1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bu Mutabakatı İstemiyoruz!
Bu Mutabakatı İstemiyoruz!

Bu Mutabakatı İstemiyoruz!

"Aileler, kadınlar, çocuklar, engelliler, yaşlı bireyler, sosyal yardım alan vatandaşlar ile şehit yakınları ve gaziler" ile ilgili yapılacak olan projelerde "işbirliğini yoğunlaştırmak" adı altında öngörülen politikaların ne olduğu muğlak bırakılıyor.

A+A-

Feminist Atölye

 

Geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ersan Saner, Türkiye Aile ve Sosyal Politikaları Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya ile TC-KKTC arasında işbirliğini öngören bir "Mutabakat Zaptı" imzaladı. Söz konusu zaptın basına sunuluş biçiminde sosyal politikalara dair ve belgenin içeriği ile ilgili neredeyse hiçbir cümle edilmezken, milliyetçi retorik ve Kıbrıs Sorununa dair telaffuz edilen ayrılıkçı politikalar Bakan Saner'in demeçlerinde bolca yer aldı.

Her iki bakanlık arasında 3 yıl süre ile geçerli olan ve geçerlilik süresinin bitiminden altı ay kadar önce sona erdirme niyeti belirtilmediği müddetçe 1 yıllık sürelerle doğrudan yenilenmesi öngörülen anlaşma, Türkiye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının KKTC'de üretilen sosyal politika projelerine dolaylı olarak müdahale etme alanını açıyor.

Bakanlıklar arasında sosyal politikalara ilişkin konularda fikir ve bilgi paylaşımı yanında "BELGE PAYLAŞIMI" öngörülmesi ve "BİLİŞİM ALTYAPISINA İLİŞKİN BİLGİ PAYLAŞIMI" maddeleri, kısa bir zaman önce öğrenci ve öğretmenlerin kişisel bilgilerini Türkiye Cumhuriyeti'ne vermeyi taahhüt eden Eğitim Bakanı'nın politikaları ile paralellik arz ediyor. "Aileler, kadınlar, çocuklar, engelliler, yaşlı bireyler, sosyal yardım alan vatandaşlar ile şehit yakınları ve gaziler" ile ilgili yapılacak olan projelerde "işbirliğini yoğunlaştırmak" adı altında öngörülen politikaların ne olduğu muğlak bırakılıyor.

 Söz konusu anlaşmanın imzalanmasından sonra her iki bakan da Kıbrıs'ın kuzeyinde yıllardır kadın ve çocuk hakları için mücadele eden yerel örgütleri bypass ederek finansmanının nerden geldiği "belli olmayan",  lgbt ve kadın düşmanı propagandaları ile meşhur, kendi canı çekti diye vakıf mallarını işgal eden ve çocuklara dinsel propaganda yapılan Çanakkale Kampı'nın avukatlığını yaparken Kıbrıslıtürk öğrencilere "yüzsüz, arsız, dinsiz" diyen bir kişinin yönettiği vakfı ziyaret ediyor.

Ülkemizde on yıllardır çocuk hakları ile uğraşan, etnik ayrımcılık yapmadan ihtiyaçlı ailelerin yardımına koşan, kadınlara yönelen erkek şiddetini durdurmak için köylerde ve şehirlerde gönüllü emek veren,  sığınma evi açılması, TOCED'in yürürlüğe girmesi, Adli Yardım için gereken tüzüklerin çıkarılması başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliği için uğraşan yerel örgütler varken AKP'ye yakınlığını defalarca beyan etmiş bir vakfın ziyaret edilmesi düşündürücüdür. Sayın Saner'in TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile birlikte yürürlüğe koymak istediği projelerin Türkiye'de şekillendirilmiş ve Kıbrıs'a ithal edilen diğer projelerde olduğu gibi Kıbrıs'ın özgün taleplerine ve ihtiyaçlarına göre olmayacağı sadece bu ziyaretten bile hareketle söylenebilir.

"Türkiye'de ne varsa burada da olacak" diyen Türkiye yetkililerinin duruşuna uygun bir şekilde acaba Sayın Ersan Saner kadın ve çocuk hakları ile ilgili İslami-muhafazakâr politikalar mı yürürlüğe koymaya hazırlanıyor?

Bilindiği üzere çocuk yaştaki kişilerin imam nikâhıyla evlendirilmesi başta olmak üzere çocuk istismarı haberleri ile her gün karşılaştığımız Türkiye'de müftülere resmi nikah yapma yetkisinin verilmesine kadar sündürülmüş ve seküler cumhuriyet modeli ile bağdaşmayan uygulamalar oldukça yaygınlaştı. Acaba sayın bakanın öngördüğü "sosyal" projeler bu tip uygulamaları da içeriyor mu?

Çocuk Hakları Sözleşmesine aykırı olan ve kız çocuklarına erkeklere nasıl hizmet edeceklerini öğretmek, itaatkar olmak, daha küçük yaşlardan çocukların başını kapatmak suretiyle onları cinsel obje olarak konumlandırmak gibi yasa dışı "eğitimler"in evlerde verilmesi konusunda hiçbir önlem almayan bakanlık acaba yapacağı projelerle bu uygulamaları resmileştirmeyi mi planlıyor?

Her 10 kadından 7'sinin şiddet gördüğü, günde en az 3 kadının öldürüldüğü, tecavüzcülerin ceza indirimi aldığı bir ülkeyi örnek alırken sayın Bakan Kıbrıs'ın kuzeyindeki kadın örgütlerinin ne söylediğine niye bir kere bile kulak vermiyor?

Göreve geldiği günden itibaren büyük paralarla gösterişli bir Kadına Yönelik Şiddet Çalıştayı düzenlemek ve bu çalıştayın raporunu da bir türlü yayınlanamamak dışında neredeyse hiçbir adım atmayan Bakan beye soruyoruz: Kadına Yönelik Şiddeti önlemek için ayrılan 1 milyon TL'lik bütçe ne oldu?

 2014 yılında KKTC meclisinden oybirliği ile geçen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi niye hala yürürlüğe girmedi? Bu daire çatısı altında görevlendirme usulü ile üç bakanlıkta açılması öngörülen Cinsiyet Odak Noktaları niye açılmadı?

TOCED Yasası tahtında Polis ve Hastanede görevlendirme usulü ile açılması öngörülen Şiddete Müdahale Birimleri'nin açılması için niye girişim yapmadınız? Bu birimlerin açılması Türkiye ile imzaladığınız mutabakat zaptına uygun değil mi?

Kadına Yönelik Şiddet Çalıştayında bütün örgütlerin ve katılımcıların ısrarla dile getirdiği Sığınma Evi, Şiddeti Önleme Danışma Merkezleri ve Acil Yardım Hattı ile ilgili hiçbir girişim yapmazken, Sığınma Evlerine ayrılan bütçeleri kısıtlayan bir ülke ile hangi konuda işbirliği yapacaksınız?

Türkiye Hükümeti 2019 seçimlerine yatırım yapmak maksadıyla çocuk bakan kadınlara maaş bağlamak yoluna gitti. Kadınları emek piyasasından geri çekmek ve onlara "sizin göreviniz çocuk bakmaktır" diyen bu uygulama örnek aldığınız projeler arasında mı? Var olan bütçeyi ücretsiz kreşler ve yaşlı bakım evleri açmak için kullanmak yerine, bakım hizmetlerini kadınların omuzuna yıkan ve kadın işgücünün yok olmasına neden olan bu uygulamalar mutabakat zaptınızın bir parçası olacak mı?

Sadece 2017 yılında ülkemizde cinayete kurban giden kadın sayısı 7. Kadın cinayetlerini önlemek için hiçbir tedbir almazken, seçim öncesi gelecek 3 yılımızı belirleyen böylesi bir anlaşmaya imza koymak niyedir?

Unutmayın ki insan hakları partiler üstü bir konudur ve popülist politikalara malzeme edilmeyecek kadar da önemlidir. Ülkemizde hak politikası yapan bunca örgüt varken, bu örgütlerin yıllardır dile getirdikleri talepleri görmezden gelirken geleceğimizi çalan böylesi anlaşmaları kabul etmemiz mümkün değildir. Kadınlara sormadan kadınlar adına ve kadınlar hakkında aldığınız kararları da, attığınız imzaları da kabul etmiyoruz!


 

Ekim Devrimi Kadınları "Kurtarabilir" miydi?

Hülya Osmanağaoğlu

 

            Karakteristik özellikleriyle tüm dünyadaki sosyalizm paradigmalarını belirleyen kimi sosyalizm pratiklerini incelediğimizde "neden feminizm" sorusuna tarihten gelen cevaplar da bulmak mümkün. Ekim Devriminin ardından iktidarı ele geçiren Bolşevikler, kadınlara yönelik düzenlemelerle düşüncelerini hayata geçirmeye başladılar. Devrimden dört gün sonra sekiz saatlik iş gününü getiren bir kararname yürürlüğe kondu ve kadınların uzun çalışması yasaklandı. Kadınların ve çocukların ağır ve sağlıksız koşullarda, yeraltı ve gece işlerinde çalışması da yine aynı kararnameyle yasaklandı.

Devrimden sonraki ilk yılda kadınlarla ilintili olarak çıkarılan kararnamelerde tam oy hakkı tanır (sadece Norveç ve Danimarka'da vardı), aile reislerinin otoritesine son verir, miras hakkını kaldırır, evliliği gönüllü bir ilişkiye dönüştüren boşanma ve sivil yasaları oturtur, meşru ve gayri meşru çocuklar arasındaki ayrıma son verip, eşit ücret, eşit çalışma hakkı ve ücretli doğum izni verir. Zina ve eşcinsellik ceza yasasından çıkarılır (Rosenberg, 1990: 101).

Evlilikle mutfağın ayrılması

Tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefleyen Bolşevikler de, kadınların kurtuluşunun tek başına yasal düzenlemelerle gerçekleşmeyeceğinin bilincindeydi.

Kadınlara yönelik düzenlemeler anne evleri, kreşler, çocuk bahçeleri, okullar, ortak yemekhaneler, çamaşırhaneler ve bakım merkezleri gibi komünal kurumların açılmasını içeren bir dizi yasa ve tüzükle sürdürüldü.

Yapılan yasal değişiklikler için Kollontay "evlilikle mutfağın ayrılması kadının tarihinde Kilise ve Devletin ayrılmasından daha önemsiz bir reform değildir" diyordu.

Bolşevik Partisi kadın seksiyonu

1918 Kasım'ında Lenin'in de önerisiyle düzenlenen Birinci Kadın İşçiler Kongresi aralarında Krupskaya, Inessa Armand ve Kollontay'ın bulunduğu kadınlar tarafından örgütlenir. Partiye bağlı kadın örgütlenmesinin ilk adımının atıldığı bu kongreden sonra yapılan çalışmaların devamında,1919'da Jenotdel (Zhenotdel) adını alan Bolşevik Partisi'nin kadın seksiyonu oluşturuldu.

Neredeyse tüm reel sosyalizm yılları boyunca, hatta hala, sosyalist örgütlerin kadın örgütlenmesi konusunda model aldığı bu örgüt, Bolşeviklerin kadınların kurtuluşuna ilişkin yaklaşımlarının da bir sonucudur. Lenin'in sözleri ise bu yaklaşımın en etkili düzeydeki yansımasıydı.

Elbette ayrı kadın örgütleri kurulması düşünülemez, ama parti için kadın nüfusunun bilinçlilik düzeyini yükseltme sorumluluğunu üstlenecek uygun bir organ geliştirilebilir. Böylelikle, kadınlara Sovyet devletinin kurulması, yani daha iyi bir geleceğin oluşturulması yolunda haklarını nasıl kullanabilecekleri öğretilebilir. (Kollontay, 1986:73)

Patriyarka da kapitalizm gibi bir egemenlik ilişkisidir

Bolşeviklerin kadın ezilmişliğini tümüyle kapitalist sömürüye ve onun ideolojisine bağlıyor olması, erkek egemenliğinin kapitalizmin ve onun ideolojisinin ortadan kalkmasıyla yok olacağını düşünmeleri, bağımsız bir kadın örgütlenmesi fikrini dışlamalarına ve burjuva feminizmi diye damgalamalarına neden olur.

Oysa patriyarka, aynen kapitalizm gibi toplumsal koşulları belirleyen kurucu bir egemenlik ilişkisidir. Kapitalizm sermayenin işçi sınıfının emeğinin sömürüsü üzerinden üretim ilişkileriyle kurulurken patriyarka da yeniden üretim sürecinin ortay çıkardığı egemenlik sistemidir.

Bu nedenle tek başına kadınların ücretli emek gücüne katılıyor olmaları ev içinden başlayarak tüm toplumsal yaşamı denetim altına alan erkek egemenliğinden kurtulmalarını mümkün kılmayacaktı.

Eşit işe eşit ücret hayal olarak kaldı

1919'da kadınların özgürlüğü için yürüttüğü kampanyalarla işe başlayan Jenotdel 1930'lara gelindiğinde hükümetin/partinin önceliklerini tümüyle benimseyerek "Yüzde 100 Kolektifleştirme" kampanyası düzenlemekteydi.

Bağımsız bir örgüt olarak kurulmamış olması sebebiyle, Parti kararlarına karşı kadınları savunma gücü yoktu. Yine de 1932'de feshedildi. Kadınlara yeraltında çalışma yasağı 1933'te kalktı. Aynı yıllarda vasıfsız işlerde kadın emeği yoğunlaşırken eşit işe eşit ücret de bir hayal olmaktan öteye gidemedi.

Kazanımlar geri alındı, kürtaj ve eşcinsellik yasaklandı

Sonrasında eşcinsellik yasaklandı ve ceza kapsamına alındı. 1936 yılında çıkarılan "Anne ve Çocuğun Savunulması" kararnamesiyle kadınların devrim ertesinde aile hukukunda elde ettikleri bütün kazanımlar geri alınırken kürtaj yasaklandı. "Zina" ve "gayri meşru çocuklar" gibi kavramlar yeniden kullanılmaya başlandı.

Boşanma neredeyse imkansız denecek kadar zorlaştırılırken dönemin politik ruhunu en iyi özetleyen ise Stalin'in şu sözleriydi: "İnsana gereksinmemiz var. Yaşamı yok eden kürtaj bizim ülkemizde kabul edilemez".

Kadınların "makus talihi" ve bağımsız feminist hareket

Sonuçta yirmi yıldan az bir süre içinde Rusya'daki kadınlar neredeyse bütün yasal kazanımlarını kaybettiler. Parti hiyerarşisine, sosyalizmi kurma hedefine, dolayısıyla erkek yoldaşlarına bağladıkları umutları, bir direniş gösteremeden yenilmelerine yol açarken, 20. yüzyıl boyunca tüm sosyalizm deneylerinde ve sosyalist örgütlerde, kadınların makus talihinin de temelini oluşturuyordu.

Geniş kadın kesimleri nezdinde,  uygulamadaki ve kadın örgütlenmesindeki eksikliğin Marksist teorinin yeniden ele alınmasıyla bilince çıkışı ancak 1960'larla birlikte "bağımsız" feminist hareketin yükselişe geçmesiyle mümkün oldu.

 


Kaynaklar:

* Rosenberg, Chanie: Kadınlar ve Perestroyka, Çev. Osman Akınhay İstanbul, Pencere,1990

*  Kollontay, Aleksandra: Kadınların Özgürlüğü, Çev. Yasemin Çongar, İstanbul, Yarın,1986

* Zetkin, Klara: Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyeti, Çev. Atilla Temiz, İstanbul, Sorun, 1980

 (Kaynak. Bianet)

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2154 defa okunmuştur
Etiketler : ,
Gaile 441. Sayısı

Gaile 441. Sayısı