1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Dava Gazeteciliği mi, Barış Gazeteciliği mi? Yoksa parayı veren düdüğü çalar mı?
Dava Gazeteciliği mi, Barış Gazeteciliği mi?  Yoksa parayı veren düdüğü çalar mı?

Dava Gazeteciliği mi, Barış Gazeteciliği mi? Yoksa parayı veren düdüğü çalar mı?

Dava Gazeteciliği mi, Barış Gazeteciliği mi? Yoksa parayı veren düdüğü çalar mı?

A+A-

 

Vasvi Çiftcioğlu
vasviciftcioglu@gmail.com

Sosyal medyanın hızla popüler olmasıyla birlikte geleneksel medya eski önemini yitirse de, direk erişimimiz olmayan olayları öğrenmek için hala medyaya bağımlı olduğumuz yadsınamaz bir durum. Bu bağımlılık, medyanın toplum üzerindeki gücünü perçinliyor. Okuyucular, okudukları haberlerle ilgili ne kadar eleştirel olurlarsa olsunlar, konuştuğumuz ajandayı medya belirliyor. Medyanın haber olarak sunmadığı olaylar neredeyse hiç gündeme gelmiyor.

Kıbrıs’ta gazete yayınlarının başladığı 1878’den beri, yazılı basın her zaman Kıbrıs meselesinin tarafı olmuştur ve meseleyi sadece kendi toplumu açısından değerlendirip karşı tarafı haksız görmeyi ve yok saymayı bir gelenek haline getirmiştir.  İlk Kıbrıs Türk gazeteleri, Kıbrıs Rum gazetelerinin daha 1900’lerin başında savundukları ENOSİS taleplerine tepki olarak ENOSİS’e karşı “savaşmak” için yayınlanmaya başlamıştır (1).

Şu anda devam eden Kıbrıs müzakereleri ve medyanın rolünü tartışmadan önce, biraz medya-toplum ilişkisine değinmekte fayda görüyorum. Ana damar diye adlandırabileceğimiz liberal medya teorileri, medyayı toplumun “aynası” olarak görür ve medyanın toplumda olanları olduğu gibi yansıttığını savunur. Liberal teoriler, medyayı “dördüncü güç” olarak kabul eder ve kendi çıkarlarını gözetmeksizin bekçi köpeği [watchdog] misali toplumun hakkını savunacağını ve demokrasi adına toplumu bilgilendireceğini varsayar.  Günlük hayatta sık sık duyduğumuz “dördüncü güç medya” ve diğer liberal medya yaklaşımları, benim de kendimi yakın hissettiğim Ekonomi Politik [Political Economy] ve Kültürel Çalışmalar [Cultural Studies] kuramcıları tarafından kabul görmüyor. 
  
Radikal olarak da tanımlanan ‘Ekonomi Politik’çilere göre medya, toplumun aynası olup, “gerçekleri” olduğu gibi yansıtmaktan ziyade, sahipleri olan elitlerin çıkarlarını koruyacak şekilde “gerçekleri” yeniden inşa eder. Sahiplik ilişkisi, ‘Ekonomi Politik’çiler’ için çok önemli bir yere sahiptir. En basit şekliyle “parayı veren düdüğü çalar” sözünün medya için de birebir geçerli olduğunu söylerler. Ekonomi Politik’çilere göre, toplum içerisindeki güç dağılımı adil değildir ve patronlar, medyayı da kullanarak ellerindeki siyasi/ekonomik gücü pekiştirirler. Patronların, kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına zarar verecek haberlere/yorumlara kendi gazetelerinde yer vereceklerine inanmak düpedüz naiflik olurdu zaten. Ekonomi Politik’çilere göre basın özgürlüğü denilen şey, temelde sahiplerin konuşma özgürlüğüdür. Ana damar medya her zaman kendisini ‘doğru’, ‘objektif’ ve ‘gerçek’ haberlerin kaynağı ve ‘demokrasinin bekçi köpeği’ olarak lanse eder, oysa aslında Michael Parenti’nin de dediği gibi medya “plütokrasinin süs köpeğidir” (2)

Ben yukarıda kısaca bahsettiğim “Ekonomi Politik” kuramından yoksun medya eleştirilerinin, analizlerinin ya da değerlendirmelerinin eksik ve hatalı olacağına inanıyorum. Herhangi bir ülkedeki medyayı incelerken o ülkedeki sosyo/ekonomik konteksti ve medya sahiplik ilişkilerini atlamanın, yanlış ve derinlikten yoksun sonuçlara yol açacağını düşünüyorum.          
        
Kıbrıs’a geri dönecek olursak, yazımın başında da söylediğim gibi, adamızda bir evvelisinden beri basın Kıbrıs meselesinde taraf olmaktan da öte holiganvari bir tutum sergiliyor. Hem Kıbrıs Türk basını hem de Kıbrıs Rum basını, Kıbrıs sorununu sadece kendi toplumu açısından değerlendiriyor ve öteki toplumu hiçe sayan bir üslupla sadece kendi toplumunun çıkarlarını savunan yayınlar yapıyor. Böyle olunca “biz-onlar” kamplaşması kaçınılmaz oluyor. Yeşil hattın diğer yanındaki toplum otomatikman “düşman” oluyor. Bekir Azgın bunu “dava gazeteciliği” olarak tanımlıyor – Gazeteciler tıpkı politikacılar gibi davranarak ‘ülkelerini’ korumak için taraf oluyorlar (3).

Peki, Kıbrıs’ın her iki yanında yazılı basın nasıl bir sosyo-ekonomik ortamda faaliyet gösteriyor da ortaya böyle bir durum çıkıyor? Önce Kıbrıs’ın kuzeyini ele alacak olursak, günlük olarak yayınlanan gazete sayısının [ara sıra kapanıp geri açılanlarla birlikte] 16 olması, gazetelerin ve sahiplerinin politikaya müdahil olma aşkındandır. Nüfusa oranla en fazla günlük gazetesi olan toplum Kıbrıslı Türkler olabilir. Elimizde hiçbir zaman kesin rakamlar olmasa da tirajı 2 binin üzerinde olan gazete sayısının bir elin parmaklarından bile az olduğunu biliyoruz. Daha ilginç olan ve tezimi güçlendiren ise geriye kalan pek çok gazete 500’ün altında tiraja sahipken, inatla ve belki de zararına yayınlarını sürdürüyor. Sevgili hocam Bekir Azgın’ın da tespit ettiği gibi, geçmişten günümüze politikaya müdahil olmak isteyenler mutlaka bir de gazete sahibi olmuşlardır. Bu kadar çok gazete olmasını sağlayan bir diğer faktör de kuşkusuz, Türk Ajansı Kıbrıs’ın (TAK) gazetelere ücretsiz bülten sağlamasıdır. Şöyle düşünün: Bir gazeteniz var, hiç muhabiriniz ya da gazeteciniz yok. TAK’tan gelen bültende yer alan haberlerin sadece başlıklarını ideolojik görüşünüze göre değiştirip kopyala yapıştır yöntemiyle mis gibi bir gazete hazırlıyorsunuz. Ön sayfa haberleriniz televizyon ve radyolardaki sabah programlarında okunduğu için de tirajınız 300 bile olsa büyük bir kitleye ulaşmayı başarıyorsunuz. Eskiden olsa bundan iyisi Şam’da kayısı derdim. Kıbrıs’ın kuzeyindeki bu durumu ben “gazetecilerin olmadığı gazetecilik” olarak tanımlıyorum. TAK bir hafta grev yapsa, kaç gazete ayakta kalabilir emin değilim.

Peki haberlerin TAK’tan gelmesi başka ne gibi avantajlar ve dezavantajlar sağlıyor? Öncelikle devletin ajansı olarak TAK, haberlerinde tüm “aykırı” unsurları resmi olarak kabul edilebilir söylemin içine çekerek – muhalefetin ya da Rumların sürekli iddia edip öne sürmesi, hükümet partilerinin ise sürekli vurgulaması – gazete editörlerini büyük bir dertten kurtarıyor. Yani TAK’tan gelen haberler “güvenli”. TAK’ın bir devlet ajansı olarak haberlerinin çoğunda devlet yetkililerinin açıklamalarına yer vermesi ise bültenleri ve bu bültenleri kopyala yapıştır yapan tüm gazeteleri “elitlerin sesi” yapıyor. Vatandaşların sürece ilişkin görüşlerini alabilmeniz ya da araştırmacı gazetecilik yapabilmeniz için öncelikle gazetecilerinizin olması gerek. Kıbrıs Türk basınında Kıbrıs sorununa ilişkin haberlerin çoğunluğu ya resmi açıklamalar ya da TAK’ın Kıbrıs Rum basınından çevirdiği “iddialar”. Hal böyle olunca, güneyde yapılan kasıtlı bir yayın kuzeyde otomatikman negatif bir gündeme zemin yaratıyor.

2004 referandumunda Kıbrıslı Türklerin “evet” demesinde basının önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Yüz yüze görüşme fırsatı bulduğum gazetecilerin hepsi (4), Akıncı ve Anastasiadis arasındaki müzakereleri destekleyeceklerini söylüyorlar. Ancak yine de açıkça süreci baltalamak için yayın yapan, sahiplerinin ellerindeki Rum mallarını korumaya soyunan gazeteler ve gazeteciler de var.
 
Kıbrıs Rum basınına ise, Kıbrıs Türk basınına göre daha büyük rekabetin olduğu bir pazarda yer alıyor. Yani tirajı düşen bir gazete, kuzeydekinin aksine rahatlıkla kapanabilir. Nüfusu Kıbrıslı Türklerden kat ve kat fazla olan Rumların sadece 5 günlük gazetesi var. Kıbrıs Rum gazeteleri, kuzeydekilerin aksine bol bol muhabire sahipler. Yine Kıbrıs Türk basınından farklı olarak Kıbrıslı Rumlar “güvenilir diplomatik kaynaklara” dayanarak Kıbrıs sorunu hakkında her gün özel haberler yayınlıyor. Bu haberlerin kimisinin gerçekten içeriden sızdığını kimisinin de süreci baltalamaya yönelik provokasyonlar olduğunu, olayların üstünden zaman geçtikçe gözlemleyebiliyoruz. Merkezdeki gazeteler, tıpkı Kıbrıs Türk basınında olduğu gibi “bekçi köpeği” olmaktansa resmi tezleri/hükümetleri desteklemeyi tercih ediyor. Kıbrıs Türk basınının, Kıbrıs Rum basınından farkı ise, resmi tezlerin dışında yayın yapan gazetelere sahip olması. Kıbrıs Rum gazeteleri, günlük politikayla ilgili farklı yaklaşımlar sergilese de, mesele Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs sorununun nedenleri olunca bir koro gibi aynı ağızdan konuşuyorlar.

2004 yılında hayır kampanyasında en ön saflarda yer alan Kıbrıs Rum medyasının Mustafa Akıncı’nın seçilmesinin ardından daha pozitif bir tutum izlediğini söylemek mümkün. Güney’de Akıncı ile birlikte Kıbrıs sorununun çözülebileceğine olan inancın arttığını açıkça görmek mümkün. Bana göre, arada çatlak sesler çıksa da her iki taraftaki medyanın çoğunluğu müzakere sürecine olumlu bakıyor ve süreci destekleyecek gibi görünüyor. Lakin ilerleyen günlerde müzakereler çetinleştikçe “dava gazeteciliği” ruhunun yeniden popüler olmayacağını kimse garanti edemez.

Yazıma son verirken, önce akademik arenada ardından da gazeteciler arasında popüler olmaya başlayan “Barış Gazeteciliği”ne çok kısaca değinmek istiyorum. Ne yazık ki barış ya da çözüm istemekle, pratikte Barış Gazeteciliği yapmak çok farklı iki şey. Bence barış gazeteciliğini diline dolayan gazeteciler/editörler, bu kavramın yaratıcıları Johan Galtung ve Jake Lynch’in yazdıklarına Google’dan göz ucuyla da olsa baksınlar. Barış Gazeteciliği ve Kıbrıs’ta uygulanabilirliği konusu ise başka bir yazıya kalsın…

 

-------------------------------------------------------------

Notlar
(1). Daha detaylı bilgi için Bekir Azgın’ın “Kuzey Kıbrıs’ta Medya ve Temsil” (2009) isimli kitapta yer alan “Geçmişten Günümüze Kıbrıslı Türk Yazılı Basını” makalesine başvurulabilir.

(2). Michael Parenti, (2011). Democracy for the few (9th ed). Boston: Wardsworth

(3). Bekir Azgın, “Geçmişten Günümüze Kıbrıslı Türk Yazılı Basını”

(4). Ali Baturay, Serhat İncirli, Cenk Mutluyakalı, Sami Özuslu, Şener Levent, Oshan Sabırlı, Aysu Basri Akter, Hüseyin Ekmekçi ve Esra Aygın ile müzakereler ve medyanın tutumu hakkında yaptığım röportajlar PIK 2 ve Kanal SİM’in ortaklaşa gösterdiği “Biz/Emeis” adlı iki dilli/iki toplumlu TV programında yayınlandı. Söz konusu röportajlar Kanal SİM’in web sitesi üzerinden de izlenebilir.

Bu haber toplam 2035 defa okunmuştur
Gaile 339. Sayısı

Gaile 339. Sayısı