1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Eğitim ve Toplumsal Eşitsizliğin Yeniden Üretilmesi
Eğitim ve Toplumsal Eşitsizliğin Yeniden Üretilmesi

Eğitim ve Toplumsal Eşitsizliğin Yeniden Üretilmesi

Eğitim ve Toplumsal Eşitsizliğin Yeniden Üretilmesi

A+A-


Nügen Derman Duru

Eğitim kurumu her dönemde sorgulanan ve uygulamaları eleştirilen kurumların başında gelmektedir. En genel anlamda toplumun mevcut kültürünü yeni kuşaklara aktarma işlevini yerine getirme işi olarak tanımlanabilecek eğitim, ilgili kurumlar tarafından gerçekleştirilmektedir.   Eğitim sosyolojisi, sosyolojinin bir alt dalı olarak eğitim düzeninin yapısını, kurumlarını ve işleyişini düzenlilikleriyle inceleyen,  temel eğitim sorunlarının çözüm yollarını araştıran sosyoloji alt dalıdır.(1) Elbette bunu yaparken bilim olmanın sorumluluğuyla olabildiğince nesnel, yansız bir tavır sergilemeye çalışır.

Eğitimin birçok yönü sosyologların ilgisini çekmektedir. Önemli bir bölümü, özellikle toplumlarda görülen eşitsiz yapının eğitimle ilgili yanlarını araştırmaya değer görmektedir.   Sosyoloğun eğitim kurumunun sorunlarını ve bu sorunların çözüm yollarını gösterirken yapmaya çalıştığı şey, eğitim adına olup bitenlerin neden ve sonuçlarını nesnel bir şekilde gözler önüne sermektir. Böylece toplumsal sorunları çözme sorumluluğunu üstlenecek merci ve kişilere önemli bir veri tabanı oluşturacak bilgiler ortaya koymaktadır. Bu anlamda her şeyden önce toplumda, sosyologların yapacağı bilimsel araştırmalara gereksinim vardır belirlemesi yapılabilir.

Özellikle sanayi devriminin ardından eğitilmiş insan gücüne duyulan ihtiyaç, eğitimin günümüzde aldığı şekle dönüşmesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.  Öncesinde daha çok ayrıcalıklı grupların, soyluların sahip olabileceği bir olgu iken, sanayi devriminin yarattığı koşullarla daha geniş kitlelere doğru bir seyir izlemeye başlamıştır.  1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile her bireyin eğitim hakkının olduğu duyurulmuştur.  Zaman içinde tüm dünyaya yayılan bu fikirle,  eğitim alma arzusu daha fazla insanın hayali şekline dönüşmüş ve dönüşmeye devam etmektedir.

Alain de Button “Statü Endişesi” adlı kitabında, insanların yüksek statü ve itibar için duydukları korku dolu kompleksle yüklü arzuyu aşağılamak yerine, onu anlamaya çalışmak gerektiğini söyler. İnsanın sadece kendisine benzediğini hissettiği kişileri, referans aldığı grubun üyelerini kıskandığını belirtir. On sekizinci, on dokuzuncu yüzyıllarda yaşanan büyük gelişmelerin insanlarda yeni bir ideali oluşturduğundan söz eder. Bu yeni ideal,  herkesin doğuştan eşit olduğu ve her şeye ulaşabilmek için herkesin elinde bir güç olduğu inancıdır. (2) Ancak tarihin seyri insanoğlunun ön gördüğü ya da arzuladığı şekilde gerçekleşmedi. Yirmi birinci yüzyılın bolluk vaat eden ortamı, insanlar arasındaki eşitsizliği yok etmeye yetmedi. Umut edilen sınıfsız toplum modeli, eşitlik ortamı yakalanamadı. Eğitimde fırsat eşitsizliğinin ekonomik, coğrafik, toplumsal, siyasal ve bireysel özelliklerden kaynaklanan nedenleri, eşitsizliği besleyen koşulların neler olduğu bilim dünyasını meşgul etmeye devam etti.
Çağdaş eğitim kuramcılarından Althusser’e göre eğitim, devletin ideoloji araçlarından biridir. Alt yapı tarafından biçimlendirilen eğitim sistemi üretim ilişkilerine yansıyarak, kapitalist egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eder. Egemen sınıfın ayakta kalması ve refah içinde olmasının sağlanması için işgücünün yeniden üretimi temeldir. Kitlenin büyük bir çoğunluğu okul yoluyla 16 yaşında kapitalist üretim biçiminin gerektirdiği beceri ve ideoloji ile donatılarak üretime sunulur. (3) Böylece yetişen yeni kuşaklar mevcut yapının sürdürülmesini sağlayacak davranış kalıplarını göstererek düzenin devamına hizmet ederler.

Sosyolojide çatışmacı kuram olarak bilinen bu ve benzeri diğer savlar kaynağını Karl Marx’ın ve Engels’in görüşlerinden almaktadır. Bu kuram toplumsal yaşamda sürekli bir güç mücadelesinden söz eder. Söz konusu bu mücadele toplum yaşamının dinamiğini oluşturur. Toplumda iki kutup insan grubunun yer aldığını ve bunlar arasındaki ilişkinin de sömürüye dayalı olduğunu ileri sürer. Egemen grup (toplumda en fazla ayrıcalığa sahip grup)  kendi değerlerini, ideolojilerini kendinden daha zayıf olan gruba çeşitli yollarla empoze eder.

Çağdaş sosyologlardan Pierre Bourdieu, modern devletin ve kurumlarının bireylere bol olanaklar sunar gibi görünerek toplumsal eşitsizliği bu yolla nasıl yeniden ürettiği konusundaki analizleri ile bilinen bir düşünür.   Okullaşma, sanat, entelektüeller ve siyaset felsefesi gibi alanlara ilgi duyarak felsefeden sosyololoji alanına kayan Fransız düşünür, özellikle kültürel sermaye kavramına odaklanır. Eğitim yoluyla edinilmiş olan tüm davranış kalıplarını, bilgi birikimini kültürel sermaye olarak kabul eder.  Birey,  ailesi ve diğer eğitim kurumları aracılığı ile bunları alır ve kendinden sonrakilere aktarır. Ancak kültürel sermaye dağılımı eşit olmadığından, bireysel yetenek ve akademik meritokrasi  (yönetim erkinin yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne dayandığı yönetim biçimi)  ile toplumsal eşitsizlikler korunmaktadır. Bu nedenle Bourdieu,   okulları sosyolojik görüşlerini ifadede önemli bir yere koyar. Ona göre,  oluşan eğitim sistemi ağırlıklı olarak seçkinlerin başarısını ön plana çıkartan bir düzenin oluşmasına yol açar. Seçkin olmayanlar ise bu eğitim sisteminde başarının şart olduğuna kesinlikle inanır ve böylece söz konusu sistemin sürekli kendini yeniden yaratmasına neden olur. Bourdieu buna kültürel miras adını verir. Okulların mirasla alınmış kültürel sermayeye sahip olanları (seçkinleri) olmayanlardan ayrıştıran bir sistem halinde işlediğini söyler. Eğitim, öyle bir şekle dönüşür ki, kültür aracılığı ile bir baskı unsuru halini alır. Böylece yönetenler, gücü elinde bulunduranlar okulları kullanarak iktidarlarını devam ettirirler. Bu durum eskiden var olan sosyal farklıkların devam etmesini sağlar.     Bu noktada habitus kavramı ortaya çıkar.  Bourdieu’ya göre habitus, bireyin yaşam mücadelesi içinde karşılaştığı durumlara paralel olarak ürettiği taktiklerdir. Bireyin belli bir alan içinde karşılaştığı durumlara uyum sağlamada yeni davranışlar geliştirmesine kılavuzluk yapan, karşılaşılan yeni deneyimlerle sürekli gelişen/değişen bir yatkınlıklar bütünüdür.  Habitus, birey- toplum etkileşiminin bir ürünüdür. Habitus, alan ve sermaye ile ilişki halindedir. Alan, bireyin içinde yer aldığı farklı kaynaklara sahip güç, saygınlık, zenginlik rekabetinin yaşandığı sosyal mekânlardır. Sermaye ise, bireysel ve toplumsal konuma sahip kaynaklar ve niteliklerdir. Sosyal alanlar (örneğin bir üniversite) sermayenin çeşitli şekillerine sahip bireylerinin rekabetine sahne olmaktadır. Söz konusu rekabet mevcut alanda hiyerarşinin ne şekilde oluşacağını belirlemektedir.  Söz konusu ortamda bireyler habituslarının aracılığı ile alanın varlığını sürdürmesine ve kendini yeniden yaratmasına neden olur.(4)

Bourdieu’ya göre, ağırlıklı olarak örgün eğitim kurumları aracılığıyla gerçekleştirilen eğitim süreci, bireyin, toplumsal hiyerarşiyi benimsemesini sağlayacak bir yapı durumundadır. Öğrenciler, okullar aracılığıyla içinde bulundukları sosyal sınıfın ekonomik, toplumsal ve kültürel sermayesini içselleştirirler. Ekonomik sermaye, bireyin sahip olduğu ekonomik kaynakları anlatırken, toplumsal sermaye bulunduğu ortamdaki ilişkiler ağını, kültürel sermaye ise gücü elinde bulunduranların bireylere empoze ettiği yapıdır. Eğitim sistemi, sürekli olarak ailelere eğitim şart anlayışını dayatır. Ancak bu sistemin içinde çoğunlukla seçkin olan ailelerin çocukları başarılı olurken, dışarıda kalan seçkin olmayan ailelerin çocukları habitusları ile sistemi yeniden yaratırlar. Okul ortamındaki mücadelesi esnasında birey aynı zamanda eşitsizliği kabul etmeyi de öğrenir ve habitusuna ekler. Birey başarılı ya da mükemmel olma çabasını gösterirken aynı zamanda öyle olmadığının da farkına varır. Toplumsal yaşamdaki mücadele tıpkı bir oyun (futbol,rugby, vb…)  gibidir. Birey, yaşamın her alanında ( AŞK, AİLE, İŞ…) bu oyunu oynarken amacı, oyunun sonunda elde edeceği ödüle ulaşmaktır.  Bu oyunların nasıl oynanacağı ise geçmişten aktarılan bir kültürel mirastır. Örneğin işçi bir ailenin çocuğunun sahip olduğu kültürel mirasla, anne babası mühendis veya doktor olan bir çocuğun kültürel mirası çok farklıdır. Bu nedenle içinde bulundukları bu sosyal alanlarda oynayacakları oyunlar ve kullanacakları stratejiler de farklı olacaktır. Fakat insanlar toplumsal alanda farklı eylemlerde de bulunabilirler. Oyunu oynarken zaman zaman kuralların bazılarını uygulamazlar,   yeni stratejiler geliştirirler. Bu nedenle bireyler sürekli kendilerine aktarılan bu mirasa yeni taktikler de eklerler. Bu mücadele devam ederken kişinin habitusu ve kendisi ile ilgili algısı şekillenmeye devam eder. Böylece birey alanın varlığını sürdürmesine olanak sağlayacak eylemler ortaya koyar.

Eğitim yoluyla sınıf atlama hayalleri kuran binlerce insan arasında kaç tanesinin başarılı olduğu şüphesiz başlı başına bir araştırma konusudur. Son yıllarda sınavla öğrenci alan okullar, özel okullar ve devlet okullarının aldığı şekle bakarak çeşitli yorumlarda bulunmak mümkündür. Ancak bu okullara giden öğrenci aile profillerinin dağılımı için bilimsel verilere dayalı yorumlar yapmak gerekmektedir.  İnsanlar kendi deneyimleri ve kültürel aktarımlar sonucu, belli okullardan mezun olan öğrencilerin gelecekte daha ayrıcalıklı bir yaşam sürdürdüklerini düşünmeye devam etmektedir. Unutmamak gerekir ki her anne-baba için çocuğu özeldir ve en iyisini hak der.  “Memlekete işçi de lazım” görüşlerini dile getiren ebeveynler aslında bu işçinin “ başkasının” çocuğu olacağı temennisini dile getirmektedir. Çeşitli okullara (Kolej, Fen Lisesi, Anadolu Lisesi…) girebilmek amacıyla yapılan sınavlarda oluşan kuyruklar, bu sınavlara hazırlanmak amacıyla yapılan olağan üstü masraflar, toplumların eğitim ile ilgili algı ve beklentilerinin önemli bir göstergesidir.  Özel okullara gösterilen ilginin yanı sıra, uluslararası sınavların (  IELTS, TOEFL, IGCSE…) oluşturduğu küresel eğitim ekonomisi ise eğitimin başka bir yönünü gözler önüne sermektedir. Tüm bu yığılma ve çabalar yüksek maaşlı bir meslek sahibi olmanın yanı sıra,  eğitimi, yüksek statüyü saygınlığa bir koşul olarak görmenin sonucudur.

Devletlerin başarısı, bireylerine umutları doğrultusunda ne derece fırsatlar yarattığı ve toplumsal, ekonomik ve kültürel eşitsizlikleri ne derece en aza indirgeyebildikleri ile alakalıdır. Özellikle günümüzde okullarda kültürel çeşitlilik giderek artmakta, bu da bireyler arası farklılıkları ön plana çıkartarak fırsat eşitsizliklerini körüklemektedir.  Devlet bu noktada eğitimdeki eşitsizlikleri en aza indirgeyecek düzenlemelere gereksinim duyuyor mu, sunduğu olanaklardan tüm kesimlerin eşit şekilde yaralanmaları yönünde tedbirler alıyor mu?  Yoksa Bourdieu’nun da belirttiği gibi yeni kuşaklara oyunlarını oynamaya ve sistemi yeniden üretmelerine olanak sağlayacak alanlar sunmaya devam mı ediyor?                                                                                                                 

----------------------------------------------------------

KAYNAKÇA                                                                                                                                                                                                                              
1) Prof.Dr.  Özer  Ozankaya, Temel Toplumbilim Terimleri  Sözlüğü (s.42),1984
2) Alain de Botton, Statü Endişesi. (s.55),2010
3)Prof.Dr. Mahmut Tezcan, Eğitim Sosyolojisinde Çağdaş Kuramlar ve Türkiye .(s.19) ,1993, Erişim: (http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/083.pdf)
4) Pierre Bourdieu: Pratiklerin Mantığı, Habitus ve Alan Teorisi ,Güney Çeğin, MAM ,  Erişim:(http://pesend.blogspot.com/2014/02/pierre-bourdieu-pratiklerin-mantg.html#.VAGfujJ_tbc)

Bu haber toplam 53193 defa okunmuştur
Gaile 291. Sayısı

Gaile 291. Sayısı