1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Cehalet Değil Ama Cehaletin Cehaleti Bilginin Ölümüdür
Cehalet Değil Ama Cehaletin Cehaleti Bilginin Ölümüdür

Cehalet Değil Ama Cehaletin Cehaleti Bilginin Ölümüdür

Yanlış iliklenmiş düğmeler gibi yanlış bağlanmış bilgi ve durum ortaya çelişkiler çıkaracak ve belki de cehaletin tanımını bilen bir insanda kriterlerin doğru bilgilere ulaşamaması sonucu bu cahil insan, kendi cehaletini kavrayamayacaktır.

A+A-

 

Eylül Küpcü
nlyeykup@yahoo.com

Yıllar boyunca filozoflar cehaleti bir eksiklik olarak tanımladılar.Söz ettikleri şey bilginin,belki de bilme eyleminin eksikliğiydi.Peki bilme eylemi nasıl gerçekleştirilirdi? Bir şey nasıl bilinebilir ,dahası bir insan bir şeyi bildiğinin nasıl farkına varabilirdi?Bilmek neydi?

Tüm bu sorular felsefenin kalbi olan epistemoloji disiplininin doğmasına sebep oldu. Epistemolojide ,  suje bilgi arayışında olan, gerçeğe; sezgi ,gözlem, akıl gibi değerlerle ulaşmaya çalışan varlık olarak tanımlanır. Obje dediğimiz ise ulaşılmaya çalışılan varlık, sorulan soruların nedenidir. Bu bağlamda bilgi ise suje ve obje arasındaki  ilişkinin bir sonucudur. Sujenin sorgulaması sonucunda ortaya çıkan varlıktır.İşte bu ilişkinin eksikliği insanı doğrudan cehalete ve belirsizliğe götürecektir.

Peki bu durum ne kadar kötüdür? Alfred Whitehead, asıl acınası olanın cehalet değil de cehaletin farkında olmamak olduğunu söyler. Çünkü bilmemenin bilincinde olmak buna zıt olan doğrultuda ilerlemenin birinci adımıdır. Fakat sözünü ettiğimiz bu bilmeyen kişi bilmediğinin ayırdına varamaz ise bu adım hiçbir zaman atılamaz. İnsan, beyninde bir algı oluşturamadan düşünemez. Düşünemezse değişemez, değişemezse gelişemez. Tüm bu algıyı başlatan ise bilincinde olma halidir. Cehaletin cehaletinden bahsettiğimizde ise böyle bir hâl söz konusu değildir. Bu da bilmeye doğru herhangi bir ilerlemenin hiç yaşanmayacağı anlamına gelir çünkü her şeyi başlatan etken eksiktir. Bu da bilmenin daha başlamadan bitmesi, doğmadan ölmesi demektir.

Yıllardır bilinenin nereden geldiği,objelerin gerçekliğinin subjeden bağımsız olup olmadığı ve bir şeyi bilip bilmemenin nasıl anlaşıldığı üzerine filozoflar ilginç düşünceler ortaya atmıştır.Özellikle empiristler ve rasyonalistler bu konuda tartışmalarda bulunmuşlardır. Örneğin empristler bilginin yalnızca duyularla elde edilebileceğini, rasyonalistler ise aklın ebedi ve bilen olduğunu, doğduğumuz ilk andan itibaren beynimizde bilginin mevcut olduğunu savunurlar. Sofistler piyasadaki ilk kuşkuculardır,doğru bilginin imkansızlığını savunmuşlardır.Sofizmden sonra ortaya çıkmış olan septisizmin öncülerinden biri olan Gorgias ise varlığı tümden yadsımış; varlık varsa dahi bilinemeyeceğini, bilinse dahi aktarılamayacağını söylemiştir. Tüm bu felsefi akımlar epistemolojiden beslenmiştir.

Epistemolojide ise bilgi düşünülerek elde edilen bir ilişkiden ibaret olup sorgulama eylemine sahip olan insan tarafından elde edilir.Yani bilginin sujeden bağımsız olması düşünülemez. Bilginin bilinmesi ise bilgi kavramının beyinde sorgulanıp bir sonuca bağlandıktan sonra, kendisinin bu kavramın içinde olup olmadığını kararlaştıralarak elde edilen fonksiyonel bir farkındalık durumudur. İnsan kendini tanımlamak amacıyla bu işlemi her gün yerine getirir. Örneğin  susamış biri, önce beyninde susuz olmanın tanımını bulacak sonra içinde bulunduğu durumun bu tanıma uyup uymadığını beyninde tartacaktır. Eğer bu bağlamlar birbiriyle örtüşüyorsa susuz olduğu sonucunu çıkaracak ve sonrasında da bu  durumun bir an önce değişmesi için harekete geçecektir. Böyle bir durumda sujeye göre kendisi, bir objeye dönüşür.

Bilmediğini bilen bir insanın beyninde tüm bu sistem sorunsuz işler. Çünkü bilmenin tanımıyla kendisinde var olan özelliklerin uyuşmadığının farkına varır varmaz beyni onu bilme işlemini gerçekleştirmediği sonucuna ulaşır. Bu durumda susuzluğun giderilmesi için nasıl harekete geçilirse cehaletin giderilmesini için de harekete geçilir ve bunda hiçbir sorun yoktur. Geç kalınmış fakat en sonunda bilgiye giden yol bulunmuştur. Yanlış yolda olanların, cehaletlerinin cehaletinin yaşayanların hatası ise ya bilginin tanımının doğru olmamasından  ya da bilgi ve kriter bağlayıcı etkenlerin bozulmasından kaynaklanır. Diğer bir ihtimal ise kendisinin farkında olmamasındandır ki Aristotales’in “Kendini bilmek tüm bilgeliğin başlangıcıdır” sözü göz önüne alınırsa bu trajik bir durumdur. Şimdi bu üç sonucun sistemde nasıl bir arıza çıkarttığını irdeleyelim:

-Bilgi denilen kavramın doğru tanımlanmamış olması, gerekli özelliklerin yanlış karşılaştırılmasına neden olur. Örneğin bana göre bilmek, düşünmekse; bilmenin düşünmemek olduğuna inanan bir insan kendisi de düşünmüyor olsa dahi bu özelliğe uyduğu için bildiği kanısına varacaktır. Fakat bu yargı bizi şöyle bir sorunla karşı karşıya bırakır; bilmenin kesin bir tanımı var mıdır? Bilmenin,düşünmemek olduğunu düşünen ,“cahil insan” niye yanılıyor olsun? Bilmenin ne olduğuna ne zaman karar verildi ve bunun dışında kalanlar tümden yanlış sayıldı?Bu bizi nereye  götürür?

Epistemolojide  bilginin doğruluk şartının sağlanması nesnenin özellikleriyle ilişkilidir. Yani düşünmek sujenin işidir ve bilgi sujede birikir ama bilginin doğruluğu tamamıyla obje üzerinde gerçekleşir. Örneğin, karın mavi oluşu  bir bilgidir fakat doğru değildir. Kar beyazdır,doğru olan da budur ama derine inildiğinde kara beyaz tanımının verilmesi sujenin işidir. Yani suje dolaylı yoldan kendi yarattığı gerçekler üzerine düşünmektedir ve bunun sonucu olarak da kendi bilgisini doğrulaması yine kendi bilgisine bağlıdır. Doğduğu günden itibaren bir çocuğa karın mavi olduğunu söylerseniz, o çocuk için kar her zaman mavi olacaktır. Algıladığı beyaz renk beyninde “bu mavi” düşüncesi uyandıracaktır ve bunun sonucu olarak çocuk özünde yanlış bir bilgiye fakat kendi beynine göre doğru bir bilgiye sahip olacaktır. Cehaletinin cehaletini yaşayan bir  insanın durumu da tam olarak budur.

-İkinci sorun, sahip olunan özelliklerle tanımın doğru eşleştirilememesinden kaynaklanır. Mevcut bir bilgiyi ve durumu birbirleriyle ilişkilendirmek her zaman doğru sonuçlar vermeyebilir. Yanlış iliklenmiş düğmeler gibi yanlış bağlanmış bilgi ve durum ortaya çelişkiler çıkaracak ve belki de cehaletin tanımını bilen bir insanda kriterlerin doğru bilgilere ulaşamaması sonucu bu cahil insan, kendi cehaletini kavrayamayacaktır.

-Üçüncü sorun ise kendini bilmemek, ya da diğer bir ifadeyle kendi objesi olamamaktır. Beyin kendi farkındalığına sahip tek organdır. Bu da onu kendini tanımaya ve dolayısıyla çevreye yaptığı gibi kendisini de sorgulamaya yöneltir. Bunun sonucu olarak her insan beyninin içinde, kendisinin olduğunu düşündüğü bir birey daha yaşatır. Eğer bu birey, sujenin gerçek halinden fazlasıyla farklıysa cahil insan cehaletin tanımına kendisinin uymadığına kanaat getirecek ve kaçınılmaz olarak da bilginin ölümü böylece gerçekleşecektir.

Toparlayacak olursak,cehalet bilginin eksikliğiyse eğer ve bilgi de, bilginin bilinmesi de  belli bir sistemle elde ediliyorsa bu sistemin çalışmasını engelleyecek faktörler cehaletin sebebini oluşturur. Cehalet, farkına varıldığı sürece kötü olarak tanımlanamaz fakat cehaletinin farkında olmayan bir birey, kendi elleriyle bilgiyi tümden öldürmüş olur. Doğru olan cehaletimizin farkına varmak ve bilginin yolunda ilerlemektir.Bilgi ,doğruya ulaştırır. Sokrates’in de dediği gibi: “Sadece bir iyi vardır,o da bilgidir.”

                                                                                                                 

*Bu yazı Liselerarasında düzenlenen 2. KKTC Felsefe Olimpiyaları’nda birincilik ödülü almıştır.

Bu haber toplam 7485 defa okunmuştur
Gaile 463. Sayısı

Gaile 463. Sayısı