1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Eğitimin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasındaki Rolü
Eğitimin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasındaki Rolü

Eğitimin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasındaki Rolü

Cinsiyet eşitsizliğini hem yaratan hem de çözebilecek olan kilit araçlar, siyaset, eğitim ve hukuktur

A+A-

kg-ozel-001.jpg

 

Nuray Özgeçen
Feminist Öğretmen İnisiyatifi

                                                                                                                    

Eşitlik, Eşitsizlik, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği

Eşitlik, tüm bireylerin, toplumsal sınıfların,  bütün yeteneklerini tam ve özgürce geliştirebilecekleri toplumsal ortamın yaratılması, bu durumun önündeki tüm toplumsal, hukuki ve siyasal engellerin ortadan kaldırılması olarak tanımlanmaktadır. Eşitsizlik ise  önlenebilir ve önlenebilir olması nedeniyle gereksiz ve aynı zamanda adil olmayan farklılıktır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınların ve LGBT bireylerin sosyo-kültürel, ekonomik  ve medeni alanlardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran ya da  bunu amaçlayan, ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelmektedir.

Eğitim ve Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği İlişkisi

Cinsiyet eşitsizliğini hem yaratan hem de çözebilecek olan kilit araçlar, siyaset, eğitim ve hukuktur. Bu yazıda cinsiyet eşitsizliğini gidermede eğitim aracının rolü üzerinde durulacaktır. Eğitim, bugüne kadar bir çok felsefi akım ve akademisyenler aracılığıyla farklı şekillerde tanımlanmıştır. Tüm tanımlamaların ortaklaştığı nokta ise eğitimin ‘istenilen davranışı geliştirme süreci’ olduğudur. Eğitimin , toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamadaki önemi tam da buradan yani eğitimin özünden gelmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyinde genelde eğitim sistemi özelde ise okullar ve öğretmenler toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi, cinsiyet ayrımının yeniden üretiminin engellenmesi için pek az şey yapmaktadırlar. Üzücü bir şekilde eğitim sistemi, gerek okullarda sunulan müfredatlar aracılığıyla, gerekse okulun sunduğu sosyal ortamlar içinde, cinsiyetçi kalıp yargı­ların ve değerlerin yeniden üretiminde kilit bir rol oynamaya devam etmektedir. Bu eşitsizlik üretimi yalnızca toplumsal cinsiyet minvalinde değil aynı zamanda ırk, etnik köken gibi tüm farklılıklara saygı yönünden de görülmektedir. Bu da bizlere eğitim sisteminin içinde tüm ırk, cinsiyet, dil, din, cinsel yönelim , etnik köken gibi farklılıklara saygı duyan bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

 Eğitimin genel niteliğinin en temel belirleyicisi devletin eğitim politikası olduğuna göre, eğitimde ve eğitimle meydana gelebilecek olan değişimleri siyasetten bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Eğitimin giderek daha fazla ticarileştiği tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de eğitim, temel bir hak olmaktan çıkıp sadece belli sınıfların ulaşabileceği bir meta haline dönüştürülmektedir. Ekonomik yönden güçlü ailelerin çocukları eğitim olanaklarından daha fazla yararlanabilmektedirler. Bunun yanında ilk öğretim sonrası meslek lisesi, kolej, düz lise gibi  farklı okullara ayrılma süreçleri de yine öğrencinin ilgi ve yetenlerinden ziyade ailesinin sosyo-ekonomik durumuna göre şekillenmektedir. Öğrenciler farklı milliyet, etnik köken, dil ve dinden arkadaşlarının da din derslerine, bayrak törenlerine veya milli gün kutlamalarına zorunlu olarak katıldıklarını, özellikle orta okul ve liselerde farklı cinsel yönelimdeki arkadaşlarının bir çok öğretmen ve öğrenci tarafından marjinalleştirildiğini cinsel yönelimine saygı duyulmadığını gözlemlemektediler. Ayrıca özellikle ilk okullarda, müfredatlar ve etkinlikler aracılığıyla cinsiyetler arası eşitsizliği yaratan  toplumsal cinsiyet rolleri öğrencilere dayatılmaktadır. Farklılıkların derinleştirildiği ve ortaklıkların yok sayıldığı bir diğer nokta da Kıbrıs Tarihi  ve Genel Tarih derslerinde öğrencilerin bilimsel  bakış açısından uzak olarak toplumlar arası savaşları, çatışmaları bir ‘öteki’ veya ‘düşman’ üzerinden öğrenmeleri meselesidir. Kendi varlığını ve  kimliğini bir düşman yaratıp onun üzerinden şekillendirmek başlıbaşına hastalıklı bir bakış açısının ürünüdür ve  ayrılıkçı düşünmenin temel besleyicilerindendir. Kısacası şu anki haliyle eğitim sistemi bireylere, farklılıklara saygı duymayı değil, saygı ve kabul görmek için tek-tipleşmeyi, kendi değerini ailesinin sosyo-ekonomik durumuna göre belirlemeyi ve başarısını sıkıntılı olan kuralları, normları ve sistemleri benimseme derecesine göre ölçmeyi öğretmektedir. Artan farkındalık çalışmalarının  lokal ölçekte etkilerini hissetmeye başlasak bile henüz olunması gereken noktadan oldukça uzakta olduğumuz aşikardır.

Kıbrıs’ın kuzeyinde gün geçtikçe ifade özgürlüğüne karşı artan faşist baskı ve saldırılar, – ki bilindiği üzere faşizm salt kendi ideolojisini doğru  belleyen ve başkalarını da o düşüncenin doğruluğuna zorla inandırmaya çalışan siyasi ideolojidir. –  mecliste, evde, sokakta, okullarda, artan erkek şiddeti ; özellikle farklı yaş gruplarından kadınlara yönelik her türlü şiddetin ve çocuk istismarının korkunç artışı önemli örnekler olarak verilebilir. Bunun yanında sivil toplum örgütlerinde,siyasi partilerde, sendikalarda hatta  popülist bir yaklaşımla veya farklı hedefler uğruna cinsiyet eşitliği çalışmaları yaptığını iddia eden kurum ve örgütlerde dahi  kendi iktidar alanını sağlamlaştırma  maksadıyla, erkek egemen anlayışın iktidar alanını tehdit edeni ‘öteki’ olarak yorumlayıp yok etmeye çalışması da yine eşitsizliklerin toplumun hemen hemen her alanında derinleşerek arttığını bizlere göstermektedir. Bu nedenle temelde çatışma kültürünün ve  erkek egemen kültürün dönüştürülmesi gereklidir.

Eğitim aracılığıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi ve eşitsizlikler üzerine kurulu toplumsal yapı ve normların dönüştürülmesi için özgürlük, adalet, eşitlik, demokrasi, hoşgörü ve dayanışmaya dayanan ‘barış kültürünün’ öğrenilip, içselleştirilmesi son derece önemlidir. Prof. Johan Galtung‘a göre ‘Barış Eğitimi’, temelde empati kurabilmeyi, önyargılarımızın farkında olmayı, öfkeyi yönetebilmeyi, affedebilmeyi, aktif dinlemeyi ve anlaşmazlıklara şiddet içermeyen, yaratıcı çözümler bulmak için gereken becerileri öğretir.

      Örgün eğitimde plan ve program hazırlanarak yer alacak ve en az akademik dersler kadar önemsenmesi sağlanacak bir “Barış Kültürü Eğitimi” dersinin cinsiyetler arası eşitsizlikleri gidermede de  büyük önemi olacağı mutlaktır. İlgili eğitim programlarını hazırlayan ve aktaran akademisyen ve öğretmenlerin bu içselleştirmeyi gerçekleştirmeleri gereklidir. Bu da sağlanacak hizmet içi eğitimler aracılığıyla mümkündür. Bu anlamda  hazırlanacak eylem planlarının destekleyicisi olan yöneticiler ve bu yöneticileri ikna edebilecek, baskı unsuru olabilecek sivil toplum örgütleri, sendikalar ve siyasi parti üyelerinin de barış kültürünü savunabilmeleri için gerekli istek ve donanıma sahip olmaları gereklidir. Okul öncesi eğitimden başlayarak tüm ilk, orta dereceleri okullar ve liselerde öğrencilerin barış kültürü eğitimine ulaşabilmeleri,  Eğitim Bakanlığı, üniversiteler, okullar, program geliştirme uzmanları, öğretmenler ve medya işbirliği ile kolektif, planlı bir çalışma sonucu mümkündür.  Kısacası eğitimde barış kültürünün sağlanması eğitim alanına dahil olan ve olmayan pek çok bileşenin biraraya gelerek yaratacağı bütünsel bir eylem planı ile gerçek olabilir. Barış Kültürü dersi içerisinde yer alacak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusu ile de bireylerin cinsiyetler arasındaki eşitsizliği, biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını sorgulamaları ve cinsiyetler arası eşitliğin sağlanmasında farkındalığı olan duyarlı bireyler olması sağlanabilir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin müfredatlarda yer almasının yanı sıra, eğitim yoluyla cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’nin hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Hazırlanıp kuruluşuyla ilgili yasa 2014 yılında meclisten geçirilmesine rağmen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi (TOCED) hala yürürlüğe girmemiştir. Kişilerin cinsiyetine, cinsel yönelimine ve/ veya cinsiyet kimliğine bağlı olarak maruz kaldıkları ayrımcılıkları gidermek, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamda eşit haklara sahip bireyler olarak hak ve özgürlüklerini  icra etmelerini sağlamak,  kişilerin insan hakları temelinde fırsat ve kaynaklara erişimini güvence altına almak ve kadınları  her türlü şiddetten ve cinsel sömürüden korumak amacıyla oluşturulan TOCED’in yürürlüğe geçmesi için de toplumun tüm duyarlı kesimlerinin harekete geçip yöneticiler üzerinde baskı unsuru olmaları son derece önemlidir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında, cinsiyet eşitliğine duyarlı eğitimin ne denli önemli olduğunu ‘tahsilli’ vekillerimiz aracılığıyla da görüyoruz. Şu anki haliyle eğitim eşitliğe duyarsız edilgen bireyler yetiştirme gailesinde olduğuna göre bir çok vekilimiz var olan sistemin başarılı birer ürünü olarak ele alınabilir.

      Değişimi yaratacak olanlar ise yaşamın her alanında  edilgen olmayan, edilgen olmayı reddeden, farklıkları ve farklılıkların doğurabileceklerini öngörüp yaratıcı çözümler ortaya koyabilecek olanlardır. Sonuç olarak eğitim aracılığıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi çok boyutlu ele alınması gereken ancak başarılması halinde çok önemli dönütleri olacak olan  süreçleri kapsamaktadır. Eğitimde gerçekleşecek cinsiyet eşitliği çalışmaları, kadın ve lgbt bireyleri güçlendirmede olumlu sonuçlar doğuracağı gibi, erkek şiddetinin azalmasını ve  erkek egemen kültürün iktidar sahibi olmak hep en güçlü olmak gibi erkeklere dayattığı olumsuzlukları çözmede de olumlu sonuçları olacaktır. Ayrıca olay ve sorunlara daha geniş çerçeveden bakabilen, problemler karşısında daha yaratıcı ve özgür düşünebilen bireylerin yetişmesine de katkı sağlayacaktır.

 

 

 

Bu haber toplam 8744 defa okunmuştur
Etiketler :