1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Eril Şiddetin Kaynağı: Milliyetçilik, Militarizm ve Muhafazakârlık
Eril Şiddetin Kaynağı: Milliyetçilik, Militarizm ve Muhafazakârlık

Eril Şiddetin Kaynağı: Milliyetçilik, Militarizm ve Muhafazakârlık

Eril Şiddetin Kaynağı: Milliyetçilik, Militarizm ve Muhafazakârlık

A+A-

Feminist Atölye (FEMA)
info@feministatolye.org


Tüm dünyaya egemen olduğu iddia edilen küreselleşme süreci sonucunda etkisinin azaldığı dile getirilen milliyetçilik ideolojisi, inatla varlığını hissettiriyor. Bilindiği üzere milliyetçilik, aidiyet kurulan milli kimlikleri doğallaştırır ve bu kimliklerin politik olarak kurgulandığını görünmez kılar. Hal böyle olunca sahip olunan kimlik karşısına “düşman öteki” kimlikler inşa edilir. “Düşman ötekiler” her daim tehdit unsuru olarak tanımlanır. Tabi ki bu çeşitli siyasi yaklaşımlar ile de desteklenir. Militarizm, milliyetçiliğin aynı ideali gerçekleştirmek uğruna yola çıktığı erkek kardeşidir. Her ikisi de tek tiplik üzerinden bir kimlik inşa ederken, karşıt konumdaki grupları tehdit olarak algılar. Sözü edilen tehdidin sadece dıştan gelmesi gerekmez. Milliyetçi tarih yazımı ile şekillendirilen tarih ders kitapları, iç ve dış tehditleri deşifre eder ve onlara karşı mücadele edilmesini salık verir. İlk ve orta öğretim kurumlarından yolu geçen her kişi, “düşman ötekilere” karşı yürütülen savaşın kahramanlarını öğrenirken, belirlenen “düşman ötekilerin” yok edilmesinin meşruiyetini içselleştirir.  Buna göre “toprağa düşen her kanın hesabı sorulmalı, milli bayrağımız her daim semada dalgalanmalı, bayrağa kalkan eller kırılmalıdır”. Bahsi geçen yaklaşım “özgürlük ve bağımsızlığı”, “düşman öteki” kimlikleri yok etmek, sahip olunan milli kimliği üstün kılmak ve kanla çizilen sınırların simgesi haline getirilen bayrağı koruyup kollamak olarak tanımlanır. Böylece yüceltilen değerlere karşı oluşan tehditleri,  şiddet aracılığıyla ortadan kaldırmak gerekir. Tehdit sonucu oluşan korkunun neticesinde sözde kahramanlıklar ortaya çıkar. 1996 yılında gerçekleştirilen bir sınır gösterisinde Tasos İsaak isimli bir Kıbrıslı Rum’un hayatını kaybetmesi üzerine Solomos Solomu isimli Kıbrıslı Rum’un Türk bayrağını indirmek istemesi sonucu vurularak öldürülmesi, “milliyetçilik ve bayrak” ilişkisini açık bir şekilde özetler.
Tüm dile getirilen hususlar, Kıbrıs’ın kuzeyinde uzun bir uykuda olduğu sanılan faşizmin teorik zeminine dair ipuçları verme ihtiyacından doğdu. Geçtiğimiz hafta içerisinde Ülkücülerin, Kıbrıs’ın güneyinde bir Fransız’ın Türkiye bayrağını yakması sonucunda Sarayönü’nde gerçekleştirdiği eylem, milliyetçilik ve militarizmin aramızda dolaşan bir hayalet olmadığını ortaya çıkardı. Genel uygulama gereğince Kıbrıs’ın kuzeyinde düzenlenecek olan bir eylem için izin alma zorunluluğu yoktur. KKTC Anayasası’nın 32. maddesi şu şekildedir: “Yurttaşlar, önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplanma veya gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir.  Bu hak, kamu düzenini korumak için yasa ile sınırlanabilir”. Demokrasinin en önemli göstergelerinden biri olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, silahsız ve saldırısız olması gerekir. Anayasamıza göre aksi bir durumun gerçekleşmesi, hakkın kullanımını sınırlandırmak için yeterlidir.
Ülkücüler tarafından gerçekleştirilen eylemde, genel uygulamanın aksine (solda yer alan muhalefetin her eyleminde güvenlik gerekçesi ile fazla sayıda polis ve çevik kuvvet ekipleri bulundurulur) bir tek polis mensubunun olmaması yanında, eylemciler ellerinde taş ve sopalarla yürüyüşlerini gerçekleştirdiler. Eylem sonucunda İstiklâl Marşı’nı okuyup tekbir getirmeleri, sağ cenahın dokusunun üçüncü ögesi olan muhafazakârlığın mevcudiyetini kanıtladı. Militarizmin şiddeti kutsayan ve meşrulaştıran yapısı eylem esnasından da ortaya çıktı. Ülkücüler ellerindeki taş ve sopalarla, yoldan geçmekte olan ve yanında küçük çocuğu bulunan kadının arabasına saldırdı. Çocuğun adının “Deniz Gezmiş Kurt”  olması, Türkiye’de faşist darbede hayatını kaybeden Deniz Gezmiş’i akıllara getirdi. Eylem esnasında yaşananlar bununla da sınırlı kalmadı. Eylemciler İngiliz bir kadına zorla bayrak öptürüp, bir Kıbrıslı Rum’un da yüzüne tükürdüler.
Milliyetçik, militarizm ve muhafazakârlık cinsiyetçidir!
Yukarıda genel çerçevesinin çizilmeye çalışıldığı milliyetçilik ve militarizm temelinde şekillenen faşizmin, cinsiyetçi bir sistemi de beraberinde getirdiği belirtilmelidir. Tek tiplik, şiddet ve itaat sonucunda yaratılan yok etme kültürü eril bir niteliğe haizdir. Okul sıralarından itibaren öğrenilen bu kültür, zorunlu askerlik hizmetine tabi olan erkek vatandaşlar bakımından ordu içerisinde pekiştirilir. Buna göre vatan toprağı bekâreti korunması gereken bir kadın bedeni üzerinden tasvir edilir. Bayrak da bu namusun en önemli bekçisidir. “Özgürlük ve bağımsızlık” simgesi olarak tarif edilen bayrağın zarar görmesi, kadın bedeninin namusuna halel gelmesine anlamına gelir. Namusu temizlemek için eril şiddetin yakıcı unsurlarını hayata geçirmek gerekir. Bu uğurda yaşanan şiddet meşrudur ve sorgulanamaz. Var olduğu iddia edilen tehdit karşısında tehlikeye düşen “güvenliğin” yeniden tesis edilmesi gerekir. Bu bağlamda “düşman öteki” milletin mensubu olan kadınlara karşı uygulanan her türlü fiilin sembolik bir önemi vardır. Ülkücülerin eyleminde İngiliz bir kadına Türk bayrağının zorla öptürülmesi, bir bakıma öteki milletin zapt edilmesi anlamına gelir. Ne de olsa milliyetçilere göre Türkler dışında herkes “düşman ötekidir”.
Milletin inşa edilmesi ve militarizasyon süreçleri içerisinde erkeklik, güç ile birlikte anlamlandırılır ve iktidarın temel taşıyıcısı konumunda yerini alır. Bu aşamada kadın bedeni nesneleştirilirken, bir mücadele alanı olarak da tasarlanır. Milliyetçi ve muhafazakâr kesimin hem fikir olduğu konuların başında kadınların doğurganlık hakları gelir. Onlara göre kürtaj bir cinayet iken, en az üç çocuk doğrulması milletin bekası için önemlidir.
Sarayönü’nde yaşananlar münferit bir şiddet olayı olarak değerlendirilemez. Kıbrıs’ın güneyinde gerçekleşen ve milliyetçi bir hamle olan Türk bayrağının yakılmasına karşı geliştirilen eylem, politik bir zemin üzerinden şekillenmiştir. Milliyetçilik milliyetçiliği, şiddet şiddeti yeniden üretmiştir. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan feministler olarak milliyetçilik, militarizm ve muhafazakârlığın ataerki ile olan sıkı ilişkisinin farkındayız. Sonuç olarak bu ilişkinin eril şiddeti doğurduğunun bilincinde olup bu alanda yürüttüğümüz mücadeleyi genişletmekte kararlıyız. 
Yaşasın anti-faşist mücadele, yaşasın feminist dayanışma!

Bu haber toplam 2632 defa okunmuştur
Gaile 208. Sayısı

Gaile 208. Sayısı