1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. "Demopoulos ve diğerleri kararı"
Demopoulos ve diğerleri kararı

"Demopoulos ve diğerleri kararı"

25 Soruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kıbrıs’taki Mülkiyet Sorunu Konusundaki Son (Demopoulos ve Diğerleri) Kararı

A+A-

 

Doç. Dr. Tufan Erhürman

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM’nin) Demopoulos ve diğerleri kararı, Kıbrıs’taki mülkiyet tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştı.

Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik müzakere sürecinin yeniden ivme kazanması, özellikle ‘mülkiyet’ başlığındaki gündemin ön plana çıkması nedeniyle, bu önemli kararın detaylarını YENİDÜZEN okurları ile bir kez daha paylaşmak istedik.

YENİDÜZEN, Doç. Dr. Tufan Erhürman’ın hazırladığı “25 Soruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kıbrıs’taki Mülkiyet Sorunu Konusundaki Son (Demopoulos ve Diğerleri) Kararı” başlıklı çalışmayı daha önce okurları ile paylaşmıştı.

Günümüzdeki mülkiyet tartışmalarına da yön veren ilgili kararın, hukukçu olmayanlarca da anlaşılabilmesine ve olumlu ya da olumsuz yanların net olarak görülebilmesine yardımcı olacak bu çalışmayı, yazarın da izniyle bu kez elektronik mecradan sizlere sunuyoruz.

Metinde anlaşılırlığı ve okuma kolaylığını sağlamak düşüncesiyle, diğerlerinden daha önemli olduğu kabul edilen noktalara ağırlık verilmiş, akademik atıf gösterme usulleri uygulanmamış ancak spekülasyondan olabildiğince uzak durabilmek kaygısıyla, Mahkeme’nin kararına atıf yapılan noktalarda karardaki ilgili paragrafların numaraları da parantez içinde gösterilmiştir.    


1. Bu Davadan Önce AİHM’nin Konuyla İlgili Tutumu Neydi?
Bilindiği gibi AİHM, mülkleri kuzeyde kalan Kıbrıslı Rumların açtıkları davalarla ilgili ilk ve en önemli kararını Loizidou davasında verdi. Mahkeme, bu davayla ilgili kararında yapmış olduğu tespitleri, ondan sonra açılan benzer davalarda verdiği kararlarda da tekrarladı. Mahkeme’nin mülkiyet hakkıyla ilgili davalarda tekrarlanagelen saptamalarını şu şekilde özetlemek mümkündür:
a) Kıbrıs’taki tek meşru hükümet “Kıbrıs Cumhuriyeti”dir.
b) Türkiye Cumhuriyeti, kuzey Kıbrıs’ta, dolaylı olarak da olsa, etkili kontrolü elinde bulundurduğundan, Kıbrıslı Rumların kuzey Kıbrıs’taki mülklerine ilişkin haklarının ihlali nedeniyle AİHM’de açtıkları davalarda davalı statüsündedir.
c) Davalı Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi sorumluluğu altında bulunan kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini gidermesine ve bu amaçla Kıbrıs’ta etkili ve tüketilmesi gerekli içhukuk yolları kurmasına olanak tanımak, uluslararası topluluk tarafından tanınmayan KKTC’nin dolaylı olarak meşrulaştırılması sonucunu doğurmaz.
d) KKTC Anayasası’nın 159. maddesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS’ye) uygun olmadığı için, AİHM, bu maddedeki düzenlemelerin doğurduğu sonuçları hukuken kabul etmemektedir.
e) 2003 yılında kurulan Mal Tazmin Komisyonu etkili ve tüketilmesi gereken bir içhukuk yolu değildir.

2. AİHM’nin Bu Konudaki Yaklaşımı Nasıl Değerlendirilebilir?
Herşeyden önce şunu açıklıkla ortaya koymak gerekir ki, AİHM, devletlerin tanınması ya da siyasi sorunların çözülmesi konusunda yetkili olan bir mahkeme değildir. Mahkeme, Sözleşme’ye taraf olan devletlerin yetki alanları içerisinde bulunan kişilerin insan haklarını ihlal ettikleri yolundaki iddiaları içeren başvurular üzerine harekete geçen ve Sözleşme’nin ihlal edilip edilmediğini saptayan bir organdır. Dolayısıyla bu Mahkeme’den, KKTC’yi tanıması ya da Kıbrıs’taki siyasi sorunu çözmesi beklenemez.
Bu noktadan hareketle Mahkeme, bugüne kadarki kararlarında, KKTC’nin ya da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (“Kıbrıs Cumhuriyeti”nin) meşruluğu konusunda birtakım tespitler yapması gerektiğinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi gibi uluslararası kuruluş organlarının konuyla ilgili kararlarına atıf yapmayı tercih etmiştir. Nitekim, BMGK’nın 541 ve 550 sayılı kararlarıyla KKTC’nin tanınmaması çağrısı yapmış olması, Mahkeme’nin KKTC’yi ayrı bir devlet olarak değerlendirmemesinin temel nedenidir. Bu noktadan hareketle, KKTC’de insan hakları ihlalleri konusunda bir boşluk oluşturulmaması (yani KKTC’de insan hakları ihlal edildiği zaman bundan kimsenin sorumlu olmayacağı bir durum yaratılmaması) düşüncesinin de etkisiyle, AİHM, KKTC’deki insan hakları ihlallerinden, KKTC’de dolaylı da olsa etkili kontrol uyguladığını iddia ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni sorumlu tutmaktadır.
Bundan dolayı Mahkeme, KKTC’deki insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak AİHM’ye dava açılacağında, davalının Türkiye Cumhuriyeti olacağına ve KKTC’de kurulan içhukuk yollarının da davalının (yani Türkiye Cumhuriyeti’nin) içhukuk yolları olarak kabul edileceğine hükmetmektedir.     
Mesele mülkiyet hakkı olduğunda, AİHM, KKTC Anayasası’nın 159. maddesinin, Anayasa’nın yürürlüğe girdiği tarihte, eski Rum mal sahiplerine hiçbir ödeme yapılmaksızın mülklerin KKTC’ye geçmesi yolunda anlaşılmasını Sözleşme’ye uygun kabul etmemektedir.
Bunlara ek olarak, Mahkeme, yalnızca tazminat ödeme yetkisine sahip olan ve 2003’te kurulan Mal Tazmin Komisyonu’nun etkili bir içhukuk yolu olarak kabul edilemeyeceğine hükmetmiş ve bunun nedenlerini Xenides-Arestis kararında açıklamıştır.

3. Demopoulos ve Diğerleri Davası Nasıl Gündeme Gelmiştir?
Mahkeme’nin yukarıda sözü edilen Xenides-Arestis kararında Mal Tazmin Komisyonu’nun etkili ve tüketilmesi gereken bir içhukuk yoluna dönüştürülmesi için yapılması gereken değişiklikleri belirtmiş olması, 2005 yılında Sayın Talat’ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından, Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC yetkililerinin AİHM’nin etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olarak kabul edebileceği yeni bir komisyon üzerinde çalışmasına yol açmıştır. KKTC Cumhuriyet Meclisi, bu çalışmaların sonucu olarak, 67/2005 sayılı Yasa’yı yürürlüğe koyarak Taşınmaz Mal Komisyonu’nu kurmuştur. UBP, bu Yasa’nın Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla KKTC Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş olsa da, Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 159. maddesini, uluslararası hukuk çerçevesinde yorumlayarak bu başvuruyu reddetmiştir.
Bu arada, iki yabancı üyenin de katılımıyla oluşturulan TMK faaliyete geçmiş ve kısa süre içerisinde çok sayıda Kıbrıslı Rum bu Komisyon’a başvurmuştur. Komisyon, başvuruların büyük bir çoğunluğunu tazminatla, bir kısmını da iade, çözümden sonra iade ve takas gibi yöntemlerle çözmüştür. Mahkeme’nin tazminat ödeyerek ve takas yoluyla çözdüğü başvurularda, Kıbrıslı Rum eski mal sahipleri, aldıkları tazminatlar ve yapılan takas karşılığında KKTC’deki mallar üzerindeki mülkiyet haklarından vazgeçmişlerdir.
Bu arada, AİHM önünde mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Kıbrıslı Rumlar tarafından açılmış 1500 civarında dava daha vardır. Bunun üzerine AİHM, bunlar arasından 8 davayı (Demopoulos ve diğerleri) pilot dava olarak belirleyerek, TMK’nın etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olarak kabul edilmesinin gerekli olup olmadığı konusunu incelemek için harekete geçmiştir.   


4. Demopoulos ve Diğerleri Davası Nasıl Özetlenebilir?
Bu davada, AİHM’nin Büyük Dairesi, toplam sekiz başvuruyu ele alarak TMK’nın etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olup olmadığını tartışmıştır. Bu başvurular, 1999 ile 27 Şubat 2004 arasında yapılmış başvurulardır. Davanın Büyük Daire’ye gelmesinin nedeni, davalara bakmakla yetkili 4. Daire’nin, AİHS’nin 30. maddesindeki usulden yararlanarak, 19 Mayıs 2009’da, yargılama yetkisinden Büyük Daire lehine vazgeçmesidir. “Kıbrıs Cumhuriyeti” de davaya müdahil olmuştur. Büyük Daire önündeki duruşma, Strasbourg’da, 18 Kasım 2009’da gerçekleştirilmiş ve Mahkeme, kararını, 5 Mart 2010 tarihinde açıklamıştır. (bkz. p. 4)

5. Davada Başvurucuların İddiaları Nelerdir?
Davada başvurucular, özetle,
a) KKTC’nin kontrolündeki kuzey Kıbrıs’taki bazı taşınır ve taşınmaz mallara tamamen ya da kısmen sahip olduklarını,
b) malları “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin işgali ve kontrolü altında bulunan bölge”de bulunduğundan, 1974’ten beri mülkiyet haklarından yoksun bırakıldıklarını,
c) Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, mallarına ulaşmalarını, onları kullanmalarını ve onlardan yararlanmalarını engellediğini iddia etmişlerdir. (bkz. p. 18)

6. Davada Davalı Türkiye Cumhuriyeti’nin Karşı İddiaları Nelerdir?
Davada, davalı Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu karşı iddialar özetle şunlardır:
a) Başvurucular, Güney’de bulunan Tapu Dairesi’nden başvuru konusu malların şu andaki sahipleri olduklarını belgeleyecek kanıt getirmemişlerdir.
b) Başvurucular, 1974’ten sonra o malların koçanlarına sahip olduklarını kanıtlayacak delil sunmamışlardır.
c) Başvurucular, KKTC’deki TMK’ya başvurmamışlar, yani içhukuk yolunu tüketmemişlerdir. (bkz. p. 32)

7. Mahkeme’nin Kararında Kıbrıs Sorunu Hakkındaki Saptamalar Nelerdir?
Mahkeme’ye göre, inceleme konusu başvurular, Temmuz ve Ağustos 1974’te gerçekleştirilen Türk askeri operasyonlarından ve Kıbrıs’ın devam eden bölünmüşlüğünden kaynaklanmaktadır. (bkz. p. 4).
Mahkeme, Kıbrıs’ta devam eden bölünmüşlükle ilgili önemli bir gelişmenin 1983’te KKTC’nin ilanıyla ve 1985’te KKTC Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle gerçekleştiğini belirttikten sonra, bu gelişmenin uluslararası topluluk tarafından kınandığını vurgulamıştır. Mahkeme, devamla, BMGK’nın, 18 Kasım 1983 tarihli, 541 sayılı kararıyla, KKTC’nin kuruluşunun hukuken geçersiz olduğunu ilan ettiğini ve tüm devletleri, Kıbrıs’ta, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden başka hiçbir devleti tanımamaya davet ettiğini hatırlatmıştır. (bkz. p. 5)
Kararda, ayrıca, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Kasım 1983’te, “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni, Kıbrıs’taki tek meşru hükümet olarak değerlendirmeye devam ettiğini açıklamasına ve tüm ülkeleri “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve birliğine saygıya davet etmesine de vurgu yapılmıştır. (bkz. p. 5)
Bunlara ek olarak, kararda, Türkiye Cumhuriyeti’nin, 2001 tarihinde karara bağlanan Cyprus v. Turkey davasında ileri sürdüğü, KKTC’nin demokratik, Türkiye Cumhuriyeti dahil tüm devletlerden bağımsız ve anayasal bir devlet olduğu, ayrıca kuzey Kıbrıs’taki idarenin self-determinasyon hakkını kullanmak suretiyle Kıbrıs Türk halkı tarafından kurulduğu yönündeki iddialarına karşın, AİHM’nin, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin, uluslararası kuruluşların çalışması, diplomatik ilişki kurma ve anlaşma yapma yetkisi bağlamında uluslararası alanda tanınan tek Kıbrıs hükümeti olduğuna hükmettiğinin altı çizilmiştir. (bkz. p. 6)  

8. Mahkeme, Kararında, Annan Planı’nın Geneliyle İlgili Hangi Saptamalara Yer Vermiştir?
Mahkeme, Annan Planı’nın Kıbrıs sorununun çözümü konusunda gerçekleştirilen en dikkate değer girişim olduğu saptamasını yaptıktan sonra (bkz. p. 7), Plan’ın beşinci versiyonunun geneliyle ve akıbetiyle ilgili, özetle şu noktalara yer vermiştir:
a) Plan, biri güneyde, Kıbrıs’taki toprakların % 71’ine sahip ve ağırlıklı olarak Kıbrıslı Rumlardan oluşacak, diğeri de kuzeyde, Kıbrıs’taki toprakların % 29’una sahip ve ağırlıklı olarak Kıbrıslı Türklerden oluşacak iki kurucu devleti olan bir Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını öngörüyordu. Kıbrıslılar, hem Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, hem de kurucu devletlerden birinin vatandaşı olacaklardı. (bkz. p. 8)
b) 24 Nisan 2004’te yapılan referandumlarda, Kıbrıslı Türklerin % 65’i “evet”, Kıbrıslı Rumların % 76’sı “hayır” dediği için Annan Planı kabul edilmedi. (bkz. p. 9)


9. Mahkeme, Kararında, Annan Planı’nın Mülkiyete İlişkin Düzenlemeleriyle İlgili Hangi Saptamalara Yer Vermiştir?
Mahkeme, Plan’ın beşinci versiyonunda yer alan mülkiyet konusundaki düzenlemelere özetle şöyle yer verdi:
a) Plan, Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarıyla, bu hakların konusu olan konutları ve arazileri kullanmakta olan, bir kısmı Güney’de mal bırakmış güney göçmeni Kıbrıslı Türklerden ve birçoğu da Türkiye’den göç etmiş kişilerden (“yerleşiklerden”) oluşan hâlihazırdaki kullanıcıların hakları arasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Türkiye’den göç edenlerin sayısı tartışma konusuydu. “Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı” bu sayının 100,000 olduğunu iddia ederken, Plan, 45,000 “yerleşiğin” Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığı kazanmasını öngörüyordu. (bkz. p. 10)
b) Plan’ın 10. maddesi, mülkiyet iddiaları konusunda ayrıntılı ve karmaşık hükümler getirmişti. Toprak düzenlemesine tabi olacak bölgelerde mülkler, mallarının zilyetliğine  sahip olmayan (malları ellerinde bulunmayan) eski mal sahiplerine iade edilecekti. (bkz. p. 11)
c) Toprak düzenlemesine tabi olmayan bölgelerde ise şu rejim uygulanacaktı: Malların zilyetliğine sahip olmayan eski mal sahiplerinden (tüzel kişiler dahil) tazminatı seçenlere tam ve etkili bir tazminat ödenecekti. Bu tazminatın hesaplanması, malın zilyetliğinin yitirildiği zamandaki değer ve benzer yerlerdeki malların değeri dikkate alınarak hesaplanacaktı. Tazminatlar güvence altına alınmış bonolarla ödenecekti. (bkz. p. 11)
d) Diğer tüm eski mal sahipleri, mülklerinin toplam değerinin ve alanının 1/3’ini geri almaya, geriye kalan 2/3 için de tam bir tazminata hak kazanacaktı. Buna karşın, kendi inşa ettikleri veya içinde en az 10 yıl yaşadıkları bir meskenin (“dwelling”) ve buna bitişik olan en fazla bir dönüm arazinin iadesini talep etme hakkı bulunacaktı. Bu hak, kişilerin eski mallarının değerinin ve alanının 1/3’inden fazlaya tekabül etmesi durumunda dahi ortadan kalkmayacaktı. Eski mal sahipleri, bıraktıkları mallardan hangisini isterlerse seçebileceklerdi ancak bu mallar bir eşdeğercinin elindeyse ya da malı satın alan kişi onun üzerinde kayda değer bir geliştirme (“significant improvement”) yaptıysa, bu hak ortadan kalkacaktı. Malını geri alamayan bu durumdaki bir eski mal sahibi, malının bulunduğu belediye sınırları içinde aynı büyüklükte ve değerde bir mal alma hakkına sahip olacaktı. Ayrıca bu kişilerin, kendi koçanlarını, aynı bölgeden başka bir mal sahibine satma hakları da vardı. (bkz. p. 12)
e) Malı hâlihazırda kullanmakta olan kişiler (“current users”) malın zilyetliğini bir idari işlemle kazanmış olan kişilerdi. Bunlar, güneyde bıraktıkları eşdeğer mallarını takas etmeyi kabul ederlerse, zilyetliklerinde bulunan malın koçanını alma hakkına sahip olacaklardı. Mallarda kayda değer geliştirme yapmış olan kişiler, malın bulunduğu kurucu devletteki geliştirilmemiş değerini ödemek kaydıyla bu malların koçanına sahip olabileceklerdi. (bkz. p. 13)
f) Hâlihazırda kullanmakta oldukları malları iade edecek olan kişiler, kendilerine uygun bir alternatif yerleşim yeri verilmedikçe, kullanmakta oldukları malları iade etme yükümlülüğü altında olmayacaklardı. (bkz. p. 13)
g) Mülkiyet iddiaları bağımsız ve tarafsız bir Mülkiyet Komisyonu tarafından incelenecekti. Bu Komisyon’da her iki kurucu devletten eşit sayıda üye ve yabancı üyeler görev yapacaktı. (bkz. p. 14)
h) Plan’ın VII numaralı ekinin 5. maddesinin 2. fıkrasına göre, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, AİHM’ye, mülkiyet iddiaları konusundaki tek sorumlu tarafın kendisi olduğunu bildirecek ve AİHM’nin, önündeki mülkiyet hakkı ihlaline ilişkin başvuruları kurulacak olan Komisyon’a yönlendirmesini talep edecekti. (bkz. p. 15)
ı) Annan Planı’nın 3. maddesinde, geri dönüp de kuzeyde ikamet etmeye başlayacak olan eski mal sahiplerinin sayısı konusunda konulan sınırlamalar çerçevesinde, anlaşmadan sonraki ikinci ve beşinci yıllar arasında yalnızca 65 yaşın üstündeki kişilere dönüş hakkı verilecekti. Dokuzuncu yıla kadar, geri dönenlerin, geri döndükleri köyün nüfusuna oranı % 6’dan fazla olmayacaktı. Bu oran, 14. yıla kadar % 14’ü ve 19. yıla kadar veya Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne üye olana kadar da % 18’i aşmayacaktı. (bkz. p. 16)      

10. Mahkeme’nin Kararında Annan Planı’na Geniş Biçimde Yer Verilmiş Olması Neyin İşaretidir?
Mahkeme’nin Demopoulos ve diğerleri kararındaki esas konusu, TMK’nın, Sözleşme’deki koşulları taşıyan, etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olup olmadığıdır. Ancak, Mahkeme, bu meseleyi salt teknik açıdan ele almayarak, adadaki somut durum çerçevesinde incelemiştir. Bu noktadan hareketle, Türkiye Cumhuriyeti’nin müdahalesinin, KKTC’nin kuruluşunun, BMGK’nın ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu konudaki kararlarının yer aldığı “genel çerçeve” (“general context”) bölümünde, Annan Planı’na ve Plan’daki mülkiyete ilişkin düzenlemelere ayrıntılı sayılabilecek bir biçimde yer verilmiştir. Bu durum, bir yandan “Kıbrıslı Rumlar Plan’a hayır dedikten sonra bu Plan artık hiçbir anlam ifade etmemektedir” diyenlerin haklı olmadığını, diğer yandan da, açıkça söylenmese dahi, Mahkeme’nin, kararını verirken, BM tarafından hazırlanmış olan Plan’daki düzenlemelerle koşutluğa özel bir önem verdiğini göstermektedir. Nitekim Mahkeme, BMGK’nın 541 sayılı kararıyla Annan Planı’na aynı başlık altında yer vermek suretiyle, yürürlüğe girmemiş olsa da, Plan’ın dikkate alınması gerekli bir belge olarak görüldüğünün işaretini vermiştir. Bu arada, bu durumun, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de KKTC’nin, Annan Planı’nı uluslararası toplum ve Mahkeme nezdinde gündemde tutma çabalarının ürünü olduğunu da vurgulamak gerekmektedir.

11. Davalı Türkiye Cumhuriyeti’nin KKTC’deki TMK’nın Etkili Bir İçhukuk Yolu Olarak Kabul Edilmesinin Gereği Olarak Ortaya Koyduğu Gerekçeler Nelerdir?
Davalı Türkiye Cumhuriyeti bu konuda özetle şu gerekçeleri ortaya koymuştur:
a) Mahkeme, Xenides-Arestis v. Turkey davasında, tüm diğer benzer davaları erteleyerek, 49/2003 sayılı Mal Tazmin Komisyonu’nu Kuran Yasa’yı incelemiştir. Bu Yasa’nın etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu kurmadığının tespit edilmesinden sonra, KKTC Cumhuriyet Meclisi, 67/2005 sayılı Yasa’yı çıkarmıştır. Bu Yasa’yla AİHM’nin Xenides-Arestis kararında işaret ettiği tüm noktalar dikkate alınmış ve TMK kurulmuştur. Bu davada Mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine tazminata hükmederken, TMK’nın kurulmasıyla atılan adımı selamlamış ve kurulan mekanizmanın ilke olarak daha önceki kararda saptanan gereklilikleri karşıladığını ortaya koymuştur. (bkz. p. 50)
b) TMK, etkili ve ulaşılabilir bir mekanizma olarak kurulmuştur. Komisyon’u kuran Yasa, Kıbrıs’ta çıkan bir gazetede İngilizce ve Rumca olarak yayınlanmış ve medyada ayrıntılı bir biçimde yer almıştır. Buna ek olarak, ilk bakışta tazminatı ve iadeyi olanaksız kıldığı düşünülebilecek olan Anayasa’nın 159. maddesi, KKTC Anayasa Mahkemesi tarafından, uluslararası hukuk ve AİHS çerçevesinde yorumlanmış ve 67/2005 sayılı Yasa’nın Anayasa’nın 159. maddesine aykırı olduğu yönündeki iddia Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. (bkz. p. 51)
c) 67/2005 sayılı Yasa’da, başvuru konusu mülkün bir gerçek veya tüzel kişi tarafından kullanılmaması ve askeri bölgelerde bulunmaması durumunda derhal eski sahiplerine iade edilebileceği vurgulanmıştır. Mülklerin, yol, okul veya hastane olarak kullanılması durumunda da iade, kamu yararı ilkesinden hareketle mümkün olmayacaktır. (bkz. p. 52)
d) Buna ek olarak, bazı durumlarda Kıbrıs sorununun çözümünden sonra iade de düzenlenmiştir. (bkz. p. 52)
e) Annan Planı’ndaki düzenlemelerden de anlaşılabileceği gibi, mülklerin eski mal sahiplerine iadesi her durumda mümkün olan bir şey değildir. Kuzeyde, yıllar içinde ciddi arazi düzenlemeleri olmuştur ve bugün üçüncü tarafların Sözleşme’den kaynaklanan haklarının korunması da gerekmektedir. 67/2005 sayılı Yasa, eski mal sahipleriyle üçüncü tarafların hakları arasında adil bir dengenin kurulmasını amaçlamaktadır. Bu mülkleri şu anda kullanmakta olan kişilerin hakları dikkate alınmadan her durumda iadeye olanak tanınması, kamu düzenini ve adada iki toplum arasındaki barışı tehlikeye atabilecektir. (bkz. p. 52)
f) İadenin mümkün olmadığı durumlarda takas ya da hakkaniyete uygun bir tazminat gündeme gelebilecektir. Ayrıca taşınır mallar için tazminat ve eski mal sahipleri tarafından konut olarak kullanılmış olan mallar için manevi tazminat verilebilecektir. (bkz. p. 53)
g) TMK, bağımsız ve tarafsızdır çünkü üyeler, Yasa’da öngörülen durumlar hariç, görevden alınamamakta, kendilerine talimat verilememekte ayrıca Komisyon’da iki de yabancı üye görev yapmaktadır. (bkz. p. 54)       

12. Başvurucuların TMK’nın Etkili Bir İçhukuk Yolu Olarak Kabul Edilmemesinin Gereği Olarak Ortaya Koyduğu Gerekçeler Nelerdir?
Bu gerekçeler özetle şunlardır:
a) Başvuruculardan, AİHM’ye başvurmalarından birkaç yıl sonra kurulmuş olan bir içhukuk yolunu tüketmeleri beklenmemelidir. (bkz. p. 58)
b) TMK, Kıbrıslı Rumların yaygın olarak reddettikleri ve güvenmedikleri ayrıca “uluslararası alanda işgalci olduğu kabul edilen” bir idare tarafından yönetilmektedir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti, Loizidou ve Xenides-Arestis davalarında mülkü iade etmeyerek ve Loizidou davasında da tazminatı karardan üç yıl sonra ödeyerek Mahkeme’nin kararlarına uymamak konusunda ısrarcı olduğunu kanıtlamıştır. (bkz. p. 58)
c) KKTC Anayasası’nın 159. maddesi hâlâ yürürlüktedir. (bkz. p. 58)
d) KKTC’de Kıbrıslı Rumların kuzeye dönmelerini engelleyen bir politika ve uygulama vardır. (bkz. p. 58)
e) Maddi imkânsızlık (material impossibility) durumları hariç, her durumda iade otomatik olmalıdır. (bkz. p. 59)
f) TMK’nın iki yabancı üyesi, diğer üyelerin sayısı dikkate alındığı zaman etkisizdir. Ayrıca, bu iki üye dışındaki üyelerin tümü KKTC Cumhurbaşkanı tarafından atandığından bağımsız değillerdir. (bkz. p. 60)
g) TMK’nın uyguladığı usul yetersiz olduğundan çok zaman almaktadır. (bkz. p. 60)


13. Müdahil “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin TMK’nın Etkili Bir İçhukuk Yolu Olarak Kabul Edilmemesinin Gereği Olarak Ortaya Koyduğu Gerekçeler Nelerdir?
Bu gerekçeler özetle şunlardır:
a) Bu girişim, Türk Hükümeti’nin, Kıbrıslı Rumların mallarına yönelik gayrikanuni ve kitlesel el koyma eylemlerini meşrulaştırmayı amaçlamaktadır. (bkz. p. 63)
b) İçhukuk yollarını tüketme zorunluluğu davalı Türkiye Cumhuriyeti’nin içhukuk yolları içindir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti, TMK’nın KKTC’nin bir içhukuk yolu olduğu konusunda ısrarcıdır. (bkz. p. 64)
c) Bir “istilacı”nın (“invador”) mallarını zorla işgal ettiği insanları, insan hakları konusundaki şikâyetlerini kendi koyduğu usuller çerçevesinde yapmak zorunda bırakması kabul edilemez. (bkz. p. 64)
d) 2005 tarihli Yasa, yalnızca uluslararası hukuka göre yasadışı olan bir yasama organı tarafından çıkarıldığı için değil, temelini AİHM’nin defalarca tanınmaması gerektiğini söylediği KKTC Anayasası’nın 159. maddesinin oluşturması nedeniyle de yok hükmündedir. Ayrıca bu Yasa ayrımcılıkla maluldür. (bkz. p. 65)
e) 67/2005 sayılı Yasa’nın temeli Anayasa’nın 159. maddesidir ve hem Yasa, hem de ilgili Anayasa maddesi iki kesimlilik ilkesine yönelik “etnik temizlik” yaklaşımının ürünüdür. (bkz. p. 66)
f) Kıbrıslı Rumların ellerindeki koçanlar tanınmalı ve bu kişilerin evlerine dönmesine izin verilmelidir. (bkz. p. 66)
g) İade, maddi imkânsızlık durumları dışında ana ilke olması gerekirken, Yasa’da, çok istisnai durumlar dışında mümkün değildir. (bkz. p. 67)   

14. Mahkeme, TMK’yı Etkili Bir İçhukuk Yolu Olarak Kabul Ederken, Başvurucuların ve Müdahil “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin İddialarına Nasıl Yanıt Vermiş ve Hangi Gerekçelere Dayanmıştır?
a) Başvurucular, AİHM’ye başvurmalarından birkaç yıl sonra kurulmuş olan bir içhukuk yolunu tüketmelerinin beklenemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Mahkeme’nin içhukuk yollarının tüketilmesi konusundaki kararları başvuru tarihini dikkate alarak belirlediği doğrudur ancak bugüne kadarki kararlarda bu genel ilkenin bazı istisnaları vardır. Demopoulos ve diğerleri davası da bu istisnalardan biridir. (bkz. p. 87)
b) Müdahil “Kıbrıs Cumhuriyeti”, KKTC’de kurulmuş olan TMK’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin bir içhukuk yolu olarak kabul edilemeyeceğini çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin, ısrarla, Komisyon’un KKTC’nin bir içhukuk yolu olduğunu ileri sürdüğünü iddia etmiştir. Mahkeme’ye göre, bu iddia yapay bir argümana dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, bugüne kadarki birçok davada, KKTC’deki otoritelerin işlem ve ihmallerinden sorumlu tutulmuştur. Aksi hâlde Mahkeme, başvurucuların KKTC’yle ilgili başvurularını inceleme yetkisine sahip olamazdı (çünkü KKTC tanınmış bir devlet olmadığından, AİHS’ye de taraf değildir). KKTC otoriteleri tarafından kurulan bir mekanizma, Mahkeme’nin bugüne kadarki içtihatı çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin içhukuk yolu olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, gözden kaçırılmamalıdır ki, 67/2005 sayılı Yasa ve TMK, Mahkeme’nin Xenides-Arestis kararında Türkiye’nin bir içhukuk yolu yaratmasının gereğine yaptığı vurgunun sonucudur. (bkz. p. 89)
c) Türkiye Cumhuriyeti’nin kuzey Kıbrıs’ta uyguladığı etkili kontrol, KKTC’nin politikalarından ve uygulamalarından sorumlu olması sonucunu doğurur ve bunun da doğal yansıması, bu devletin kuzey Kıbrıs’taki hak ihlallerini önlemek için olumlu adımlar atma yükümlülüğü altında olmasıdır. (bkz. p. 95)
d) Daha önceki kararlarda da sık sık vurgulandığı gibi, KKTC’deki içhukuk yollarının tanınması, uluslararası topluluğun KKTC’nin kuruluşuna ilişkin yaklaşımı konusunda herhangi bir kuşku yaratmamaktadır. “Kıbrıs Cumhuriyeti” hâlâ Kıbrıs’taki tek meşru hükümettir. Mahkeme bir kez daha vurgular ki, davalı devletin kendi sorumluluğu altındaki hataları düzeltmesine olanak tanımak, uluslararası hukuka göre gayrikanuni olan bir rejimin dolaylı olarak meşrulaştırılması sonucunu doğurmaz. (bkz. p. 96)
e) Mülklere ve kayıtlara ulaşabilen uygun bir yerel organ, mülk sahipliği ve tazminat değerlendirmesi gibi karmaşık konularda AİHM’den daha uygundur. (bkz. p. 97)
  
15. Mahkeme, Kararında, Kıbrıs’taki Siyasi Sorunla Mülkiyet Meselesi Arasında Herhangi Bir İlişki Kurdu mu?
Mahkeme, tarafların argümanlarının adanın geleceği ve mülkiyet meselesinin çözümü konusunda uzun süreden beri devam eden yoğun siyasi uyuşmazlıkları yansıttığının altını çizmiştir. (bkz. p. 83)
Mahkeme, önündeki başvurularda, başvurucuların kuzeydeki malları üzerindeki zilyetliklerini kaybetmelerinin üzerinden 35 yıl geçtiğini, nesillerin değiştiğini ve nüfusun durağan olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, bu arada, Kıbrıslı Rumların mallarının en az bir kez, satış, bağış ya da miras yoluyla el değiştirdiğine de vurgu yapmıştır. (bkz. p. 84)
Dolayısıyla Mahkeme’nin önünde, tüm tarafların siyasi düzeyde bir çözümle sonuçlandırma sorumluluğu altında olduğu bir meseleden kaynaklanan, siyasi, tarihi ve olgusal karmaşıklıklarla dolu davalar vardır. Bu gerçeklik, geçen zaman ve siyasi uyuşmazlıkta devam eden gelişmeler Mahkeme’nin yorumunu etkilemektedir. Mahkeme’nin açık olgusal çerçeve karşısında durağan kalması ve gelişmeleri görmezden gelmesi beklenmemelidir. (bkz. p. 85)

16. Mahkeme’nin Siyasi Sorunla Mülkiyet Meselesi Arasında Kurduğu İlişkiyi Nasıl Değerlendirmek Gerekir?
Mahkeme’nin Kıbrıs’taki siyasi sorunla mülkiyet meselesi arasında kurduğu ilişkiyi değerlendirirken, herşeyden önce, bugüne kadarki süreçte Kıbrıs Türk tarafının mülkiyet meselesinin siyasi sorunun bir parçası olarak çözülmesi gerektiğini ileri sürmesi karşısında, Kıbrıs Rum tarafının bunu hep sıradan bir hukuki sorun olarak ortaya koymaya çalıştığını hatırlamak gerekir. Nitekim, AİHM’nin bu kararından kısa bir süre önce çıkan Orams kararında da Kıbrıs Rum tarafının bu yaklaşımının yansımaları görülmüş ve mahkemeler, Kıbrıs’taki siyasi sorunu görmezden gelerek, önlerindeki davayı olağan koşullar altında bulunan bir ülkede benzer bir davayla karşılaşsalardı nasıl bir karar verecek idiyseler öyle sonuçlandırmışlardır. Oysa Demopoulos ve diğerleri davasında AİHM,
a) önündeki davada ileri sürülen argümanların tarafların Kıbrıs’taki siyasi sorunla ilgili yaklaşımlarının uzantısı olduğunu,
b) bu davaların salt mülkiyet hakkıyla ilgili teknik davalar olarak değerlendirilemeyeceğini,
c) siyasi, tarihi ve olgusal karmaşıklıklarla dolu olduğunu ve
d) bu karmaşıklık yanında, aradan geçen uzun zamanın ve siyasi uyuşmazlıkta meydana gelen gelişmelerin de Mahkeme’nin yorumunu etkilediğini, bu durumun Mahkeme tarafından görmezden gelinmesinin beklenmemesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.   
Mahkeme’nin siyasi sorunla mülkiyet meselesi arasında böyle bir bağ kurmuş olması ve Kıbrıs’taki mülkiyet meselesiyle ilgili davalar söz konusu olduğunda adadaki olağandışı durumun kararlar verilirken yapılacak yorumlar üzerinde etkili olacağını açıkça söylemesi, Kıbrıs Türk tarafının, mülkiyet meselesini Kıbrıs’taki siyasi sorunun bir parçası olarak kabul eden tutumuyla uyumludur.

17. Başvurucuların ve Müdahil “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs’taki Mülkiyet Meselesiyle İlgili Çözüm Formülü Nedir?
Başvurucular, TMK’nın, iade, çözümden sonra iade, takas ve tazminat yöntemlerinin tümünü mülkiyet hakkı ihlalinin kaldırılması için geçerli sayması karşısında, bunun AİHS’ye uygun olmadığını, maddi imkânsızlık (material impossibility) durumları hariç, her durumda iadenin otomatik olması gerektiğini savundular. (bkz. p. 59)
Yani, başvuruculara göre, TMK’nın etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olarak kabul edilebilmesi için, kendisine yapılan her başvuruda, başvuru konusu taşınmaz malın iadesinin madden imkânsız olduğu durumlar hariç olmak üzere, malı eski sahibine iade etmesi gerekmektedir.
Nitekim, müdahil “Kıbrıs Cumhuriyeti” de, Kıbrıslı Rumların koçanlarının tanınması ve tüm Kıbrıslı Rumların evlerine dönebilmesi gerektiği iddiasını dile getirirken, iadenin imkânsızlık durumları dışında ana ilke olduğunu, oysa TMK’da bunun çok istisnai durumlarda söz konusu edildiğini, bu nedenle TMK’nın etkili bir içhukuk mekanizması olarak kabul edilmemesi gerektiğini ileri sürmüştür. (bkz. p. 66)
Başvurucuların ve müdahil “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin bu iddialarına göre, TMK’nın bugüne kadar yapılan başvurularda yoğun olarak tazminata hükmederken sadece birkaç durumda takasa, çözümden sonra iadeye ve iadeye hükmetmiş olması, onun etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olarak kabul edilmemesi gereğinin en açık göstergesidir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, eski mal sahiplerinin talep etmesi hâlinde iadenin her durumda gerçekleştirilmesi gerektiği iddiasının Kıbrıs Rum tarafınca müzakere masasında da ileri sürülüyor olmasıdır. 
   
18. TMK’nın Mahkeme Önündeki Duruşma Gününe Kadar Vermiş Olduğu Kararlar Hangi Çözüm Formüllerini Temel Almaktadır?
Kasım 2009’da yapılan duruşmaya kadar TMK’ya yapılan başvuruların sayısı 433’tür. Bunlardan 85’i hükme bağlanmıştır. Çoğunluğu dostane çözümle sonuçlandırılmıştır. Anlaşmayla sonuçlanmadan hükme bağlanan başvuru sayısı çok azdır. TMK, 4 başvuruda iade ve tazminata, 2 başvuruda takasa, 1 başvuruda çözümden sonra iadeye karar vermiştir. 70’ten fazla başvuruda tazminata hükmedilmiştir. 361,493 metre kare arazi iade edilmiş, 47 milyon euro tazminat ödenmiştir. (bkz. p. 40)  

19. Mahkeme Kıbrıs’taki Mülkiyet Meselesi’nin Çözüm Formülleri Konusunda Ne Gibi Saptamalar Yapmıştır?
Mahkeme’nin bu konudaki görüşleri özetle şöyledir:

a) Başvurucular resmi anlamda mülkiyet hakkını kaybetmiş değillerdir. Mahkeme, kendi deyişiyle, “askeri işgalin bir koçanın hukuken müdaheleci güce devri sonucu doğuracağını söylemekten özenle kaçınmaktadır”. Bununla birlikte, bu davaların sonucu olarak Mahkeme’nin, Türk Hükümeti’ne, söz konusu mülklerde bugün kimlerin yaşadığına, bu mülklerin askeri bölgeler içinde kalıp kalmadığına ve kamu yararı için kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın başvurucuların mülklerini iade etmesini emretmesini beklemek gerçekçi değildir. (bkz. p. 112)
b) Mahkeme, bir koçana sahip olmakla zilyetlik (malı elde bulundurma hakkı) arasındaki ilişkinin zamanla zayıfladığı ve söz konusu mülkün şu anda nasıl kullanıldığının 35. maddedeki ihtiyaç bağlamında ihlalin giderilmesi için kullanılacak yöntem konusunda belirleyici olduğu kanaatindedir. (bkz. p. 113)
c) Mahkeme’nin bugüne kadarki içtihadına göre, ihlalin doğası olanak tanırsa, davalı taraf iadeyi gerçekleştirir. Ancak, bu mümkün değilse, Mahkeme, yerleşik içtihadında davalı devlete bir alternatif olarak tazminat ödeme yükümlülüğü yüklemiştir. Bu, Mahkeme’nin ihlale hükmettiği durumlarda davalıların kararı yerine getirmek için diledikleri yöntemi seçmekte kural olarak özgür olmalarından kaynaklanır. (bkz. p. 114) 
d) Mülk maddi bir şeydir ve parayla tazmin edilebilir. Eğer tazminat Mahkeme’nin içtihatına uygun bir biçimde ödenirse, taraflar arasında kural olarak adil olmayan bir dengesizlik ortaya çıkmaz. Benzer bir biçimde Mahkeme, takası da, kabul edilebilir bir ihlal giderme yöntemi olarak görmektedir. (bkz. p. 115)
e) Mahkeme, ayrıca, başvurucuların ya da onlara miras bırakanların başvuru konusu mülkleri terk etmelerinin üzerinden 35 yıl geçtiğini, bu yüzden davalı devlete her durumda (maddi imkânsızlık durumları bir yana bırakılsa bile) mülkü iade etme ödevi yüklemenin keyfi ve tedbirsiz bir davranış olma riski taşıdığını belirtmektedir. Davalı devletin, diğer koşulları, özellikle üçüncü kişilerin haklarını dikkate almasının yasaklanması gerektiği konusunda Mahkeme davacılarla hemfikir olamaz. Davalı hükümete, Sözleşme’deki hakları ihlal edilen kişilerin hakları üzerindeki ihlali kaldırmak amacıyla da olsa, koşullardan bağımsız olarak, çok sayıda erkeğin, kadının ve çocuğun tahliyesine ve yeniden yerleştirilmesine yol açacak bir yükümlülüğü yüklemek, bu Sözleşme’yi uygulamak ve yorumlamakla yükümlü olan Mahkeme’nin amacı olamaz. (bkz. p. 116)  
f) Mahkemenin içtihadından da açıkça anlaşılabilir ki, mülkiyet haklarının kitlesel olarak ihlal edildiği, örneğin komünist rejimlerdeki durumlarda dahi, sonradan bu ihlallerin giderilmesi için çıkarılan iade yasaları söz konusu olduğunda, eski sorunları gidermek için yapılacak uygulamaların ölçüsüz yeni hatalar yapılmasına yol açmaması gerektiği Mahkeme tarafından vurgulanmıştır. (bkz. p. 117)
g) Dolayısıyla, Mahkeme’nin içtihadında, davalı devleti, şu anki kullanıcıları dikkate almaksızın tüm malları iade etmek zorunda bırakacak herhangi bir emsal karar yoktur. (bkz. p.117)
h) Sonuç itibarıyla Mahkeme, mülkiyet haklarının ihlal edildiği durumlarda bu ihlalin kaldırılmasına ilişkin yöntemi seçme yetkisini, ülkedeki uygulamayı, öncelikleri ve çatışan çıkarları en iyi bilen davalı Devlete bırakmaktadır. (bkz. p. 118)

20. Mahkeme’nin Mülkiyet Hakkıyla İlgili Yaptığı Saptamalardan Kıbrıs’taki Mülkiyet Meselesinin Çözüm Biçimi Konusunda Hangi İlkeler Çıkarılabilir? 
a) Başvurucu eski Rum mal sahipleri resmi anlamda mülkiyet hakkını kaybetmiş değillerdir.
b) Bununla birlikte, mülkiyet hakkının resmen kaybedilmemiş olması, bu davaların sonucu olarak, söz konusu mülklerde bugün kimlerin yaşadığına, bu mülklerin askeri bölgeler içinde kalıp kalmadığına ve kamu yararı için kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın iade edilmesini gerektirmemektedir.
c) Mahkeme’ye göre, ellerinde koçan bulunsa dahi, eski mal sahiplerinin bunca yıl sonra mallarının her durumda iade edilmesini beklemeleri gerçekçi değildir. Başvuru konusu mülkün başvuru anında nasıl kullanılmakta olduğu, mülkiyet hakkı ihlalinin giderilmesi için seçilecek yöntemin (iade, takas, tazminat) belirlenmesi konusunda etkilidir.
d) İade, mümkünse gerçekleştirilir. Ancak, bu mümkün değilse, Mahkeme, yerleşik içtihadında davalı devlete bir alternatif olarak tazminat ödeme yükümlülüğü yüklemiştir.
e) Mülk maddi bir şeydir ve parayla tazmin edilebilir. Eğer tazminat Mahkeme’nin içtihadına uygun bir biçimde ödenirse, taraflar arasında kural olarak adil olmayan bir dengesizlik ortaya çıkmaz.
f) Benzer bir biçimde Mahkeme, takası da kabul edilebilir bir ihlal giderme yöntemi olarak değerlendirmektedir.
g) Mahkeme, ayrıca, başvurucuların ya da onlara miras bırakanların başvuru konusu mülkleri terk etmelerinin üzerinden 35 yıl geçtiğini, bu yüzden davalı devlete her durumda (maddi imkânsızlık olanlar bir yana bırakılsa bile) mülkü iade etme ödevi yüklemenin keyfi ve tedbirsiz bir davranış olma riski taşıdığını belirtmektedir.
h) Mülkiyet hakkı ihlalinin giderilmesi için hangi yöntemin tercih edileceği belirlenirken, eski mal sahibinin hakları dışındaki diğer koşullar, özellikle üçüncü kişilerin hakları da dikkate alınacaktır.
ı) Davalıya, Sözleşme’deki hakları ihlal edilen kişilerin hakları üzerindeki ihlali kaldırmak amacıyla da olsa, koşullardan bağımsız olarak, çok sayıda erkeğin, kadının ve çocuğun tahliyesine ve yeniden yerleştirilmesine yol açacak bir yükümlülük yüklenemez.
i) Mülkiyet hakkı ihlallerinin giderilmesi için çıkarılan yasalar söz konusu olduğunda, eski sorunları gidermek için yapılacak uygulamaların ölçüsüz yeni hatalar yapılmasına yol açmaması gerekir.
j) Mahkeme’nin içtihadında, davalı devleti şu anki kullanıcıları dikkate almaksızın tüm malları iade etmek zorunda bırakacak herhangi bir emsal karar yoktur.

21. Mahkemeye Göre TMK’nın Ödediği Tazminatlar ve Yargılama İçin Kullandığı Süreler Sözleşme’ye Uygun mudur?
Mahkeme, TMK’nın ödediği tazminatların gayriadil bir biçimde yetersiz olduğu ve Komisyon huzurundaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı konusunda ikna olmamıştır. (bkz. p. 123)

22. Mahkeme Sonuç Olarak TMK’yı Etkili ve Tüketilmesi Gerekli Bir İçhukuk Yolu Olarak Kabul Etmiş midir?
Mahkeme, 67/2005 sayılı Yasa’nın Kıbrıslı Rumların mallarıyla ilgili şikâyetleri konusunda ulaşılabilir ve etkili bir içhukuk yolu sunduğunu bulgular. Mahkeme, 67/2005 sayılı Yasa’nın, adadaki somut durumda gerçekçi bir ihlal giderme mekanizması sunduğu konusunda tatmin olmuştur. (bkz. p. 127)

23. Mahkeme’ye Göre Kıbrıslı Rumlar TMK’ya Başvurmak Zorunda mıdır?
Mahkeme’ye göre, bu karar başvurucuların TMK’yı kullanmak zorunda oldukları anlamına gelmemektedir. Başvurucular, isterlerse TMK’ya başvurmayıp siyasi çözümü bekleyebilirler. (bkz. p. 128)
Mahkeme’nin bu noktada yapmış olduğu vurgu, TMK’nın adada çözümün bulunamadığı koşullarda faaliyet gösteren bir içhukuk yolu olarak kabul edildiğinin altını çizmektedir. Bununla birlikte, mülkiyet meselesinin çözümsüzlük koşullarında tamamen halledilmesini beklemek gerçekçi değildir. O nedenle, eski mal sahipleri dilerlerse çözümü beklemeden bu Komisyon’a başvurabilecekleri gibi, mülkiyet meselesinin nihai hallini gündeme getirecek siyasi çözümü de bekleyebileceklerdir.   

24. Mahkeme’nin Kararından Sonra Kıbrıslı Rumların Mülkiyet Hakkı İhlali İddiasıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne Karşı AİHM’ye Başvurması Mümkün müdür?
AİHS’nin 35. maddesine göre, herhangi bir Kıbrıslı Rum mal sahibi Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla başvuru yapmak isterse, önce KKTC’deki içhukuk yolunu tüketmek, yani TMK’ya başvurmak zorundadır. TMK’nın bu konuda aldığı kararın 67/2005 sayılı Yasa’ya ya da AİHS’ye uygun olmadığı kanaatinde olan başvurucu, KKTC Yüksek İdare Mahkemesi’ne de başvurabilir. Orada alınan kararın da AİHS’yle uyumlu olmadığı görüşünde olursa, ancak o zaman AİHM’ye başvurabilecektir. Bununla birlikte, TMK’nın kendi Yasası’na uygun bir kararı, AİHM içtihadındaki tazminat hesaplamalarıyla uyumlu bir biçimde ve makul bir sürede vermesi durumunda, AİHM’nin TMK’nın kararının Sözleşme’yi ihlal ettiği sonucuna varması çok kolay olmayacaktır. Çünkü AİHM, Demopoulos ve diğerleri kararında, Komisyon’u kuran 67/2005 sayılı Yasa’yı ayrıntılı bir incelemeye tabi tutmuş ve onun Sözleşme’ye uygun olduğu sonucuna varmıştır. O nedenle, Komisyon’un Yasa’ya uygun karar vermesi durumunda, istisnai hâller hariç, Sözleşme’ye de uygun kararlar verilmiş olacağı öngörülebilir.

25. Demopoulos ve Diğerleri Kararı Kıbrıs’taki Mülkiyet Sorunu Konusunda Neyi Değiştirdi?
Bu soruya doğru yanıt verebilmek için, bu karardan önce konuyla ilgili durumun ne olduğunu hatırlamakta yarar vardır.
a) Eski Kıbrıslı Rum mal sahipleri, KKTC’de bulunan mallarıyla ilgili mülkiyet haklarının Türkiye Cumhuriyeti tarafından ihlal edildiği gerekçesiyle, AİHM’de, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı dava açıyorlar ve AİHM de bu davalarda Türkiye Cumhuriyeti’nin davalı olduğunu kabul ediyordu. Mahkeme, bu konudaki yaklaşımını, temelde, yukarıda değinilen BMGK ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarına ve Türkiye’nin KKTC’de etkili ve fiili kontrol uyguladığı iddiasına dayandırıyordu.
b) Yukarıda belirttiğimiz değerlendirme dolayısıyla, KKTC’de kurulacak herhangi bir içhukuk yolu, AİHM tarafından, davalı Türkiye Cumhuriyeti’nin içhukuk yolu olarak kabul ediliyordu. Davalı Türkiye Cumhuriyeti olduğuna göre, ona karşı AİHM’ye gitmeden önce tüketilmesi gereken içhukuk yollarının da onun içhukuk yolu olarak kabul edilmesi mantık gereğiydi. Türkiye Cumhuriyeti davalı konumundan çıkmadıkça, yani KKTC’de etkili ve fiili kontrol uygulamadığı Mahkemece kabul edilmedikçe, bu durumun değişmesi de mümkün değildi.   
c) AİHM’de açılan davalarda, (Loizidou davası örneğinde olduğu gibi), Türkiye, eski Rum mal sahibinin kullanım kaybından doğan zararını tazmin ediyor ancak mal yine eski Rum mal sahibinde kalıyordu. Ayrıca bu durumda, eski Rum mal sahibinin belirli aralıklarla Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı AİHM’ye başvurması ve belli süreler içinde kullanım kaybından doğan zarar için tekrar tekrar tazminat istemesi mümkündü.
d) Kıbrıslı Rumlar, konu mülkiyet hakkı olduğunda, Kıbrıs sorunu uzun yıllar boyunca çözülmese de mallarının kendilerine ait olacağını, eninde sonunda o malların kendilerine iade edileceğini, bu arada da kullanım kaybından doğan zararlarını elde edebileceklerini düşündüklerinden, çözüme motive olamıyorlardı. Yani, mülkiyet hakları söz konusu olduğunda, çözümsüzlük durumunun devamının onların aleyhine olmadığı kanaatindeydiler.
e) Uluslararası topluluk ve mahkemeler, mülkiyet meselesiyle siyasi sorun arasında herhangi bir açık bağ kurmuyorlar, adadaki mülkiyet meselesini, geçen zamandan, siyasi sorun ve çabalardan bağımsız biçimde değerlendiriyorlardı. Bu konudaki davalarda ülkedeki olağandışı durum dikkate alınmıyor, olağan koşullar altındaki ülkelerde benzer sorunlar yaşandığında nasıl karar veriliyorsa, Kıbrıs’la ilgili mülkiyet davalarında da öyle karar veriliyordu.
f) Mahkemelerin bugüne kadarki kararları, siyasi sorunun çözümü sırasında mülkiyet meselesinin ilke olarak iadeyle halledilmesi gerektiği çağrışımı yapıyordu. Kıbrıs Rum tarafı, bu kararların da etkisiyle, müzakere masasında, şu andaki kullanıcıların haklarını, aradan geçen uzun zamanı ve iki kesimlilik ilkesini dikkate almaksızın, ana ilkenin iade olmasının uluslararası hukukun gereği olduğunu ileri sürüyordu.
Karardan önceki durum bu olduğuna göre, şimdi bu kararla nelerin değiştiğine bakmakta yarar vardır:
a) BMGK’nın ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin KKTC’nin ilanıyla ilgili kararları değişmediğine, KKTC hâlâ tanınmıyor olduğuna ve AİHM’nin, Türkiye’nin davalı konumunda olmasının (etkili ve fiili kontrol uyguladığının kabul edilmesinin) temel gerekçesi olarak gösterdiği çok sayıda Türk askerinin adadaki varlığı olgusu devam ettiğine göre, ilk iki noktada herhangi bir farklılık ortaya çıkmadığı ve sözünü ettiğim bu faktörler değişmedikçe çıkmasının da mümkün olmadığı açıktır. O nedenle, sanki bir AİHM kararıyla KKTC tanınabilirmiş beklentisi içine girmek, en hafif tabiriyle hukuk bilmemektir.
b) Bu kararla, TMK etkili ve tüketilmesi gerekli bir içhukuk yolu olarak kabul edildiğine göre, bu Komisyon aracılığıyla, bugüne kadar olduğu gibi, tazminatlar ödenirken ya da takas yapılırken, tazminatın ve takasın karşılığı olarak eski Rum mal sahiplerinin koçanları da alınacak ve boş yere tazminat ödemek ya da belli aralıklarla sürekli kullanım kaybından doğan zararı gidermek gibi durumlar ortadan kalkacaktır.
c) Kıbrıslı Rumlar, Mahkeme’nin geçen zamanın hukuki yorum üzerindeki etkisine yaptığı vurguyu gördüklerinde, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün yalnızca Kıbrıslı Türklere değil, onlara da bir şeyler kaybettirdiğini fark edeceklerdir. Böyle bir durum, Kıbrıslı Rumların çözüm konusundaki motivasyonu üzerinde etkili olabilecektir.
d) Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türk tarafının yıllardır savunduğu, mülkiyet meselesinin siyasi sorunun bir parçası olarak görülmesi gerektiği ve Kıbrıs sorunu tam olarak çözülmedikçe mülkiyet meselesinin de ortadan kalkmayacağı tezinin uluslararası topluluk ve mahkemeler tarafından da kabul edilmeye başlandığını anlayacaklar ve mülkiyet konusunun bireysel davalarla çözülemeyeceğini kavrayacaklardır.
e) Mahkemenin, son derece açık biçimde, mülkiyet sorununun yalnızca iadeyle değil, tazminat ve takas gibi yollarla da çözülebileceğini ve iadeye ağırlık verilmesinin de gerekmediğini söylemiş olması, Kıbrıs Rum tarafını, müzakere masasındaki pozisyonunu gözden geçirmek zorunda bırakacaktır. Türk tarafının mülkiyet konusundaki tezleri büyük ölçüde Annan Planı’ndan ve TMK’yı düzenleyen 67/2005 sayılı Yasa’dan esinlendiğinden, Rum tarafının, bu tezlerin uluslararası hukuk tarafından kabul edilmediği yönündeki iddiaları havada kalacak ve uluslararası hukuka aykırı tezleri masayı getirenin Türk tarafı değil, Rum tarafı olduğu açık biçimde görülecektir.

Bu haber toplam 11808 defa okunmuştur