1. YAZARLAR

  2. Dr Filiz Besim

  3. Dört Selvi...
Dr Filiz Besim

Dr Filiz Besim

Dört Selvi...

A+A-

Bugün nasıl başlayacağımı bilmiyorum aslında, hani o kadar ciddi konu arasında…

Biliyorum sırıtacak… Ama ne yapayım bugün benim içimden sizlere bir masal anlatmak geliyor.
(Beşparmak Dağı’nın eteklerine kurulan Bellapais Manastırı, bugünkü adı Fransızca ‘Abbaye de la Paix’den (Barış Manastırı) türemiştir. Manastırın ilk sahiplerinin, Selehadin Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü ele geçirdiği zaman Kıbrıs’a göç eden Augustinian mezhebi rahipleri olduğu bilinmektedir. İlk manastır binasının yapımı 1198-1205 yılları arasında olmuş; günümüzde ayakta kalan yapının büyük bir kısmı ise Fransa Kralı III. Hugh döneminde (1324-1359) yapılmıştır.
Ada Osmanlıların eline geçtikten sonra, manastır da Yunan Ortodoks Kilisesi’ne verilir. Manastırın ortasındaki dört selvi ağacıyla ilgili bazı efsaneler anlatılıyor.
Kıbrıslı olup da Bellapais Manastırı’nı bilmeyen yoktur herhalde ve manastır 
içindeki o yüzyıllara meydan okuyan çok yalnız ama gururlu, dimdik dört selviyi. En güzel Akdeniz manzarasında mevsimlere, yıllara meydan okuyarak gözetliyorlar bu güzel adanın kuzey sahilini.
Manastırın bekçiliğinde, çok uygarlıklara, acılara ve aşklara tanık olmuşlardır mutlaka…
Ama bir tanesi var ki, onların aslında var oluş nedeni. Yüzyıllar önce o manastırda yaşamış bir güzel prensesin aşkıdır yaşam kaynakları…

Bir varmış bir yokmuş diye başlasak da bu acılı masala, bu da bütün masallar gibi gerçek bir hikâyeymiş aslında…
Develer cirit atıyor muydu bilmesem de eski hamam içinde, güzeller güzeli bir prenses yaşarmış, şimdi sadece duvarları kalan, o günlerin ihtişamlı manastırında.
Burası bir kale değilmiş aslında ama bu manastırın da bağlı olduğu bir kral varmış.
Kralın da güzeller güzeli bir kızı.

Kral babası güzel prensesin üzerine titrese de, çevresindeki herkes ona kul köle olsa da, o çoğu prensesin yaptığı gibi, krallığın yakışıklı çobanına vurulmuş.
Aşkların en güzelini en tutkulusunu yaşamışlar, kekik kokulu Beşparmak Dağları’nın muhteşem Akdeniz manzarasında.

O günlerde de, masum değilmiş ama insanoğlu. Dedikodular kulaktan kulağa uzamış ve en nihayet kralın kulağına ulaşmış. Bütün gerçek masallarda olduğu gibi, bu masalda da, kral izin vermemiş güzel soylu kızının bir çobanla evlenmesine.

Güzel kızını Bellapais Manastırı’nın sarp duvarları arasına hapsetmiş, başına da dört rahibe koymuş ona göz kulak olsunlar diye.
Dayanamamış güzel prenses ne aşkının hasretine, ne de tutsaklığa.
Manastırın sarp duvarlarından atmış kendini o büyülü Akdeniz sularının sonsuzluğuna.

Rahibeler, güzeller güzeli prensesin ardından çok gözyaşı dökmüşler. Sonunda onurları galip gelmiş ve ders verircesine insanoğlunun zalimliğine, onlar da hayatlarına kıymışlar güzel prensesin ardından.

Yıllar, yüzyıllar geçmiş bu hüzünlü aşkın ardından. Destan olmuş, masal olmuş, talihsiz prensesin ve rahibelerin akıbeti. İki yüz yıl sonra o manastırın başka onurlu rahibeleri, dört selvi dikmişler yan yana. Anısına demişler ölen rahibelerin.

Çok hızlı büyümüş bu dört selvi. Bütün kuzey sahilindeki âşıkları korumak ister gibi, yükselmişler gökyüzünün maviliğine.
Ayni günlerde mi yeşermiş bilinmez ama manastırın batısında, vahşi güzellikte Cagaranda diye bir ağaç belirmiş bir anda sanki onları selamlar gibi…

Bilmem bu masalda denir mi, onlar ersin selametine biz çıkalım kerevetine…

Bu yazı toplam 13563 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar