1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Dönüp arkamıza bakalım, ne kadar yol alabildik…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Dönüp arkamıza bakalım, ne kadar yol alabildik…”

A+A-

 

Ümit KARDAŞ 

1939 yılı kasım ayında yapılan bir düzenlemeyle gayrimüslimlerin askerlik hizmeti sırasında silah eğitimi alması yasaklanmıştı. Belirli bir bedel ödendiğinde askerlik süresi düşüyor ve gayrimüslim askerler inşaat ve yol işlerinde çalıştırılıyorlardı. Türkiye’nin savaşa girme ve İstanbul’un işgal edilme ihtimali 30 Kasım 1940 tarihli CHP grup toplantısında tartışılırken Kazım Karabekir yaptığı konuşmayla devletin gayrimüslimleri hangi gözle gördüğünü ortaya koyar. “Bir savaş durumunu hesaba katarak, tehlikeli unsurları Anadolu’ya transfer etmeliyiz. Bu unsurların terk ettiği evleri, özellikle Beyoğlu’ndakileri, Türklere vermeliyiz. Mektuplardan ve kişisel gözlemlerimizden biliyoruz ki, Türklerin kanını emen bu unsurlar en güzel evlerde otururken, Sultan Selim’deki Türkler inşaatlarda ve depolarda beş- altı çocukla birlikte oturmak zorunda kalıyorlar.”

Devlet, gayrimüslimleri askerlik adı altında çalışma kamplarında toplayıp, bir taraftan onları tehlike olmaktan çıkarıp kontrol altına almayı hedeflerken, diğer yandan işyerlerini ve evlerini gasp ederek buralara Müslüman Türkleri yerleştirmeyi düşünüyordu.

Almanların 1941’de Balkanlara doğru ilerlemesi üzerine İstanbul ve Trakya’daki 1896-1916 doğumlu, 25-45 yaş arasındaki gayrimüslim erkekler mayıs ayından itibaren tebligat yapılmadan bulundukları yerlerden toplanarak 20 sınıf olmak üzere askere alındılar ve Davutpaşa Kışlası’na sevk edildiler. Bu askerler önce İç Anadolu’da Afyonkarahisar, Sivas ve Yozgat’taki kamplarda toplandılar, daha sonra buradan dağıtıma tabi tutuldular.

Halkın “Gâvur askeri”, devletin “Beşinci kol” dediği gayrimüslimlere silah verilmiyor, normal asker üniforması giydirilmiyordu. Başlarında genellikle silahlı Kürt muhafızların bulunduğu bu insanlar kötü muameleye maruz kalıyor, demiryolları, bayındırlık ve yol yapımı işlerinde çalıştırılıyorlardı. Temizlik ve beslenme koşullarının yetersizliği sonucu kamplarda ölümler artmaya başlamıştı.. Bu şekilde meydana getirilen işçi birlikleri, 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında oluşturulan Amele Taburlarına benziyordu. Gayrimüslimlerde korku yaratan bu uygulama 1942 yılı temmuz ayına kadar devam etti. Dört yıl gibi bir süre çalıştırılanlar oldu.. 1942 yılı ilkbaharında Başbakan Refik Saydam, Yahudilerin devlet kurumlarındaki görevlerine son verdi.

15 Mayıs 1916’da Suriye çöllerinde bir deve ahırında hayata merhaba diyen ve bu hayatı doğruluğa ve ilkeli olmaya adayan marangoz ustası Sarkiz Çerkezyan, Belge Yayınları’ndan çıkan “Dünya Hepimize Yeter” isimli anı kitabında o günleri şöyle anlatıyor. “Askere gittiğim ilk bir ay sadece kuru toprağın üzerinde yattım. Yatak, battaniye, yastık hiçbir şey yoktu. Bayağı toprak. Allahtan yaz aylarıydı. Gece kuru toprağın üstünde yatarsın, çakıl batar uyuyamazsın.”, “Tren yolu hatlarının kenarında, çoğu zaman hiçbir amacı olmaksızın, sadece bizi çalıştırmak amacıyla, bir yerleri kazdırır, çıkan toprak, çakıl başka bir çukura doldurtulurdu. Yalnız bizdik bu görevi yapan: Ermeni, Rum ve Yahudi erkekleri.”

20 sınıf içinde eczacı, mühendis, kimyager gibi meslek sahipleri ve fikir adamları bulunmaktaydı. Çerkezyan, Robert Kolej mezunu, yüksek mühendis Armanak Kalaycıyan ile ilgili olarak şunları anlatıyor. “Armanak Kalaycıyan da bizimle beraber kazma- kürek işlerinde çalıştırılırdı; eline el arabasını verirler, toprağı doldururuz, alır götürür, biraz ileriye döker, geri gelir… Bu güzergâh üzerinde Malatyalı muhafızlar ellerinde sopalarla dururlar, Kalaycıyan’ın her gidiş gelişinde, biraz da mühendis olduğu için, küfrederek sırtına sopalarla vururlardı. Bu her gün akşama kadar tekrarlanan sıradan bir olaydı.”, “Daha sonra genç denebilecek bir yaşta kalpten öldü.”

Askerlik hizmeti adı altında Ermeni, Rum ve Yahudi erkekleri toplumdan izole edildi, kontrol altında tutmayla yetinilmeyip eziyet edilerek ücretsiz ve kötü şartlarda çalıştırıldı.. Sonuçta birçok insan hastalık ve sıtmadan öldü ya da Fırat’ta boğuldu.

Bunlar yaşanırken 1942’de Varlık Vergisi uygulaması. Daha sonra 6-7 Eylül 1955’te gerçekleştirilen başta Rumlar olmak üzere Ermeni ve Yahudilere yönelik katliam, yağma ve tahrip hareketi. Ve 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in planlı, haince ve korkakça öldürülmesi ve kadim zihniyetin cinayeti karanlıkta bırakma gayretleri.
Dönüp arkamıza bakalım, ne kadar yol alabildik!

(TARAF – Ümit KARDAŞ – 13.1.2015)

Bu yazı toplam 1635 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar