbiyen  konularından bahsedilmemesini protesto etmek için kuruldu. Lavanta Tehdit, ismini İkinci Dalga Feminizmin önemli isimlerinden ve NOW başkanı Betty Friedan'ın lezbiyenlerin taleplerinden bahsederken, lezbiyenlerin "erkeksi" tavırlarının feministleri "erkek düşmanı" olarak gösterdiğini ve bu taleplerin ancak "lavanta tehditler" olduğunu söylemesinden alıyordu.

• 25 Kasım 2014'de Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde Ankara'da Kaos GL'den kadınlar "Lezbiyenler Savaşa Karşı" pankartıyla yürüdü. Aynı yürüyüş içerisinden kadınlar bu pankarttan rahatsız olurken, başka bir kadın elinde "Öğretilmiş kadınlığa HAYIR! Memesiz, Vajinasız, Sakallı Kadınım Buradayım!" pankartıyla tüm önyargılara göğüs gererek yürüyordu.

• 27 Haziran 2015 Onur Haftası ve Amerika'da Eşcinsel Evliliğin tanınması nedeniyle sosyal medyada herkes profil fotoğraflarını gökkuşağı bayrağı yapıyordu, Kıbrıs'ın kuzeyinde feminist hareket içerisinde önemli bir kadın bizi "bilmeniz gerek ki gökkuşağından önce mor bayrak vardır" diyerek uyarma ihtiyacı hissetti.

Öncelikle, birbirinden bağımsız, kopuk, tarihsel ve mekânsal olarak farklı görünen bu üç olayı anlatmak istedim. Aslında bu üç olay hiç de birbirinden farklı değil ve bizi yıllardır süren bir tartışmaya yönlendiriyor. 1970'de kendi taleplerinden yeterince bahsedilmediğini düşünen lezbiyen feministler 'feminist' harekete ne gibi bir tehdit oluşturmuş olabilirdi? 25 Kasım yürüyüşündeki 'lezbiyen' pankartı nasıl bir rahatsızlık yaratabilirdi? Öğretilmiş kadınlık neydi? Ve kendi coğrafyamıza dönecek olursak, gökkuşağında mor renge dikkat çekmemizi sağlayan korku neydi? LGBTİ mücadelesinden bahsetmek, kutlamak, tartışmak feminist mücadeleyi krize sokmamalıydı. O zaman bu uyarının nedeni ne olabilirdi?

Benim için önemli olan tanımlardan biriyle başlamak isterim. Monique Wittig 'feminizmi' şöyle açıklar: “10 yıl önce kendimizi 'feminist' olarak adlandırmayı seçtik, bu, ne kadın mitini korumak ya da onu güçlendirmek ne ezenin bizi tanımayışıyla kendimizi özdeşleştirmek içindi; bunu hareketimizin bir tarihi olduğunu doğrulamak ve ilk feminist hareketle aramızdaki politik bağı vurgulamak için yaptık” (Straight Düşünce; 2013: 48). Böylelikle, Wittig'e göre 'feminist' olmak sadece kadın olmayı ve ezilmişliği değil, bunun tarihine de işaret ediyordu. Erkek egemen kapitalist toplumlarda 'kadın' kategorisinin 'öteki' olarak görüldüğü ve her koşulda sistematik olarak ezildiği inkâr edilemez bir gerçek. Ancak tarihsel bir mücadeleye işaret eden bir kavram olarak kabul ettiğimiz 'feminizm' ve tarih boyunca sistematik olarak kategorize edilmiş 'kadın' kavramı arasındaki bağ nasıl açıklanabilir? Bu sistematik eziliş içindeki her 'kadın' kendini 'feminist' olarak görüyor mu? Ya da görmeli mi? Kısacası, feminizmin öznesi kimdir?

Sosyalist Feminizm ve Bilinç:

Bu soruların farklı bir çok cevapları olabilir. Ben özellikle iki cevap üzerinde durmak istiyorum; ilki ikinci dalga olarak adlandırdığımız muhalif hareketler içinde 1968 ruhuyla yükselen feminist mücadele içerisinden bir cevap olacak.

'Kadın' olmak ve 'feminist' olmak arasındaki mesafeyi daha iyi anlamak için Marx'ın 'yanlış bilinç' kavramına başvurabiliriz. Marx, insanların varlığını belirleyen şeyin bilinçleri değil toplumlar olduğunu söyler. Marx'a göre bilinci düzenleyen şey, ekonomik koşullardır, bu nedenle egemen sınıfın düşüncelerini özümsemek 'yanlış bilinç' anlamına gelir. Özellikle Marksist feminizme radikal feminizm içerisinden gelen tartışmalarla gelişen sosyalist feminizm aynı kuramı, kadın ve erkek kategorilerine uygular; erkeğin kadın üstünde kurduğu tahakküm burjuva ve kadınların ezilme deneyimleriyse proletaryadır. Kadınlar 'erkekle özdeşleşen' ideolojiden uzaklaşıp kendi 'doğru bilinçlerini' geliştirmelidir. Bu bilinçse ancak 1970'li yıllarda devrimci bir hareket içerisinde filizlenen 'bilinç yükseltme gruplarıyla' geliştirilebilir. Özellikle sosyalist ve radikal feministler tarafından geliştirilen 'bilinç yükseltme grupları', kadınların kolektif anlayış geliştirmeleri için yapıcı bir yöntemdi. Bir topluluk olarak baskı altında olan kadınlar, böylelikle kadınlık deneyimlerini devrimci hareket içinde var edebilecekti. Hedeflerden en önemlisiyse, kadınların ezilmesinin çeşitliliği karşısında öfke ve gerilim açığa çıkacak, böylelikle eylemlilik artacaktı. Feminist olmak ve kadın olmak arasındaki mesafe tam da burda ortaya çıkıyordu. Her kadının yaşadığı deneyimle doğru orantıda 'doğal olarak' feminist olması beklenemezdi. Ancak kadınların yaşam pratiklerinin yalnızca kendilerine özgü olmadığını, toplu bir baskı altında olduklarını keşfetmeleri feminist olmak ve kadın olmak arasındaki mesafeyi yakınlaştırabilirdi. Kadın deneyimleri sosyal olarak belirlendiğinden, bir kadının deneyimi kaçınılmaz olarak diğerleriyle benzeşecekti. Deneyim sadece kişisel olan değildi ve sadece kişisel olanla sınırlandırılamazdı, bu da özellikle ikinci dalga feminizmin en temel söylemlerinden olan 'özel olan politiktir' söylemini doğuruyordu. O halde, bu "kadınlık deneyimi" nereden geliyordu ve toplumsal cinsiyetli toplumlarda ne anlam ifade ediyordu?

Judith Butler ve 'Feminist Özne' krizi:

Judith Butler Cinsiyet Belası kitabında 'kadın' kavramını, 'cinsiyet-toplumsal cinsiyet' kavramlarını ve cinsiyetli bedenleri feminizmin içinden gelen eleştiri kültürüyle yeniden sorunsallaştırmayı hedefler. Simone de Beauvoir'ın kadının eril düzen içerisinde "öteki" olduğu düşüncesine katılır ancak Butler bundan da bir adım öteye giderek, "kadının" feminizm içerisindeki yerini sorgular ve tartışmayı İkinci Dalga'dan sonra daha da genişletir. Özellikle ikinci dalgayla gelen toplumsal cinsiyet/cinsiyet ayrımını, Beauvoir'ın "Kişi kadın doğmaz, kadın olur" sözünden de hareketle, bu iki kavram arasındaki bağ üzerine eleştirel bir görüş ortaya koyar. Butler'ın hedeflerinden biri de 'feminist öznenin' bir evrenselliği olup olmadığı sorusu ve eğer bu kategorilere böyle bir eleştiri yapılıyorsa buradan çıkacak siyasi potansiyelin ne olduğudur. Butler'ın Cinsiyet Belası'nı yazdığı yıllara da bakıldığında, feminizm içindeki bölünme diyebileceğimiz farklılık ve tartışmalar 'ortak bir kimliğin' varlığını gerçekten de ciddi anlamda krize sokar. Tam da bu noktada, Butler'ın açtığı tartışma ve feminist öznenenin yeri, feminizm içerisinde de değerli bir tartışmadır.

"Öznenin konuşulmayan normatif koşullarını yerine getirmeyi başaramayan kişileri dışlamasıyla inşa edilen özneleri temsil etmenin ne anlamı olabilir ki?"

Butler, temsili siyasetten tamamen ayrı bir siyaset önermez, zaten bunun imkânsızlığının da farkında olduğunu açıkça bildirir (Cinsiyet Belası, 2012: 48). Temsili siyaset kolaylaştırıcıdır, ancak temsil edilen "kadın" kategorisi konuştuğu kesimi betimlediği anda, özellikle de iktidar içerisindeki bir alandan geliyorsa tehlikeli olabilir. Yukarıda bahsettiğim sorunun peşinden giderek, Butler farklılıkların bir arada var olabileceği bir feminist siyasete işaret eder.

Özellikle 90'lı yıllardan başlayarak feminizm içerisindeki önemli sorulardan biri olan 'biz kimiz' sorusuna Butler şöyle bir katkıda bunulur. 'Kadın' olmanın evrensel bir ezilişe işaret etmemesi gerektiğini söyler ve günümüzde evrensel bir ataerkiden bahsetmenin başarısızlığına değinir. Butler'a göre, evrensel bir ataerkiden ve ezilme pratiklerinden bahsetmemiz zordur çünkü evrensel bir toplumsal cinsiyetler analizi farklı ülkelerdeki cinsiyetlilikleri açıklayamaz. Bu nedenle bir söylem içinde 'evrensel bir kadın olgusundan' bahsetmek yetersiz ve eksik kalır.  Farklı ezilme ve baskı araçlarının bilincinde ve değişikliği kabullenen bir siyasi hareket daha yerinde olacaktır.

Bu nedenle, 'feminist özne' bir kez daha sadece cinsiyet üzerinden değil yaşam pratikleri üzerinden kurulacaktır.

Feminizm, LGBTİ ve Kıbrıs:

Peki tüm bu tartışmalar ülkemiz için ne ifade ediyor? Ya da etmeli? Coğrafyamızda feminist özne temsiliyetinin yukarda Butler'ın da bahsettiği 'normatif' düzenlemeler içerisinde ilerlediği söylenebilir mi? Bu sorunun cevabı feminist ve LGBTİ mücadelesinin taleplerine ve pratiklerine bakılarak çözümlenebilir.

İlk başta da bahsettiğimiz 'kadın olmak' ve 'feminist olmak' arasındaki ayrımı yakın geçmişimizde bir seçim kampanyasında gördük ve eleştirdik. 'Kadın' adayın biyolojik cinsiyeti üzerinden yürütülen propaganda süreci hem başarılı bir sonuç getirmedi hem de Kıbrıs'ın kuzeyindeki birçok feminist tarafından da eleştirilirken, bazı feministler tarafındansa korunuyor ve propaganda araçlarının bir sonucu olarak yorumlanıyordu. Ancak, Kıbrıs'ın kuzeyinde temsili siyaset içerisinde feminist refleksin yok denecek kadar az olması böyle bir sürecin nedenlerinden biriydi. Aynı zamanda, feminist taleplere propaganda süreci boyunca değinilmemesi ve kadın imgesinin orta sınıf heteroseksüel kadın üzerinden devam etmesi bu sürecin feminist siyaset adına 'kadın olmak' ve 'feminist olmak' arasındaki mesafeyi gözler önüne seriyordu. Bununla birlikte, Ceza Yasası değişikliğinden sonra LGBTİ hareketinin gerilemesi heteroseksüel kadın taleplerinin yükselmesinin de önünü açıyordu, ki belki de zaten gökkuşağından bahsederken mor renge işaret etmek de böyle bir refleksin yokluğundan geliyordu.

Ancak,  'feminist özneyi' feminist siyaset içerisinde tartışmaya açmak üzere olumlu noktalardan ve hedeflerden de bahsetmek istiyorum. Öncelikle, Sosyalist feministlerin bilinç eleştirisinde bahsettiği gibi, Kıbrıs'ın kuzeyinde feminist hareketin konuşan, düşünen, üreten ve tartışan bir siyaset hedeflemesi gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, son bir yıldır yeniden filizlenen LGBTİ hareketinin, tam da Judith Butler'ın bahsettiği gibi "öznenin konuşulmamış 'normatif' koşullarını" yeniden tartışmaya açabileceğine inanıyorum. Taleplerimizin 1970'deki Lavanta Tehdit gibi ısrarlı ve "öğretilmiş kadınlığa hayır" pankartı gibi sorgulayan bir yolda ilerlemesini umuyorum. Ancak bu şekilde, farklılıklara açık ve normatif koşullanmalardan kendini ayıran bir feminist siyaset içerisinde varolabileceğiz.

Yazımı daha umutlu bir noktada bırakmak gerekirse, feminizmi sadece 'kadına dair' olana değil daha geniş alana yaymaya çalışan Bell Hooks'un şu sözleriyle bitirmek isterim: “Feminist hareketi yaşatan güç, feminist düşünce ve pratiğin paylaşımıdır. Feminist bilgi herkes içindir”. (Feminizm Herkes İçindir; 2012: 38)

 

----------------------------------------------------------------------

Kaynakça:
Butler, Judith, Cinsiyet Belası, Metis Yayınları, İstanbul: 2012.
Butler, Judith. “Feminizmin Öznesi Olarak Kadınlar,” Felsefelogos. Sayı 15. 2000’3: 105-112.
Danovan, Josephine. Feminist Teori, İletişim, 1997.
Hooks, Bell. Feminizm Herkes İçindir, Çitlembik, 2004.
Witting, Monique. Straight Düşünce, Sel Yayıncılık, 2013.
Feminizm, Cogito, YKY, 2009.

Bu haber toplam 3368 defa okunmuştur
Gaile 353. Sayısı

Gaile 353. Sayısı