1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. 'Çözüm modelini fetişizm haline getirmek doğru değil'
Çözüm modelini fetişizm haline getirmek doğru değil

'Çözüm modelini fetişizm haline getirmek doğru değil'

“Nasıl olur da Denktaş ile çalışıp sonra Talat ile sonra da Eroğlu ile çalışırsınız? Profesyonel olarak sadece işinizi yaparsanız çalışırsınız. Çünkü enteresan olan bir şey var, belki bunu görmekte zorlanıyoruz. Farklı siyasi liderler göreve geldiğinde d

A+A-

Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Kudret Özersay, YENİDÜZEN Haber Merkezi’nin sorularını yanıtladı, adaylığına, Kıbrıs sorununa ve iç siyasete dair çarpıcı açıklamalar yaptı

Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Kudret Özersay,  “Böyle bir görevi daha iyi yapabileceğime inandığım için aday oldum” derken,“herhangi bir siyasi partiye vefa borcu olmayan adı değil kendisi gerçek anlamda bağımsız bir aday olduğumu düşünürüm” ifadesinde bulundu.

Özersay, Kıbrıs sorunun çözümüne ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede,“İki toplum siyasi liderlikleri ve toplumların kendileri belli bir çözümü, bu çözümdür diye içlerine sindiriyorlarsa, kabul ediyorlarsa (baskıyla değil) çözüm odur” dedi.

“Benim için en kabul edilmez Kıbrıs Türk tarafının devre dışı kalmasıdır” şeklinde konuşan Özersay, “Bizim geleceğimiz söz konusudur. Evet, Türkiye’nin dış politika çıkarları söz konusudur ama esasen benim geleceğim söz konusudur. Benim yerime başkaları mı müzakere edecek?” vurgusunda bulundu.

“Denktaş ile çalıştım ama Denktaşçı hiç olmadım, Talat ile çalıştım ama Talatçı olmadım, Eroğlu ile çalıştım ama Eroğlucu hiç olmadım”  diyen Özersay, “profesyonel işimi yaptım” dedi.


• Didem MENTEŞ: Neden aday oldunuz? Diğer Cumhurbaşkanı adaylarından farkınız nedir?
• ÖZERSAY:
“Böyle bir görevi daha iyi yapabileceğime inandığım için aday oldum. Hem uluslararası alanda ki bunların içinde müzakere masası da var, Kıbrıs Türk tarafını daha iyi temsil edebileceğimi düşündüğüm için hem de içeride belli bazı sorunların çözümü için Cumhurbaşkanın anayasal ve yasal yetkililerini uygulayıp, siyasi liderlik gösterip sorunların çözümüne yardımcı olabileceğim için… Bugüne kadar da çok yapılmadığını, pek yapılmadığını yada hiç yapılmadığını düşündüğüm konuların düzelmesine katkı koyacağım için aday oldum.

Diğer adaylarla mukayese ederek anlatmak gerekir mi bilmiyorum, onu seçmen edecek ama birkaç tane şey herhalde sıralamak mümkündür. Şuanda müzakere tecrübesi olarak baktığımızda en uzun süre müzakere tecrübesi olan aday durumundayım. Esas önemsediğim hususlardan bir tanesi de herhangi bir siyasi partiye vefa borcu olmayan adı değil kendisi gerçek anlamda bağımsız bir aday olduğumu düşünürüm. Buna da içerisinden geçtiğimiz bu dönemde ihtiyaç olduğuna inanırım. Böyle bir görevi daha iyi yapabilmenin unsurlarından bir tanesi bu değil başka şeylerde önemli ama diplomasi, uluslararası hukuk ve siyasi bilimi bilmenin bu alandan gelen birisi olmanın ciddi bir avantaj sağlayabileceğine inanırım.

Ama bunların yanında uzun süre bu ülkedeki cumhurbaşkanlığı ya da toplum liderliğinin kimin tarafından ne ölçüde nasıl yapıldığını çok yakından gözlemlemiş biri olduğum için bunu da bana Cumhurbaşkanlığı için belli bir tecrübe kazandırdığı düşüncesindeyim. Belki bir de eğer gerçekten hakkını vererek bu görevi yapacaksanız, hem sakız çiğnemek hem de merdiven ayağı çıkmak durumunda olacaksınız. Bunu yapabilmek için de dinamik olmak gerekir, belli bir enerjiye sahip olmak gerekir ki bu açıdan da açıkçası diğer adaylardan biraz farklı olduğumu düşünürüm.”


“Makam için değil…”

• Çağıl GÜNALP: Sloganlarınızda ‘en iyiyi siz seçin’ diyorsunuz…  Bu noktada ‘en iyi’ nitelendirilmesi siyasal ve diplomatik anlamdaki yetkinliğe bir vurgu mudur? Siz, Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ni ortaya koydunuz Toparlanıyoruz’un ana unsuru olarak. Ama, Rousseau’ya göre   tutarlı olmak, ahlaklı, bilgili olmak, siyasetten bağımsız düşünülemez. Eğer bağımsız düşünülürse; ne siyaset anlaşır ne de diğer unsurlar doğru anlaşılır.
Tüm bunların ışığında dünden bugüne duruşunuzu göz önünde bulundurduğumuzda yetkinliğiniz ne seviyededir? 
• ÖZERSAY:
“Vurgunun en iyisi üzerine olamadığını söylemekle başlayım, vurgu ‘siz seçin’dir... Dikkat ederseniz sloganımızda “Özersay’ı seçin” bile yoktur. Daha önceyle de tutarlı bir biçimde son yapılan erken seçimde, benimde çıkıp televizyonlarda savunduğum, ‘eğer öyleyse diyorsanız ve ülke menfaatine olduğunu düşünüyorsanız, tabi ki sadece kendi partinizin adaylarına, isterseniz mühür şeklinde isterseniz tik ve mühür şeklinde destek verin. Ama ülke menfaatine olan değerlendirmeyi siz yapın, partiniz sizin yerinize değerlendirmesin, siz seçin. Karma oylamada da mantık o’ dedim. Ama ilk olarak esas slogan ‘en iyisi siz seçin’, ‘en iyisini siz seçin’ bile değil yani ‘en iyisi siz seçin’...  Çünkü sizin seçiminiz diğer yöntemlerden çok daha iyi olacak. Hısımınız sizden istediği için değil,i partiniz için değil, onun için bunun için değil, en iyisi siz kendiniz seçin. Çünkü siz kendiniz karar verirseniz bir kere bireyi ön plana çıkaran kendi hür iradesinin altını çizen bir yaklaşımdır. Bunun bize bir avantajı olacağını düşündüğümüz için de tabiî ki bunu söyleriz. Düşüncemiz de vatandaş, adayları yan yana koyduğunda, mantıklı bir şekilde değerlendirme yaptığında bu adaylar içerisinde, böyle bir görevi en iyi kim yapar değerlendirmesini yaptığında, benim o anlamda belli bir avantaja sahip olduğumu düşünüyorum. Öyle bir referans var ama bu kendini büyük görme kendini övme üzerinden kurgulanan bir şey değil. Vatandaşın seçmesi üzerinden kurgulana bir şeydir, vurgu ordadır. En başta da dediğim gibi daha iyi olduğumu düşündüğüm için aday oldum. Daha iyi yapabileceğini düşünmezseniz neden aday olursunuz? Makam için aday olursunuz. Makam için aday olmadım…”


• Çağıl GÜNALP: Esas sormak istediğim, siyasal veya diplomatik yetkinliğinizin yanında tutarlılık anlamında yetkinliğinizi nasıl görüyorsunuz?
• ÖZERSAY: “
Siyasal tutarlılık anlamda tutarlı bir duruşa sahip olduğumu düşünüyorum. Çünkü siyasal anlamda bir duruş esasen Toparlanıyoruz Hareketi ile ortaya konan bir duruştu. Onun öncesinde profesyonel davranıp ülkenin yararını düşünerek hareket ettim. Örneğin 3 Cumhurbaşkanı ile çalışıyor olmamı  daha farklı yorumlayanlar var. Az önce söylediğinizle ilişkilendirilebilir. Nasıl olur da Denktaş ile çalışıp sonra Talat ile sonra da Eroğlu ile çalışırsınız? Profesyonel olarak sadece işinizi yaparsanız çalışırsınız. Çünkü enteresan olan bir şey var, belki bunu görmekte zorlanıyoruz. Farklı siyasi liderler göreve geldiğinde de bir asgari müşterek vardı Kıbrıs Türk tarafının pozisyonu içerisinde  ve her Cumhurbaşkanının savunmaktan geri durmadığı. Mesela siyasi eşitlik konusunda herkes hassastı. Hassasiyet derecesi farklılaşabilir ama o ortak bir paydadır.

İki kesimlilik konusunda herkes hassastı ama biraz farklı yorumluyorlardı. Birisi daha esnek olabiliyordu ama yine de iki kesimliği, ‘buna gerek yok bu da nerden çıktı’ demedi hiçbir lider. Samimiyetle söylerim ki bunun Türkiye ile hiçbir ilgisi yoktur, toplumdan gelen taleple ilgisi var. Toplumun demokratik meşrutiyetin bir sonucu olarak seçilen liderler toplum iradesini yansıtır. Farklı siyasi görüşlere sahip olsalar bile onun hayata geçirilmesi konusunda farklı duruşlara sahip olsalar bile bir asgari müşterek vardır. Benim yaptığım o asgari müşterekin en iyi şekilde savunulması konusunda profesyonel bir yardımdı. Denktaş ile çalıştım ama Denktaşçı hiç olmadım, Talat ile çalıştım ama Talatçı olmadım, Eroğlu ile çalıştım ama Eroğlucu hiç olmadım.”

“Sosyal demokrat olarak tanımlayabilirim”

• Didem MENTEŞ: O zaman sizin savunduğunuz nedir? Kıbrıs sorunuyla ilgili düşünceleriniz nedir?
• ÖZERSAY: “
Savunduğunuz şeyin neyle ilgili olduğu önemlidir. Ülkenin iç yönetimiyle ilgili savunduğum şey, örneğin toplum sözleşmesinde yazan şeyler çok açık ve nettir. Onun dışında mesela özelleştirme ile ilgili ne düşünürsün sorusuna benim kendime göre verdiğim bir cevap vardır. Ya belli bir bireysel özgürlük konusunda ne düşünürsün diye sorduğunuz da onu konuşabiliriz ya da bir ülkede olan bir olayla ilgili ne düşünürsünüz dediğinizde onu söyleyebilirim. Ama bu konularla bağlantılı olarak kendimi sosyal demokrat olarak tanımlayabilirim. Ekonomik politikalar açısından daha liberal bir yaklaşımım olduğumu söyleyebilirim. Kıbrıs sorunu açısından baktığım da algı açısından Kıbrıs sorunu öyle bir noktadadır ki herkes kendi kafasına göre bir algıya sahiptir. Kıbrıs sorunundaki düşüncem bu adaylığımı açıkladığımda, ortaya koyduğum vizyon kağıdı içerisinde yer alan şeydir. Yani ben bir çözüm vizyonuyla hareket ediyorum ve diyorum ki; ihtimal ne kadar olursa olsun bu %1’lik bir ihtimal dahi olsa kapsamlı bir çözüm için uğraşmaya değerdir. Zaten bu kadar zamandır bunun için uğraştım. Kapsamlı çözümün imkansız olduğunu düşünmem, mümkün olduğunu düşünürüm. Bugünkü şartların bu çözümü ciddi anlamda zorlaştırdığını düşünürüm. BM Genel Sekreteri’nin kendi raporunda söylediği gibi zorlaştırdığını düşünürüm. Yani iki toplumun birbiriyle yönetimi ve zenginliği paylaşmak konusunda ciddi bir sıkıntısı olduğu kanaatindeyim. Bu tespiti de 10 yıl önce BM Genel Sekreteri yapmıştır. Dolayısıyla Kıbrıs’ta çözümün bulunması zordur ama imkansız değildir ve bunun için uğraşmaya değer. Savaşın mağdurlardan biri olarak da çözüm için belirsizliği bütünüyle ortadan kaldıracak bir çözüm için uğraşmaya değer. Kıbrıs sorunundaki tutumum budur.”


“Partizanlık ve adam kayırmacılık virüs gibi”

• Firuzan NALBANTOĞLU: Konuşmanızın başında içe doğru yanlış yapıldığını düşündüğüm noktalar var dediniz. Bunlar nelerdir? Kudret Özersay Cumhurbaşkanı olduğunda bunlar için ne yapacak?
• ÖZERSAY:
“Bana göre bunların başında partizanlık ve adam kayırmacılık gelir ki bu toplumda da ciddi sorun olduğunu düşünürüm. Bence bu bir virüs gibidir, şuanda her yere ulaşmış durumdadır. Ülke içerisinde iyi bir hizmet verilemiyor olmasının insanlarda genelde bir adaletsizlik olduğu yönde bir hissiyat olmasının, kamu kaynaklarının adil şekilde kullanılamıyor olması gibi örneklerin altında bu yatır. Partilerin çok sağlam ideoloji programları, vaatleri vardır ama göreve geldiklerinde bu ilişki bu şekilde kurulduğu için hızlı bir biçimde yozlaşır ve hiçbir zaman da pek çok şey hayata geçmez. Bence bu ülkede en büyük sıkıntı bir kere toplumsal düşünme denilen şeyin ciddi anlamda erozyona uğramış olmasıdır. Kişisel, ailesel, zümresel ve partisel menfaatler hep ön plandadır. Toplumsal düşünme yeteneğimizi ciddi anlamda yitirmiş olmamız ciddi bir sıkıntıdır, bu toplumla da bağlantılıdır. Ama siyaset anlayışıyla bağlantılı olan şey, dediğim gibi partizanlık ve adam kayırmacılıktır.

Bu konuda ne yapmayı düşünüyorum?
Sadece Cumhurbaşkanın bir şey yapması bütünü ortadan kaldırmaz ama Cumhurbaşkanının, partizanlık ve adam kayırmacılığın önüne geçmesi ve engellenmesiyle ilgili bazı yetkileri ve görevleri vardır. Bence bunun başında da Kamu Hizmeti Komisyonu’nun durumu gelir. Komisyonun sadece KKTC Anayasası bağlamında değil geleneksel kültürümüz bağlamında 1960’dan gelen bir tartışmadır. Her zaman için bir problem olmuştur. Kamu Hizmeti Komisyonu’nun hem başkanını hem de üyelerin tümünü Cumhurbaşkanı atama yetkisine sahiptir. Komisyonun yasasında ‘eğer kişisel, ailesel, zümresel, partisel bir ayrıcalık yaparlarsa Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınırlar’ der. Hiç görevden alınmadılar, evrak sahtelediklerinde bile görevden alınmadılar.

Dolayısıyla iki tane şey var; bir Kamu Hizmeti Komisyonu’nun başkanlığına ve üyeliğine siz gerçekten tarafsız, işin ehli olan, adil ve hakça davranabilecek insanları atayabiliyor musunuz? Yoksa adamlarınızı mı yakınlarınızı mı yoksa sizin istediğiniz doğrultuda birisini mi atıyorsunuz?  Benim topluma taahhüdüm tarafsız davranabilecek insanları buraya görevlendirme konusundadır. İkincisi de buna ters davranırlarsa görevden alınacağı taahhütüdür. Bu neye neden olacak? Bir kere kamuda tüm giriş sınavlarını yapandır Kamu Hizmeti Komisyonu ve geçmişte zaman zaman sorular dışarı çıkmıştır. Hiçbir şekilde o görevi yapamayacak insanlar, sınavı geçemeyecek insanların birinci geldiği örnekler önümüzde var. Ama Kamu Hizmeti Komisyonu sadece işe girişle değil tayin ve terfilerle disiplin kurallarının uygulanmasından da sorumlu olan bir komisyondur. Adam kayırmaca ve partizanlık konusunda, Cumhurbaşkanı tarafından yapılabilecek şey, daha ziyade önleme olan şey, üst düzey kamu görevlilerini atanmasıyla ilgilidir. Kimin atanacağına hükümet karar verir. Ama kimin atanmaması gerektiğine Cumhurbaşkanı karar verebilir. Durdurma yetkisine sahiptir, üçüncü imza cumhurbaşkanındadır. O imzayı Cumhurbaşkanı verirse o atama yapılır. Benim taahhüdüm nedir; sicili temiz olmayan, hakkında herhangi bir biçimde bir takım iddialar olan ve bir yandan temiz çıkmayan bir ismin atanması istendiğinde, işinin ehli olmayan birinin atanması istendiğinde bunun tereddütle karşılayıp buna izin verilmemesi gerektiğini düşünürüm. Ya da yakın geçmişte yaşadığımız gibi, herhangi bir nedenle hapiste olan bir kişinin müdürlüğe atanmasına Cumhurbaşkanı izin vermemelidir. Yada müşavirler konusunda yeni atamalar yapılacağında, Cumhurbaşkanı kamu reformunun yapılmasını istemeli ve ona göre atama yapalım demelidir. Yani adam kayırmacılık ve partizanlıkla ilgili özellikle bu konularda Cumhurbaşkanın bir inisiyatif alabileceğini, yetki kullanabileceğini, yetkiyi geçtim görevi olduğunu düşünüyorum.”

“…Türkiye Kıbrıs sorunu konusunda karar veremez”

• Çağıl GÜNALP: Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’nin resmi tezi değişirse ve Türkiye tarafından “Rum tarafının uzlaşmazlığından biz usandık artık ve konfederasyonu savunuyoruz” denirse, bu noktada Kudret Özersay’ın duruşu ne olacak? Bugünkü gibi ‘Hayır bu reel bir yaklaşım değildir. Benim derdim Federasyondur, toplumun da beklentisi budur’ diyerek Federasyonda ısrarcı olacak mısınız?
• ÖZERSAY:
“Kıbrıs sorunuyla ilgili Kıbrıs Türk tarafının pozisyonuna Türkiye’ye karar verecek ve Kıbrıs Türk tarafının pozisyonu olacak diye bir şeyi ben kabul etmem. Bizim geleceğimizden bahsediyorsunuz nihai geleceğimizle ilgili olarak, bir gün Türkiye’nin dış politikası değişecek ve Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı oturacak karar verecek. Bir kere bizim idaremiz olmadan Türkiye böyle bir şeye karar veremez, vermemelidir. Eğer verirse de ciddi bir sıkıntı yaşanacağı ortadadır. Neden? Çünkü beni seçecek olan Kıbrıs Türk halkı olacak, Kıbrıs Türk halkının dış politikada Kıbrıs sorununda geleceğiyle ilgili duruşu bağlamında Kıbrıs Türk halkının talebi göz ardı edilmeye kalkılırsa ben buna karşı çıkarım. Çünkü varlık nedeniniz ortadan kalkar. Eğer sizi seçen insanlar, en önemli konulardan birisi olan Kıbrıs meselesiyle ilgili pozisyonu başkasının belirlemesine müsaade etmenizi istemiyorlarsa, istemiyorlar ki sizi seçtiler, buna rıza göstermemeniz gerekir. Ben buna rıza göstermem çünkü aday olacağımda, çözüm vizyonundan bahsederken ertesinde birkaç tane unsur koydum. Birincisi benim için aktif diplomasi denilen şey, bir kere oturup beklememektir. Yani biz müzakere masasındayız (şuanda olan budur) gelirlerse gelsinler, gelirlerse görüşürüz. Görüşmüş olmak için görüşmek gibi bir durum yaratıyor bu. Aktif diplomasi izlemeniz gerekiyor yani uluslar arası aktörleri harekete geçirmek için fikir geliştireceksiniz, gerekirse onlar nezdinde bunları pişireceksiniz ki süreç anlamlı bir hale dönüşsün. İkincisi ve daha önemli olan Kıbrıs Türk tarafının aktör olacağı bir süreçtir. Bu tarif ettiğiniz şey Kıbrıs Türk tarafını aktör olmaktan çıkarır.”


• Fayka ARSEVEN: Şuanda öyle mi?
• ÖZERSAY:
“Şuanda zaten müzakere masası yoktur. Mesela geçen sene Şubat ayında hem Eroğlu’na hem de Türkiye’ye çok ağır bir eleştirim oldu. Rum tarafında haberler çıktı; ‘Kıbrıs Türk tarafı yerine Rum tarafı Türkiye’ye bilmem ne önerileri sundu. Benim için en kabul edilmez olan şey budur. Kıbrıs Türk tarafının devre dışı kalmasıdır. Bizim geleceğimiz söz konusudur. Evet, Türkiye’nin dış politika çıkarları söz konusudur ama esasen benim geleceğim söz konusudur. Benim yerine başkaları mı müzakere edecek?”

• Fayka ARSEVEN: Eroğlu’nun müzakere sürecinde belirleyici, söz sahibi Türkiye miydi? Yoksa bizim müzakere heyeti ekibi, Cumhurbaşkanı masaya bir şeyler koyuyor muydu? Öneri sunuyor muydu? Düşüncesini ifade edebiliyor muydu?
• ÖZERSAY:
“Daha önce söylediğim gibi müzakereci olduğum dönemde, hiç kimse bana ‘öneri hazırladık, bu öneriyi vereceksin’ demedi. Önerileri biz kendimiz geliştirdik. Bize öneri gelmedi. Aslında şartları yaratan sizsiniz. Eğer siz iyi müzakere ederseniz, bir yere gitmesi için uğraş verirseniz, fikir geliştirirseniz, uluslar arası aktörlerle de sürekli temas halinde bir fikri ileriye götürmeye çalışırsanız, BM’yi devreye sokmaya çalışan süreci canlandırmaya çalışan bir uğraş içerisinde olduk. Önerilerimizi kendimiz geliştirdik ve yarattığımız bu ortamdan dolayı olsa gerek ki kimse de bize böyle yada şöyle yapın deme ihtiyacı hissetmedi. Eroğlu dönemi olarak bakmam ben, kendi görevim olduğu dönem olarak bakarım. Şuan bakarsak müzakere masası yoktur, müzakere masasıyla ilgili değerlendirme yapmayalım ama doğalgaz konusuyla ilgili yapabiliriz. Doğalgaz konusunda görüntü konunun Türkiye’ye havale edildiği yönündedir. Açıklamalar önce Türkiye’den gelir. Sadece görsel olarak bir şeyden bahsetmem öz olarak bir şeyden bahsederim. Bana İkinci Dünya Savaşının ertesinde Türk boğazlarıyla ilgili bir sıkıntı var. Sovyetler Birliği bir açıklama yapar, Türkiye’nin boğazlarıdır uluslar arası bir statüsü var ve ilk cevap Türkiye’den önce Amerika’dan gelir. Yani bu irade olarak bu hiç hoş bir şey değildir. Dolayısıyla doğalgaz konusunda politika nasıl ilerliyor bilmiyorum ama diplomatik alandaki görüntü meselenin Türkiye ile Kıbrıs Rum tarafında bir sorun olduğu, Türkiye’nin Kıbrıs adasının kaynaklarında gözü olduğu gibi bir görüntüye doğru itiliyor. Şuanda ortaya çıkan durum, iyi yürütülmeyen bir diplomasinin sonucudur. Özü geçtim acaba özde de durum nedir tam net bilmiyoruz ama görünen o ki Kıbrıs Türk tarafı doğalgaz konusunda bir aktör görüntüsü çizmiyor, sahnenin ön planında Türkiye’dir, sorumluluk Türkiye’ye havale edilmiş durumdadır. Bir şekilde onlar tasarlasınlar açıklasınlar gibi bir yaklaşım var. Benim gördüğüm tek yapılan Cumhurbaşkanı BM Genel Sekreteri’ne bir mektup yazdı. Bitti yani diplomasi bu mudur? Bence bu olmamalıdır. 2011 yılında Kıbrıs Türk tarafının doğalgaz konusunda verdiği öneriyi hazırlayan kişiyim. O dönemdeki havada uçuşan fikirler bağlamında çok daha farklı bir durumda, bir çatışmanın içinde de bulabilirdik kendimizi. Ama dönüp daha uzlaşmaya açık bir biçimde, ‘gelin biz kaynakları çözüm için kullanalım. Bir kere çözümle birlikte yapalım. Çözümden önce derseniz birlikte yapalım, ‘yok yapmayız’ derseniz de biz kendimiz yollamıyoruz savaş gemisini sizin yapmanızı engel için ama biz aynısını yaparız ve devamı. Böyle bir mantık 2011’de… Statik değildir diplomasi. Sonra özellikle son dönemde ertesinde bunun içini daha da fazla dolduracağımız ilave öneriler, gelmedi. 2012’de zaten görüşmelerin durmasıyla, ertesinde bu konuda hiçbir şey yapılmadı.

Türkiye Kıbrıs konusunda Kıbrıslı Türklerin nerede duracağıyla ilgili i karar alamaz ben buna karşı çıkarım.

Birinci husus kapsamlı çözümle ilgili olarak Türkiye’nin duruşu bir gün değişirse, bizim dış politikamız ve esasen de Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak duruşumuz sadece Türkiye’nin alacağı bir kararla belirlenmemelidir. Ben buna sıcak bakmam daha doğrusu karşı çıkarım. Eğer buna izin verirseniz varlık nedeniniz ortadan kalkar. Cumhurbaşkanı olmanızın bir manası kalmaz. Kapsamlı bir çözümle ilgili olarak, şuanda devam eden müzakere süreci iki bölgeli iki toplumlu federal bir çözüm için yapılan bir çözüm sürecidir. Bunun imkansız olduğunu düşünseydim 12 sene bu saçları orada dökmezdim. Öyle bir ihtimal vardı ve hala daha vardır ve bununla uğraşmaya değer. Ama esas olan şey şudur; belli bir çözüm modelini fetişizm haline getirmeyi de doğru bulmam ben.

Kriterim şudur; eğer iki toplum siyasi liderlikleri ve toplumların kendileri belli bir çözümü, bu çözümdür diye içlerine sindiriyorlarsa, kabul ediyorlarsa (baskıyla değil) çözüm odur. Ben çözüme öyle bakarım. Şuan ki müzakere süreci de her iki toplumda ‘benim böyle bir çözüm görüşüm’ dediği üzerinden gidiyor, o zaman yapın. Şuanda olan ortada buluşma gayretedir. Yoksa Kıbrıs’ta çözüm adı sadece federasyon olan ya da başka bir şey olan, yok dur böyle bir şey… Nedir önemli olan; adını da geçtim, içerik olarak siyasi eşitlik konusunda rahat mısınız? Rum tarafı rahat mı? Toprak mülkiyet düzenlemeleri konusunda içine sindiriyor mu? Türk tarafı da sindiriyor mu? Ortaya çıkacak olan olası yer değiştirmelerde olsun, bütününde biz kazanacağız diyor mu? Önemli olan budur. Nihayetinde iki toplum da içine sindiriyorsa, bence çözüm odur. Ama ne model olursa olsun, bir uçtan bir uca (üniter devletle iki devlet konusu) hepsi de bir paylaşımı içerecek. Yönetim ve zenginliği paylaşacağız ya da adayı paylaşacağız eğer paylaşmayı öğrenmezsek hiçbiri yaşabilir değildir.” 


• FİRUZAN NALBANTOĞLU: Bu gelinen son noktada doğalgaz ve Navtex sürecinde Güney Kıbrıs diyor ki 'biz Türkiye ile doğrudan diyalog kurmak istiyoruz'. Sizce bu noktaya gelinmesinin en büyük nedeni nedir? Müzakere masasında yaşanan gelişmeler mi yoksa Derviş Eroğlu’nun tutumu mu?
• ÖZERSAY:
Eğer doğrudan doğruya Türkiye yetkilileriyle görüşmek istiyoruz talebindeki niyet; 'Be arkadaşlar bir müzakere süreci vardır ama nihayetinde Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorundur. Bunun içerisinde Türkiye de vardır Yunanistan da vardır. Türkiye ile  bizim bir diyalogumuz olması gerekir' şeklinde bir niyetten kaynaklanıyorsa Kıbrıslı Türklerin de Yunanistan ile bir diyaloğu olması gerekir. Bunun örneği var aslında. Bu talep buna benzer şekilde geldiğinde biz gündeme getirdik. 1974'de burada bir darbe bir de askeri müdahale oldu. Birinde esasen Yunanistan ve diğer yapıda Türkiye'ydi. Kıbrıs Rum toplumunun Türkiye'ye bakışı algılaması açısından müthiş bir travma vardır. Bizde de Yunanistan'a bakış açımızdan bir travma var. O da darbenin pek çok şey yarattığını düşünüyorum ve o tarihten sonra Yunanistan ile sıfır diyalog oluştu. Onu aşmak için bulunan formül bence bu az önce söylediğimiz ihtiyacı da giderebilecek bir formüldür. 50 kusur yıl aradan sonra Atina'ya gidip Yunan yetkililerle Kıbrıs Türk tarafı adına Denktaş'tan sonra ilk kez temas kurmuş olan birisi olarak bunun gerçekten yararlı olduğuna inandım, gördüm, tanıklık ettim ve çıkıp kameralara söyledim. Biz bunun devamını yapabilseydik sadece Kıbrıs sorunun müzakerelerdeki başlıklarla değil örneğin doğalgaz konusu da gündeme gelebilirdi. O zaman Kıbrıslı Rumlarda ya temsilcileri aracılığıyla ya da belki doğrudan bu konuda dahil, Türkiye ile konuşulabilirdi. Biz de Yunanistan ile konuşabilirdik. Bunu bir dengeye oturtma talebi, Kıbrıs Türk tarafının, uluslararası taraflarla ve Yunanistan tarafından da haklı görüldüğü için tamam denildi ve şimdi böyle bir modalite var. İstenilirse başka şeyler için de kullanılabilir. Ama eğer niyet, o değil de 'Be arkadaş bizim sorunumuz Kıbrıslı Türklerledir, Türkiye ile değil' ise ki zaman zaman bunu düşünüyoruz; 'Biz Türkiye ile görüşmek istiyoruz, bizim muhatabımız Türkiye'dir' deniliyorsa ben buna karşı çıkarım, sıcak bakmam. Çünkü Kıbrıs Türk iradesini bir başka türde devre dışı bırakmadır. Az önce dediğim gibi devre dışı kalmayı kabul etmem. Biran için düşünseniz ve deseniz; 'Rumlar Türkiye ile görüşürse belki de bu sorun çözülür. Çözülür de acaba nasıl çözülür? Yani Kıbrıslı Türklerin hak ve menfaatleri ya da geleceğe dönük olarak nasıl bir yapı içerisinde nasıl bir yetkiye sahip olacağına Türkiye mi karar verecek? Ben bunu doğru bulmam, kabul etmem. Eğer öyle bir niyetle davranılıyorsa bize de yapılan bir haksızlıktır. Dolayısıyla niyet bir diyalog kapısı aralamaysa modaliteler vardır ve daha önce de denenmiştir, bence kullanılabilir.


“Herhangi bir siyasiye ya da siyasi partiye vefa borcum yoktur”


• FAYKA ARSEVEN: Eroğlu’na vefa borcu hissediyor musunuz?
• ÖZERSAY:
Hiçbir biçimde hissetmiyorum. Doğrudan Eroğlu ile ilgili olarak da bunu söylemek doğru değil. Ben daha önce de söyledim. Herhangi bir siyasiye ya da siyasi partiye vefa borcum yoktur. O anlamda ödeyeceğim bir borç yoktur. Neden biliyor musunuz? Özel temsilcilik görevi bana teklif edilmesi ya da sonradan müzakerecilik görevinin bana teklif edilmesi, teklif edilen bir görevdir. Bana yapılan bir iyilik değildir. Sonuçta ben onu kabul edebilirim etmeye de bilirim. O bir sorumluluktur. Bana böyle bir teklif edildi yoksa benim karşılığında birine bir vefa borcum neden hissedeyim ki? Daha öncede benzer görevler yaptım. İşimi benim değerlendirmemdir ama esas bunu insanların kendileri değerlendirebilir. Ben işimi iyi yaptığımı düşündüğüm için bu teklifleri aldığımı düşünürüm. Görevimi olması gerektiği gibi yerine getirdim. Belli siyasi kaygılarla hareket edip görevimi istismar etmem. Dolayısıyla böyle bir teklif, öneri bana geldi diye teklif yapan kişiye vefa duygusu içerisinde olamama gerek yoktur. Çünkü bahis konusu olan devletin bir görevidir. Kişinin özel şirketinde bana iyilik olsun diye verdiği bir görev değil ki bu. Aslında vermiş olduğum hizmet, size bu görevi vermiş olduğunuz kişiye ciddi bir rahatlık getirip getirmeme açısından bakabilirsiniz. Ben Kıbrıs Türk tarafına yararlı bir şey yaptığıma inanırım. Ama herhangi bir siyasiye tabiî ki bunun için de Derviş Eroğlu da vardır bir vefa borcum olduğunu düşünmem. Daha öncede açıklamıştım; anneme, babama ve devlet bursuyla okuduğum Kıbrıs Türk halkına vefa borcum var.

• FAYKA ARSEVEN: Görevi kabul edeceğinizde aday olabileceğinize ilişkin söylemler olmuştu. O dönem Eroğlu’nun tepkisi size karşı ne olmuştu?
• ÖZERSAY:
Şubat 2010’da Eroğlu’nun aracıları müzakereci görevini kabul edip etmeyeceğimi sordu. Aracılara iki temel sıkıntı olduğunu söyledim. Birincisi daha önce Toparlanıyoruz Hareketi’ni şart koştunuz, kabul ederseniz Toparlanıyoruz Hareketi’nin başında devam edeceğim. İkincisi de ‘ben Cumhurbaşkanı adayı olmayı düşünüyorum’ dediğimde aracılar yok olmaz deyip kaça kaça bir oldular. Nihayetinde bir gün Derviş Bey kendisi telefon açtı ve ‘Kudret Bey gelmeniz lazım’ dedi. Telefonda konuşulacak şey değil ertesi gün yüz yüze konuştuk. Aynı şeyleri kendisine de söyledim. Toparlanıyoruz Hareketi’nden bahsettim, ‘ikisi birlikte yürümez demiştiniz. Birinden birini seçiniz demiştiniz. Fikirlerinizi mi değiştiniz diye sordum? Ben bundan vazgeçecek değilim’ dedim. Bana ‘Toparlanıyoruz’un bir sivil toplum örgütü olduğuna artık kanaat getirdim’ dedi. ‘Benim için sorun değil’ dedi. Yalnız ‘sizi de eleştirecekler’ dedim. ‘Eleştirsinler önemli değil’ dedi. Ama sonradan gördüm ki Toparlanıyoruz Hareketi mektup yazıp Eroğlu’na mal beyanını sorduğunda rahatsızlık duydu. İkinci olarak da ‘Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayı düşünürüm’ dedim. ‘Olsun ben daha kararımı vermedim’ dedi. ‘Yok benim sizin kararınızla ilgili bir şey değil bu’ dedim. Bana dedi ki; ‘herkesin anayasal hakkıdır. İstersen tabi ol’ dedi. ‘Ama yine karar verdiğinde bana söyle’ dedi. Karar verdiğim ertesi günü kendisine söyledim ve basına da açıkladım.

• FAYKA ARSEVEN: Hep söyleniyor “Kudret Özersay’ı TC Elçiliği ortaya çıkardı, Toparlanıyoruz Hareketi’ni kurması onu Cumhurbaşkanlığı’na hazırladı” diye. Nedir sizin bu konudaki açıklamanız?
• ÖZERSAY
: Samimiyetle bir şey söylemeliyim; bir kere bu yaygın bir kanaat değil, bu sadece ithamda bulunup ismimle ilgili bir soru işareti yaratmaya çalışanların bir kurgusudur. Ama diğer taraftan “Acaba öyle mi” diye bazı insanlarda soru işaretleri oluşuyorsa, bunun sebebini de anlarım. Neden? İki şey vardır; birincisi toplumsal olarak biz özgüvenimizi ciddi anlamda yitirmiş durumdayız. Yani kendinize olan güveninizi ciddi anlamda yitirmişseniz ve pek çok önemli pozisyona ya da konuma kişiler siyasi görüşlerinden ya da siyasi partilerinden dolayı geliyorlarsa “Bu adam geliyorsa ve gene geliyorsa bu işte bir iş var” diye düşünüyor olması insanların garip bir şey değil. Çünkü olağan olandır bu. Mesela İsveç’te Devlet Sekreteri diye bir şey var. Bir çeşit Dışişleri Bakan yardımcısıdır. Ama bürokrattır. Çok kolay değiştirilebilir hükümet değiştiğinde. Uzun yıllar değiştirilmedi çünkü adam dış politikayı kurgulayan kişidir. Rusya ile ilişkileri de Amerika ile ilişkileri de son derece iyi tasarlayan, Dış İşleri Bakanı ise dışarıda satandır ama esas kurgulayan Devlet Sekreteriydi. Değiştirmediler kendisini, hükümet değiştiğinde. Birisinin adamı olarak hiçbir zaman görülmedi yani. Çünkü olması gerekendir yani devamlılığın da gerekliliğidir aslında. Kritik kararların nasıl alındığını, işin arka planını bilen birisinin olması bir avantajdır. Bunun devamlılığı normalde insanları memnun etmesi gereken bir şeydir ama bizim toplumumuz için olağan bir şey olmadığından soranlar ya da bir soru işareti taşıyanlar oldu. Şu anda ciddi anlamda ortadan kalktığını düşünüyorum ben. Özellikle cumhurbaşkanlığı sürecinde ortaya koyduğum duruşa bakarak, Türkiye ile olan ilişkiler konusunda da söylediğim ve yaptıklarıma da bakarak, müzakere sürecimi yürütme şeklime de bakarak bence insanlar bu fikirden uzaklaştılar. Ama ikincisi yani büyükelçilik konusunda bir şeyi unutuyoruz. Yani yaptığım görev öyle bir görevdi ki –özellikle müzakerecilik- sadece müzakerelerle ilgili olarak değil ara bölgede kurulan iki toplumlu bir komiteyle ilgili olarak hepsi bana bağlıydı. Apostolos Andreas’ta restorasyon yapılacak, bir takım şeylere karar vermek lazım; kimisi güvenlikle ilgili kimisi ayin ile ilgili… Dışişleri bakanlığı da dahil ama bir yığın şeyle ilgilenmem gereken bir görevdi. Türkiye ile dış ilişkiler bağlamında da. Dolayısıyla büyükelçi ile büyükelçilik personeli ile defalarca ama aynı zamanda Fransız, İngiliz, Rus, Alman büyükelçisiyle de defalarca görüştüm. Ve bunun içerisinde istihbarat yetkilileri de vardı, bunun içerisinde askeri yetkililer de vardı. Görüşmek zorundasın. Bir sınır kapısı açacaksın, askeri bölge statüsünde, peki kiminle görüşeceksin? Sadece hükümetle görüşerek çözemezsin ki bunu. Dolayısıyla yaptığım görevin niteliği bütün bu kesimlerle sürekli görüştüğüm için zaman zaman o tarz söylentiler çıkarılmak istendi ama kiminle görüştüğünüz değil önemli olan, görüştüğünüzde ne söylediğinizdir önemli olan. Ben duruşumla ilgili hiçbir zaman bir tereddütte düşmedim. Dışarıda söylediğim şeylerle uyumlu davrandığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun içerisinde Türkiye’de en üst düzey yetkililerle yaptığımız görüşmeler de vardır. Oralarda da buralarda söylediklerimi söyledim. O yüzden içim rahattır ama dışarıda söylediğinin tersini söyleyen ya da Kıbrıslı Türkünü aslında zaman zaman rencide edebilecek şeyler söyleyen insanlar da gördüm o görüşmelerde. Dolayısıyla ne yaptığımı bilirim.

“İkinci tura kalacağımı düşünürüm”

• Çağıl GÜNALP: Kendiniz dışında, favori kimi görüyorsunuz?
• ÖZERSAY:
Bu seçimin ikinci tura kalacağını düşünürüm. En azından bu aşamada böyle düşünürüm ama bu seçimle ilgili tereddütsüz söyleyebileceğim iki şey vardır. Üçüncüsünü söyleyeyim tabi; bu seçimi kazanacağım. Ama tereddütsüz iki şey vardır; birincisi, çok da öngörülebilir bir seçim değil. Çünkü yakın siyasi tarihimizde cumhurbaşkanlığı seçimi hep böyle iki aday arasında falan geçti. Şimdi seçimin sonucu ortadadır, YENiDÜZEN’e ziyaretimde de söylediydim, bir bu. İkincisi de; daha önceki yıllarla mukayese edildiğinde dalgalanan ya da kararsız oy diyebileceğimiz oy sayısında ciddi bir artış vardır. Ama örneğin kararsız oyların A ile B, B ile C, C ile A arasında ama diğer adaylarla Derviş Bey arasında olduğunu düşünmem. Derviş Bey’in kararsız oylardan bir şey alacağını düşünmem.

• Çağıl GÜNALP: Toparlanıyoruz olarak, ikinci turda bir adayı destekleme konusunu müzakere eder misiniz?
• ÖZERSAY:
Bu soruyu sorduğunuz iyi oldu çünkü madde bir; ben Toparlanıyoruz’un adayı değilim. Bu seçim bağlamında, Toparlanıyoruz ile birlikte biriyle müzakere etmem söz konusu değil. Toparlanıyoruz Hareketi’nin şu anda bir yönetimi var, bir başkanı bir yönetim kurulu var ve ben Kasım ayı sonundan itibaren Toparlanıyoruz’un hiçbir toplantısına katılmadım. Aldığı hiçbir karara hiçbir biçimde müdahalem de yoktur. Evet hareketin bir gönüllüsüyüm, kurucu üyesiyim ama bu kadar sene “sivil toplum örgütleri, siyasi partilerin arka bahçesi olmamalıdır” demiş bir hareket kalkar da bir siyasinin, Kudret Özersay’ın arka bahçesi olursa bu doğru olmaz. Mesela siyasete girdim ben şimdi, aday oldum kendiyle çelişir bu. Doğru bir şey değil. Ben Toparlanıyoruz hareketinin o anlamda adayı değilim. Toparlanıyoruz Hareketi’nin içerisinden çok fazla arkadaş destek veriyor mu bana? Evet veriyor, bu bir realitedir. Ama kurumsal olarak Toparlanıyoruz Hareketi’nin adayı çıkmadım. Toparlanıyoruz Hareketi’nin yaptığı çağrılar bana da dönüktür. İçimizden birisi bu yolu yürürse onu da denetlemelidir bu hareket. Ama ikinci turla ilgili, bir kere ben ikinci tura kalacağını ve ikinci tura kalacağımı düşünürüm ve buna inanırım. İkinci husus benim siyasete bakışımı söyleyeyim zaten cevap olacaktır bu. Ben insanlara birinin çıkıp da “Oylarınızı şuraya götürün, buraya götürün” denilmesini doğru bulmam. Çünkü oy yönlendirme meselesini doğru bir yaklaşım olarak görmem. Onun içindir ki en baştan itibaren siyasetle ilgili bir şey söylemeye başladığım dönemde, “İnsanlar kendileri karar versinler” vurgusunu öne çıkardım. Mesela karma oy döneminde, “Gidin de Ahmet’i Mehmet’i seçin” demedik biz. Ama “Siz seçin” dedik. Yani isim de vermedik. Kimin seçilmemesi gerektiği ile ilgili olarak toplumun değerlendirmesine yardımcı olmak için kendimizce bir karne yayınladık doğrudur ama kimin seçilmesi gerektiği ile ilgili bir şey demedik. Ben buna her zaman imtina ederim. Yani, kişi kendisi karar vermelidir. Sağlıklı bir karar vermesi için kendinizce düşüncelerinizi söyleyebilirsiniz ama net olan bir şey var. Bir vizyon kağıdım var;  burada yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkacak olan cumhurbaşkanı nasıl bir cumhurbaşkanı olması gerekir ve neler yapması gerektiğine ilişkin bir vizon kağıdım var. Herhalde günün sonunda buna en yakın duruşa sahip olanı desteklerim şahsen Özersay olarak gibi bir şey dersiniz ama insanlara “Gidin siz da bilmem kimi destekleyin” demeyeceğim ben, demem. Bu benim anlayışıma terstir. Kişi kendi karar vermelidir.

• Çağıl GÜNALP: Sizin genel seçimlerde bu konularda yaptığınız açıklamaların ardından belli başlı odaklar “Bu aslında örgütlü mücadeleye bir darbedir” mahiyetinde açıklamalarda bulundu. Siz bu noktadaki açıklamaların ne kadar güvenilir olduğunu düşünüyorsunuz? Veya mantıklı bir zemini var mıdır?
• ÖZERSAY:
Bence mantıklı bir zemini yoktur çünkü eğer örgütlü mücadele denilen şey az önce tarif ettiğim gibi partizanlık ve adam kayırmacılık odaklı örgütlenme ise bu ülkenin yararına bir örgütlenme şeklinden uzaklaşmaya başlanıldıysa o zaman o örgütlü yapının telkinde bulunduğu doğrultuda değil de bireyin kendinsin karar vermesini savunmak doğru olandır diye düşünüyorum. İkincisi de bireyin kendisi karar vermelidir dediğimizde de şunu söyledim; eğer siz kendi partinizin çıkardığı listenin içerisinde en iyi adaylar olduğunu ve ülkeniz için çalışacak adayların orda olduğunu düşünüyorsanız isterseniz mühür de vurun, isterseniz tik yapın tercih yapın. Nihayetinde onun da arkasında yatan şey, ‘siz karar verin’dir. Ama siyasi partilerin bugün için gelmiş olduğu noktadan bir rahatsızlık duyuyorduk fakat bu siyasi parti düşmanlığı değildi, hiç da olmadı. Bundan sonra da olmayacak çünkü ben demokrasinin sağlıklı çalışabilmesi için tabiî ki siyasi partiler olmazsa olmazdır. Ama eğer yozlaşma sadece siyasi partilerde değil her yerde siyasi partiler içerisinde de bir düzeye vardıysa bence demokratik meşruiyeti bugünkü durumda olan halk iradesinin siyasi partinin vereceği talimatla yönlendirilmesi yanlış bir şeydir. Onu engellemeye ve bir ölçüde kırmaya çalıştım. Bir ölçüde kırılmış olması da bence bu memleket için iyi bir şey olmuştur. Zaman zaman bu karma oy konusunda eleştirinin düzeyi öyle bir noktaya vardırıldı ki sanki karma oyu Toparlanıyoruz Hareketi yaratmış gibi… E siz koydunuz bunu yasanın içerisine. Üstelik de onu istismar edenler de her dönemde oldu. Son seçimde hem UBP hem de CTP içerisinde ciddi anlamda istismar edenler de oldu. Eğer örgütlü mücadeleye darbeden bahsedeceksek, darbe oydu. Yapılan oydu. Yoksa bizim yaptığımız çağrı  “Birbirinizi kendi kişisel menfaatleriniz içerisinde ya da parti içerisindeki klikler çerçevesinde kesin biçin” şeklinde bir çağrı değildi. Onu zaten her durumda yapıyorlardı belli ki. Son seçimde ortaya çıktı. Bunun için CTP komite, komisyon kurdu ama ben sonucunu bilmem.

“Naylon anketler serisi var”

• Fayka ARSEVEN: Köyleri geziyorsunuz, sürekli vatandaşla berabersiniz. Sizce seçim sonucu ne olur? Çıkan anketler de hep yakın yakın. Kazanacağınıza da inanıyorsunuz. Sizin gözleminiz nedir?
• ÖZERSAY:
Birkaç tane şey. Birincisi; biz bir anket yaptık. Yaptığımız anket, ben de bunları yeni öğreniyorum, itibar analizi anketiydi. “Özersay nasıl bir adamdır? Sinirli, güleryüzlü, konusuna hakim, kendini beğenmiş? Nedir bu adam?” bunun test etmeye çalıştık. Toplum nasıl görüyor? Çok mutluyum çıkan sonuçlardan ki, mesela saçımı boyamama gerek kalmadı, fular takmama gerek kalmadı saç da ektirmeyeceğim. Bir şey yapmayacağım. Kendim olacağım. Söyledim zaten basın toplantısında da. “Ne yapacaksınız, ne olacak” dediler. “Kendim olacağım” dedim. Çıkacağım ve diyeceğim ki “Buyum, ben bunu daha iyi yaparım” Dolayısıyla bir algı anketi yaptık. Tabi dikkat çeken daha farklı hususlar var. Çoğu zaman da yaptığımız tespitlerin teyidi şeklinde oldu. Yani toplumdaki güvensizlik, bir şeyin değişebileceğine olan inançsızlık çok. Yani mesela çözüm isteyen çok ama onun olabileceğine inanan az gibi şeyler bir kez daha tespit edildi anketlerde. Rakamlar oranlar üzerinden gitmeyelim. İkincisi; bir kere naylon anketler serisi vardır. Belliydi de. Kendi içerisinde çok ciddi çelişkili rakamlar var çünkü. Ama sağlıklı ve düzgün yapılan anket de sağlıklı sonuç vermeyebilir. Ve öyle bir dönemden geçiyoruz ki geçen sene üç farklı belediyede mevcut belediye başkanlarına hakikaten de toplumda belli bir itibara sahip anketle uğraşan insanlar anket yaptılar, “başkan sen tamamsın” dediler, küt diye gitti. Belki son eşikte değişti çünkü bir anlık fotoğraf çeker ya anket, bilinemiyor tam. Ama gerçek olan bir şey var, anket sağlıklı olsa bile sonucu sağlıklı bilemiyor çünkü sandığa gittiğinde insanlar başka bir ruhla hareket ediyor. Dolayısıyla son bir husus bununla ilgili; bu bir bin metre koşusudur yüz metre değil. Uzun erimli bir süreçtir 19 Nisan tarihine kadar ve ben iyiyim deyip duran belki de kaybedecek. Ama gerçek olan bir şey var toplumda bir tepki vardır. Ülkenin yönetiminde olanlara, görevde bulunanlara dönük olarak bir tepki vardı. Bu tepki sandığa nasıl yansıyacak öngörülebilir değildir ama bizim toplumun farklı kesimlerinden, farklı siyasi partilerin içinden de bir partiden olmayanlardan da aldığımız geri bildirim son derece olumludur. Ben yukarıya doğru gittiğimiz ve bir tırmanışta olduğumuz noktasında hiçbir tereddüdüm yoktur. Ama bunun rakamını oranını bilebilecek birisi de bence yoktur. Bir firma bir kuruluş da yoktur. Günü geldiğinde hep birlikte göreceğiz bunu. Önemsediğim şey nedir; Vefa duygusundan bahsedildi az önce, siyasetin yozlaşmasında etken olan en önemli unsurlardan birisi olduğu kanaatindeyim vefa duygusunun. Ama vefa kartı genelde son eşikte kullanılır. Bu eşikte vefa kartını çıkarmaya başlayanlar varsa bu seçim sürecinde, demek durum o kadar vahimdir onlar açısından. Bu da iyi bir şey.

“Kıbrıs Türkünün iradesine müdahale, Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıkması demektir”

• Firuzan NALBANTOĞLU: Sizce Türkiye bu seçimde hangi pozisyonda olacak? Bir taraf mıdır? Ya da neye taraftır? Haziran’da da orada bir genel seçim var. Buradaki seçimde bir taraf olacak mı?
• ÖZERSAY:
Onu bilemem ama olmaması gerektiğini bilirim, söylerim, savunurum. Herhangi bir biçimde taraf olmaya kalkışmasının yanlış olacağını, Kıbrıslı Türklerin iradesine müdahale olacağını düşünürüm ve doğru bulmam bunu. ‘Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer’ misali öyle yorumlar oluyor, deniyor ki “Türkiye karışmayacak bu defa” şeklinde. Bilemiyorum, bunun üzerine de kafa yormayı da doğru bulmam ama müdahale edildiğini, karışıldığını düşündüğüm bir şey olursa, çıkar eleştirimi yaparım söylerim de. Toplumun dikkatine de getiririm. Bence bu doğru bir şey değildir de zaten. Hani “Bi taraf olan bertaraf olur” derler ya, Türkiye zaten bi-taraf olmak zorundadır ama bertaraf olmak için değil. Kıbrıs Türk iradesine dayanan bir yönetim, Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı gösteren bir yaklaşım Türkiye’nin de menfaatine olan bir şeydir. Çünkü Türkiye’nin bu adadaki meşruiyetini sağlayan şey Kıbrıs Türkünün kendisidir. Kıbrıs Türkünün iradesine müdahale, Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıkması demektir.

• Fayka ARSEVEN: Genelde adaylar parti ve bağımsız adaylar ama belli grupları arkasına almış adaylar. Siz diyorsunuz ki benim arkamda hiçbir güç, kuvvet, örgüt yok ama seçim çok ciddi maliyetler getiren bir süreç. Sizin seçim bütçenizin maliyeti ne olacak? Nasıl karşılayacaksınız? Kaynaklarınız nedir?
• ÖZERSAY:
Birkaç yerde söyledim, bir parti ya da bir güç ya da belli bir kesim falan da arkamda değil. Nedir, çok sayıda gönüllü insan var destek veren ve ülkenin değişik yerlerinden de var. Maddi olarak bunu nasıl karşılarsınız? Bir bağış kampanyası var şu anda. Ama belli bazı prensipleri var. Bir üst limit belirledik, bu 5 bin TL’dir ve bir şeyi imzalamak durumundadır bağışı yapan; “Toplumsal yarar dışında herhangi bir beklentim yoktur” diyerek imza atar ve bağışı yapar. Hepsinin kaydı vardır ve seçimden sonra iki hafta içerisinde tümünü açıklama taahhüdünde bulundum kamuoyuna. Bu aşamada “Ne kadar olacak bütçen” diye sorulduğunda,  kimse sağlıklı bir yanıt veremez. Neden veremez çünkü, siz benden daha iyi bilirsiniz gazeteler, televizyonlar, billboardlar bugün bir reklam vermeye çalıştığınızda 5 bin TL ise seçim döneminde 7 bin TL ve üstü gibi oluyor. Bunun hesabını şimdiden bilemezsiniz. Şu ana kadar yaptığımız harcamalar 40 bin kusur civarındadır. Çoğu da billboardlarla ilgili olarak bir sözleşme yaptık ve bunu kendimiz topladık. Benim cebimden 10 bin kusur civarında para çıktı ama bunun içerisinde işte köylere gidilir kimse benim benzin paramı vermez, seçim bütçesinden de almam, kendim koyarım arkadaşlarım da kendileri koyar. Dolayısıyla bir ekibim var bu mali konularla uğraşan onlar bağış topluyorlar ama üst limiti var, kaydı var. Bu konudaki hassasiyetimi de bilirsiniz onun için mal beyanında bulundum çünkü denetleyen devlet kurumları vardır; Sayıştay, Ombudsman. Gerçi ombudsman yoktur 3 senedir atanmadı, işlerine gelmez diye atamazlar herhalde. Ama önemli olan esas denetim halkın yapacağı denetimdir. Bu şeffaflığı sağlayacaksınız ki insanlar da denetleyebilsin. O anlamda şeffaf bir biçimde ilerlediğimi düşünürüm sırf halk denetleyebilsin diye, insanlar denetleyebilsin diye.

“Maraş Kıbrıs Türk yönetimi altında açılabilir”

• Fayka ARSEVEN: Müzakerecilik yaptığınız için soruyorum; Maraş konusu sürekli gündeme gelir. Kapsamlı çözümle mi açılsın yoksa başka formüllere mi girilsin? Siz müzakere masasında olan ve cumhurbaşkanlığına aday bir kişi olarak Maraş konusunun çözümü için ne düşünüyorsunuz?
• ÖZERSAY:
Bana kalırsa Maraş sorunu diye ayrı bir sorun yoktur. Kıbrıs sorununun tabiî ki bir parçasıdır. Eğer kapsamlı çözüm müzakereleri bir sonuca doğru gidiyorsa, gerçekten bir müzakere varsa, bir al ver varsa ortada Maraş’ın kapsamlı çözüm bağlamında değerlendirilmesi makul olandır ama ortada kapsamlı çözüm müzakeresi dahi yoksa ya da çözüm müzakeresi var ama sonuç alıcı bir müzakere değil, ona evirilmiyor bir türlü. O zaman kapalı Maraş’ın Kıbrıs Türk yönetimi altında açılabileceğini düşünüyorum ben. Bunun için de Kıbrıs Rum tarafı ile müzakere ederek değil çünkü bu fikir Kıbrıs Rum tarafı ile müzakere edip ya BM’ye verilmesi ya da Rum tarafına verilmesi fikri 1990’larda tüketilmiş olan bir fikirdir. Denenmiştir, ondan fazla kez masaya gelmiştir, olmamıştır. Ve pek çok boyutu olduğu için de çok kolay biçimde sonuç ortaya çıkmaz. Çünkü Kıbrıs sorununun bir minyatürü niteliğindedir. O yüzden Kıbrıs Türk tarafının atacağı tek taraflı bir adımla ama geriye dönük bir adımla değil, uluslar arası hukuka bir adım daha yaklaşacağı, kapalı Maraş’ı eski mal sahiplerinin kullanımına açma yönündeki bir adımla bence olumlu bir gelişme elde edilebilir. Çünkü bir grup Kıbrıslı Rum’a hitap edecek olan bir şeydir ama aynı zamanda Kıbrıs Türk ekonomisine hitap edecek olan bir şeydir. Aynı zamanda uluslar arası hukuk bağlamında, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararın hiçbir unsuruna şu anda uygun davranmıyoruz. BM kontrolünde eski mal sahiplerine verilmesine dönük olarak 550 sayılı karara bakarsanız 1984 tarihili, ona bir adım da yaklaşmış olursunuz ama “Güvenlik Konseyi’nin kararına uyalım” diye değil, hakikaten her iki toplum açısından da olumlu sonuç oluşturabilecek gerçekçi ve uygulanabilir bir adım olduğu için söylüyorum. Orda bir askeri bölge var şu anda. O askeri bölgenin statüsünü kaldırıp, sivil bir otorite kurarsanız, hayalet şehir haline dönmüş bir yerde bu kadar yıldan sonra “Gelin malınızı alın” derseniz, bu imkanı sağlarsınız ama diğer taraftan da kapsamlı çözüm olup nihai statüsü belirlenene kadar “Burası Kıbrıs Türk yönetiminde olacak” diye şerh düşerseniz, “Ben burayı artık vermem de” algısı yaratmamak için, bunu yaparsanız, bir de tabiî ki insanlarla istişare ederek. Ben bu öneriyi ilk ortaya koyduğumda, bazı sivil toplum örgütlerinden de hem değerlendirme, hem eleştiri hem de öneri geldi. Bunları bence birlikte değerlendirip pratikte hayata geçirmek mümkündür ki geçmişte o bölge içerisinde mal sahibi olan bazı Rum ailelerle değişik ortamlarda temas etme imkanım da oldu ve ben biliyorum ki söylenilenin aksine bu insanlar böyle bir adım attığımız takdirde gelip taşınmaz mallarını alacaklar ve kullanacaklar, tadil edecekler. Bunun örneğini de geçmişte gördük. 2005-2006 yılında Taşınmaz Mal Komisyonu kurulduğunda da “KKTC’nindir gelmeyecekler, yasa dışıdır” şeklinde Rum hükümeti bu çağrıyı yaptı. Evet ama Rumlar geldi çünkü insan haklarına uygun bir şey kurduk, canımızı yedik öyle olsun diye. İnşallah onu da partizanlık ve adam kayırmacılık yaklaşımlarımızla baddos etmeyiz.

Bu haber toplam 3323 defa okunmuştur