1. YAZARLAR

  2. Kutlay Erk

  3. EKONOMİ ÇARESİZ OLUR MU HİÇ?! …
Kutlay Erk

Kutlay Erk

SİYASET MEYDANI

EKONOMİ ÇARESİZ OLUR MU HİÇ?! …

A+A-


Bütün bilimler gibi Ekonomi Bilimi de kendi alanında sorunları tanımlar, çözümlerini üretir. Ekonomik bir konuda çaresizlik belirtmek, aslında sorunun ne olduğunu ve dolayısıyla çaresini de bilmemektir veya çarenin siyasi sorumluluğundan kaçınmaktır. Hele ki üniversiteler ülkesi olan Kuzey Kıbrıs’ta ekonomik sorunlar karşısında çaresizlik hissetmek, sahip olunan bilim ve insan kaynaklarını unutmuş olmak anlamına geliyor. Ekonomi ne maliyeci zihniyeti ve ne de korku ile yönetilemez…

TL’nin yabancı para birimleri karşısında erimesi yurttaş ve dolayısıyla pazar faaliyetleri için ekonomik sorundur. TL’yi yöneten Türkiye Merkez Bankası, TL’nin değer kaybına müdahale edecek kapasiteye sahiptir, ancak Türk ekonomisinin şimdiki yapısı için TL’nin erimesine ihtiyaç vardır. Hele ki Çin parasında devalüasyon olması ve dünya pazarlarında daha rekabetçi olması, Türkiye’nin de içinde olduğu “Büyüyen Ekonomiler” grubu için en önemli tehdittir. Dolayısıyla TC Merkez Bankası TL’nin erimesine bu dönemde müdahale edecek değildir, Türkiye ekonomisi için doğru olmayacaktır.

Özal döneminde Türkiye ekonomisinin dünyaya açılabilmesi için iki önemli gereksinim vardı: dış pazarlarda üründe ve sermaye hacminde rekabet edebilirlik... TL’nin devalüasyonu bu ihtiyaçları kısa sürede karşıladı. İç pazarda emek maliyeti düşürüldü, tüketici fakirleştirildi, tüketim kısıldı ve kurulu kapasite ile dış pazarlar için hem ürün bolluğu, hem de rekabetçi fiyatlar oluştu. Bu süreç dış pazarlarda Türk mallarının ve turizm gibi hizmetlerinin markalaşarak yerleşmesini, Türk sermayesinin birikiminin süratle artmasını, mal ve hizmet üretiminde de kurulu kapasitelerin yeni yatırımlarla çoğalmasını sağladı. Şu anda Türkiye ihraç malları ve turizm hizmetleri dünya pazarlarında marka olarak vardır ancak şimdiki rakipleri dünya pazarlarına yüksek kaliteli mal ve hizmetleri sunan daha büyük sermaye markalardır. Bu rekabette yenilmemek için Türkiye özel sektörünün sermaye birikiminin daha da büyümesi gerekiyor. Bunun yanında Türkiye’nin dünya pazarında henüz yer edemeyen bankacılık ve yüksek eğitim gibi sektörlerinin de dünya pazarlarına girebilmesi, teknoloji üreterek örneğin otomotiv sektörüne mal sunabilmesi, dünya pazarlarının tamamına ürün verebilecek yapıya ulaşması da gerekiyor. Diğer taraftan da iç pazarda ithal ürünlerin tüketiminin kısılması, tüketimin de yerel üretime odaklanması sağlanmalıdır. Bu amaçlarda çözüm anahtarı, TL’nin değerinin yabancı paralar karşısında yeniden düşürülmesidir.

Türkiye şu anda adı konmamış bir iç ve dış savaş ortamındadır, askeri harcamalar öngörünün üzerine çıkacaktır. Türkiye şu anda milyonlarca Suriyeli göçmeni barındırma masraflarını yüklenmiştir. Bunlar, Türkiye’de ‘Kamu Kesimi Borçlanma Gereksinimi İndeksi’ni yükseltmektedir ve bunun adı da enflasyon, bağlamı da devalüasyondur. Türkiye ekonomisi açısından, kısacası, TL’nin yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi bir stratejik karardır.

Kuzey Kıbrıs ekonomisinin yapısı Türkiye ekonomisinin yapısı ile tezattır. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde onlarda olan Kuzey Kıbrıs ekonomisi dış pazarlarda daha rekabetçi olma ve daha fazla pay alma gibi bir iddia sahibi olamaz. Türk ekonomisi için iyi olan, Kıbrıs Türk ekonomisi için iyi olamayabiliyor, TL’nin değer kaybı olayında olduğu gibi… Dolayısıyla, TL’nin değer kaybından dolayı yaşanan sıkıntılarda Türkiye’nin önlem almasını beklemek ve hatta “Türkiye bile önlem alamıyor” demek haklı değildir.

Bu durumda Kuzey Kıbrıs hükümeti ekonomi bilimine başvurarak alınabilecek önlemleri belirlemeli ve uygulayabilmelidir. Bu önlemleri kur sabitleme gibi önlemlere indirgememek de gerek. Ekonomik krizlerin en belirgin özelliği pazar faaliyetlerinin yavaşlamasıdır, çıkış da pazar faaliyetlerini artıracak tetiklemeyi ekonomik önlemlerle almaktır. Bu bağlamda, pazar faaliyetlerinin ana aktörü olan tüketicinin satın alma gücünün yüksek olması ve hükümetin alacağı ekonomik kararların istikrarlı olması nedeniyle de geleceğine güvenle bakması önemlidir. Dolayısıyla, asgari ücretin meblağı değil satın alma gücü ve ekonomik istikrar önemlidir. Tılsım buradadır… Asgari ücret çok az oranda artırıldı, TL’nin erimesi ile gelen fiyat artışları karşısında, asgari ücretin satın alma gücü gerilemiştir ama şimdi alınması gereken önlem tüketicinin satın alma gücünü artırmak yönünde olmalıdır.

Bunun için maliyeci değil ekonomist aklı gerek… Belli ki maliyeciler devlet gelirlerinde azalma olmaması için, gelir vergileri matrahına temel olan asgari ücretin yükselmesini istemiyor. Baskı altında tutulan asgari ücretin satın alma gücü gerileyince pazar faaliyetleri geriler, genel ekonomi durağanlığa girer. Bunun da en doğrudan sonucu, kayıt dışı ekonominin büyümesidir, yani devletin gelir kaybıdır.

Ekonomi biliminin önlemleri vardır, hükümet çaresiz değildir, olmamalıdır. Yoksa, ekonomi doğasının vahşi kuralları can bulur. Neler yapılabilir?!. Yukarda da belirtildiği gibi, pazar faaliyetlerinin ana unsuru olan tüketicinin satın alma gücünün kısa sürede korunması ve orta sürede de artırılması için vergi matrahına temel olacak olan bir ‘Asgari Geçim İndirimi’ oranı belirlenebilir. Böylece, asgari ücret devletin gelir vergileri baskısından kurtulur ve satın alma gücünün korunup artırılacağı bir sürece girer. Bu süreçte, emtia maliyetlerindeki devlet payının da azaltılması, yani ithalat ve üretim masraflarının azaltılması için ekonomik akılla uygulamalar yapılabilir.

TL’nin değer kaybı ile maliyeti artan ve dolayısıyla tüketimi azalan özellikle ve önemli temel ihtiyaç malzemelerinin maliyet girdilerine devletin katkı ve destek vermesi gerekir. Bunu fonlamak için de devletin ihtiyaç duyacağı kaynak ‘Fiyat İstikrar Fonu’ veya benzeri bir bütçe kaleminden beslenebilir. Bu kaynağı yaratmak da ithalata ek vergi ve harç yüklemekle olmamalı, bu sadece maliyetleri artırıcı olacaktır. Ancak ve özellikle bankaların dış ticaret işlemlerine konacak küçük bir oran bu fonu iyice besleyebilecek, emtia maliyetlerinde artış sağlamayacak, bankaların karlarını da aşındırmayacaktır. Milyar dolarları aşan ithalat ödeme tutarları bile düşünüldüğünde, bunlarla ilgili yurtdışı işlemleri için alınacak örneğin, yerel bankalarda binde bir, şube bankalarından binde iki oranı gibi bir uygulama devlete pazarda tüketicinin satın alma gücünü korumak ve artırmak için önemli bir kaynak sağlayabilecektir. Bunun dışında diğer yurtdışı finansal işlemlerde bankalardan alınacak bu çok küçük oran genel ekonomide fiyat artışı yaratmayacağı gibi, ‘döviz kuru sabitleme’ gibi nerde ve nasıl bir maliyetle durulacağı belli olmayan bir yöntemden daha doğru olacaktır.

Daha önlemler var mı?!. Elbette var… Ekonominin sürükleyici sektörleri olan turizm ve yüksek eğitim sektörlerinde en fazla paya sahip olan Türkiye pazarına rekabetçi fiyatlarla girmek için TL kullanılması ve devletin bu sektörün yenileme ve kapasite artırma yatırımlarının finansmanında faiz desteği vermesi düşünülebilir. İnşaat sektöründe satılmamış bina stokunun azaltılması için satın alan yurttaşlara kredilendirmede faiz indirimi,  yabancılara da emlak vergisi indirimi uygulamaları gibi önlemler düşünülebilir.

Devlet, mal ve hizmet üreten sektörlerin maliyet girdilerinde kendisinden kaynaklanan kısımlarda tasarrufu, bankalardan kaynaklanan kısımlarda da desteği yapabilir. Bu amaçla KKTC Merkez Bankası’nın kaynakları ve kapasitesi de kullanılabilmelidir.

Türkiye hükümeti, Kuzey Kıbrıs’a yaptığı yardımları hep milyar dolarlarla ifade eder, ‘Beslemeler’e “size son beş yılda şu kadar milyar dolar para verdim” der; ama mali programlar ve nakit akışı hep TL bazında olur. Türkiye hükümeti ifade ettiği gibi katkılarını dolar olarak yaparsa, devlet bütçesinden pazar faaliyetlerine giren meblağda da azalma olmayacaktır. 

TL’nin erimesi karşısında Kuzey Kıbrıs ekonomisini ve insanını rahatlatabilecek birçok ekonomik yöntem vardır; çaresizlik ifadeleri “siyasetin kapasite kullanımı” açısından üzücüdür.

 

Bu yazı toplam 4576 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar