1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Dingil (zaten) koptu...
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Dingil (zaten) koptu...

A+A-

Geçtiğimiz yıllarda “Dingil Koptu!”(12 Ekim 2014) diye bir köşe yazısı yayınlamıştım gazetemiz Yenidüzen’de.

Aradan  bir buçuk yıl geçmiş ama hiçbir şey değişmemiş.

Bir dönem kendimi iç siyasetten-siyasetçilerden-icraatlardan uzak tutmaya çalışıp, daha “verimli” olduğuna inandığım; bu toplumun kültür ve belleğine katkı koyacak yazılar yayınlama yönüne gitsem de, iğrençlik ve basiretsizliklerle dolu olan söz konusu; siyaset-düzen-yönetimsizlikler peşini bırakmıyor işte.

Ne kadar “gözümü-kulaklarımı kapattım” deseniz de, ağzınız açık olduğu sürece konuşmazlık da yapamıyor insan.

Çünkü düzen’in düzensizliği, pisliği, iğrençliği her tarafınıza bulaşıyor bu ülkenin Kuzey’inde yaşadığınız sürece.

Güvendiğiniz insanların üç kağıtçı, yalancı, çıkarcı olduklarını görerek bu toplumun “idarecileri-siyasetçileri” dediğiniz insanlara karşı güvensizliğiniz hatsafhaya ulaşmaktadır. Artık “istisnalar hariç” demekte bile zorlandığımız bu düzende, düzeni (düzensizliği) yaratanlara, düzenden beslenenlere, kişisel çıkarları uğruna karakterlerini, duruşlarını, insanlıklarını, yurtseverliklerini, ideolojilerini, inanmışlıklarını satan öylesine insanlarla dolmuş ki çevremiz, bu ülkeyi tası tarağı toplayıp terk etmenin bir alt basamağı olan; evine hapsolmayı, az ve öz insanla görüşmeyi ve paylaşmayı yeğliyorsunuz.

Öyle ki “güzel şeyler de oluyor” dediklerimiz bu çirkefin içerisinde yok ediliyor. 

Kara bir tablo çizdiğimi söyleyecek olanlar bana “beyaz” bir tablo koysunlar karşıma. Koysunlar ki şu kara tabloyu yok edip götürsün... yoktur... felaket tellallığı yani çığırtkanlığını “olumsuz” olarak lanse edenler çıkıp desinler ki; “sonsuza dek yaşatacağımız, demokaratik ve adil bir düzen kuracağımız KKTC’de ne çeşitli alanlarda mafia var, ne kara para aklama var, ne kumar turizmi var, ne kadın ticareti var, ne uyuşturucu var, ne hukukdışılık var, ne rüşvet yiyen memurlar-yetkililer var, ne çevre katliamı var, ne sağlıksız çalışma alanları var, ne izinsiz ve çarpık yapılaşma var, ne Türkiyeden suya, ne elektriğe, ne Türkiye’nin yolladığı paraya ihtiyacımız var, ne kurumlarımızın batırılıması-satılması-peşkeş çekilmesi var, ne bozuk ekonomimiz var, ne gümrüklerimizde kontrol zaafı var, ne bozuk sağlık sistemimiz var, ne yıpranmış eğitim sistemimiz var, ne hezimete uğramış eskiden saygı duyulan mesleklerimiz var... ne kürtaj turizmimiz ne de organize işlerimiz var...

Tüm bunların hiçbiri yok şu sonsuza dek yaşatılacak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde.

Müsebbipleri (suçluları) kimler mi?
Hepimiz...

O siyasetçiyi seçenler de biz, devleti dolandıranlar da biz, hukukdışı işlemleri çıkarımız için kullananlar da biz, sistemden beslenenler de biz, dolayısıyla sisteme karşı duruş sergilesek de aslında çıkarımız için koruyan da biz, yanlış yapmış olmalarına rağmen tanıdığımızı, aile bireyimizi tüm hukuk dışılığına, yalancılığına, üç kağıtçılığına karşın koruyan da biz, “idare et gardaş” diyen de biz, yasal prosedürleri izlemeden bir telefonla işleri yaptıran da biz, bir yandan eleştirirken diğer yandan kendimizi gözden geçirmeyi ihmal eden de biz, hükümete gelince birbirinin sırtını kaşıyanlar da biz, icraatlarımızla artık bir önceki düzeni eleştirecek yüzü olmayanlar da biz...

Bu memleketin bu hale gelmesinde hepimiz suçluyuz...
Peki ne mi olacak?

Dingil’i bir kaynakçıya götürün, belki eskisi gibi olmaz ama bir yerden başlanmışlıkla yola yeniden doğru dürüst koyulmuş olunur.

Bunun da adı; “yine de umut ışığını söndürme”dir...

 

Bu yazı toplam 2113 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar