1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bölme Tutkusu ve Husumet Politikası Üstüne
Bölme Tutkusu ve Husumet Politikası Üstüne

Bölme Tutkusu ve Husumet Politikası Üstüne

Bölme Tutkusu ve Husumet Politikası Üstüne

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

Başka ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de tarih yorumları etnik gruplar arası çatışmanın tam kalbinde yer almaktadır. Tarihsel olaylara yapılan seçici göndermelerle günümüz politikaları desteklenmek isteniyor. Özellikle bizimki gibi yüzleşme çalışmalarının çok kısır olduğu ülkelerde milliyetçi elitlerin “tarihe” yaptıkları göndermeler pek sorgulanmıyor, hatta çoğu zaman gerçek kabul ediliyor.

Tarihsel anlatıların siyasal gücü yadsınamaz. Toplumları manipüle edip yönlendirmede hiç bir şey tarih anlatısı kadar etkili değildir. Tam da bu nedenden ötürü, “tarih” diye önümüze konan anlatılar, hakim güçlerin anlatılarıdır.

Yakın tarihimizi eleştirel olarak gözden geçirmek için şöyle bir soru soralım: ayrılıkçı Türk milliyetçileri Kıbrıslı Türkler katledildiği için mi adanın bölünmesini savunmaya başladılar yoksa adayı bölmek için Kıbrıslı Türklerin katledildiğini ileri sürmeye mi başladılar?

Gerçek şudur ki, Kıbrıs Türk liderliği Taksim fikri ile birlikte iki toplumun bir arada yaşayamayacağını ileri sürmeye ve ayrılma/bölünme fikrini ön plana çıkarmaya başladı. Bunu meşrulaştırmak için de durmadan Kıbrıslı Türklerin tehdit altında olduğunu söylüyordu. Yanlış ve asparagas haberlerle Kıbrıslı Türklerin “katledildiği”, ya da “katledileceği” söylentisini yayıyordu. Taksim olmazsa Kıbrıslı Türklerin adayı “terk edeceği” veya “yok olacağı” sistematik olarak dile getiriliyordu. Dr. Küçük, özellikle Türkiye’de yaptığı konuşmalarda Kıbrıslı Türklerin “katliama uğradığından” ya da “uğrayacağından” söz ediyordu.

Kıbrıs Türk liderliğinin iki toplumun bir arada yaşayamayacağına dair ileri sürdüğü görüşler o kadar abartılıydı ki, koloni idaresi bile bu iddialara karşı tepki gösterme ihtiyacını hissetmişti. Vali Harding, 12 Mayıs 1957 tarihinde Dr. Küçük ile yaptığı bir görüşmede Dr. Küçük’ün Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların barış içinde yaşayamayacağına dair sözlerinin “tehlikeli” ve “tahrik edici” buluyor, kendisinin bu görüşe katılmadığını, bu görüşün “yanlış” ve “abartılı” olduğunu ve liderliğin bu türden açıklamaları karşısında toplumun bunları doğru kabul edip, ona göre davranacağını, bunun da toplumlararası şiddete yol açacağını belirtiyordu. Harding, Dr. Küçük’ten bu türden açıklamalar yapmaktan vazgeçmesini talep ediyordu.

Fakat Taksim’e gitmenin en iyi yolunun iki toplumun bir arada yaşayamayacağını “kanıtlamakta” gören Dr. Küçük, bildiği yolda ilerlemeye devam ediyordu. 1957 yılının sonunda resimli bir broşür hazırlayarak iki toplum arasındaki düşmanlığı 1902 yılına kadar geri götürecek kadar ileri gitmişti. Broşürde dile getirilen asılsız iddialar koloni idaresini kızdırmış olacak ki, Dr. Küçük’e baskı uygulayıp broşürün dağıtılmasını engelledi. Vali Vekili, Taksim fikrini yaymak için yayınladığı propaganda broşürü yüzünden Dr. Küçük’ü uyararak, bu tür tahrik edici yayınlara devam etmesi halinde, mahkeme önüne çıkarılacağını söyledi. Bunun üzerine, Dr. Küçük broşürü toplatacağına dair söz verdi.

Kıbrıs Türk liderliğinin “iki toplum bir arada yaşayamaz” tezi koloni idaresi tarafından o kadar abartılı bulunuyordu ki, adada Rumlar ve Türkler arasındaki ilişkilerin tarihçesini araştıran raporlar hazırlatıldı. 26 Ağustos 1957 tarihinde sunulan “Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların İlişkilerine Dair Bazı Veriler” başlıklı bir raporda şu önemli tespitlere yer veriliyordu: “Uzun Osmanlı egemenliği döneminde Türklerle Rumlar uyum içinde yaşadılar. Türkler, Rumlara din, dil ve yerel yönetim hakkı tanıdılar.” Kıbrıs’ta ne Türklerin Rumları, ne de Rumların Türkleri kültürel olarak asimile etme girişiminde bulunmadığına dikkat çekilen raporda, geçmişte Balkan Savaşları veya 1919-22 Türk-Yunan Savaşı’nın, yakın zamanda ise İstanbul’da cereyan eden 6/7 Eylül Olaylarının Kıbrıs’ı pek etkilemediğinden söz ediliyordu.

Raporda, iki toplum arasındaki ilişkilerde son iki yılda gerilim yaşandığına yer veriliyor ve bu durumun, “Kıbrıs Rum toplumunda azınlık bir grubun şiddet yoluyla rejimi devirmeye kalkışması” (EOKA’nın silahlı Enosis mücadelesi kastediliyor NK) ve bunun bir sonucu olarak Kıbrıslı Türklerin geleceklerinden endişe duymaya başlamalarıyla ilgili olduğu belirtiliyordu. 1956 yılında toplumlar arasında toplam olarak altı çatışmanın yaşandığı, bu çatışmaların “heyecanlı Türk gençleri” tarafından EOKA’nın eylemlerine tepki olarak çıkarıldığı vurgulanıyordu. Ayrıca, 1957 yılında Larnaka ve Limasol komiserlerinin iki toplum arasında hiçbir sorunun yaşanmadığını belirttikleri ileri sürülüyordu. Raporda, Dr. Küçük’ün iki toplumun ilişkilerini bozmak için uğraştığı ve en küçük olayları bile büyütmeye çalıştığı ifade ediliyordu ve bu tavrın “iki toplum arasındaki ilişkiler açısından büyük tehlike” teşkil ettiği ileri sürülüyordu.

Raporda toplumlar arası ilişkilerde milliyetçi liderlerin rolüne de yer veriliyordu ve “iki toplum arasındaki ilişkileri bozan, köylerde yaşayan kadınlar ve erkekler değil, küçük bir azınlık olan iki tarafın milliyetçi liderleridir” deniyordu. Raporda son olarak, bölge komiserlerinin yaptıkları bir incelemeye de yer veriliyordu. Buna göre, Kıbrıslı Türklerin adanın bölünmesini gerçekleştirmek için güneyden kuzeye göç ettikleri yönündeki haberler tamamen asılsızdı.

6 Ocak 1958 tarihli bir başka raporda ise Dr. Küçük’ün Ankara’da yaptığı bir konuşmada karma köylerde yaşayan Kıbrıslı Türklerin sürekli olarak Kıbrıslı Rumların tehditlerine maruz kaldıklarını ve kendilerine adayı terk etmedikleri takdirde katledileceklerinin söylendiğini dile getirdiği belirtiliyordu. Dr. Küçük’ün bu durumu iki toplumun bir arada yaşayamayacağına dair kanıt olarak gösterdiği ve tek çarenin Taksim olduğunu söylediği ifade ediliyordu. Oysa 1957 yılının Aralık ayında Vali ile yaptığı görüşmede Dr. Küçük’ün “karma köylerde Türklerin taciz edildiğine” dair “masallar” söylediği ve doğru dürüst bir örnek veremediği belirtiliyordu. Verdiği birkaç “taciz” örneğinde ise yapılan inceleme sonucunda büyük oranda çarpıtmalara dayandığının saptandığı ileri sürülüyordu. Raporda, Dr. Küçük’ün çarpıtmalarına dair şu ilginç örnek yer alıyordu: Mağusa’da bazı arabaların lastikleri patlatıldı. Arabalar her iki toplumun da üyelerine aitti. Lastikleri patlatılan arabalardan sadece biri Kıbrıslı Türk’e aitti. Bu, “Türklere Saldırı” olarak değerlendiriliyordu. Raporda, komiserliklerin ada çapında yaptığı incelemelerde Türklere karşı taciz kampanyasına rastlanılmadığı gibi, adanın çok büyük bölümünde Türklerin fiziki tehdit korkusunun ya hiç olmadığı, ya da çok az olduğu tespit edildiği belirtiliyordu.

Görüleceği gibi, Kıbrıs Türk liderliği her fırsatta iki toplumun bir arada yaşayamayacağını vurguluyor ve sistematik olarak asılsız veya abartılı haberler yayıyordu. Dr. Küçük ile Rauf Denktaş, 1958 yılının Mayıs ayında Taksim kampanyalarını örgütlemek için gittikleri Türkiye’de düzenledikleri basın konferansında söyledikleri ise tamamen asılsızdı: “Bugün Kıbrısta Türklere karşı umumi bir sinir harbi yapılmaktadır, Türkler Rum semtlerinde dolaşmamaktadırlar. Rum köyleri arasında yaşıyan Türk köylüleri için can ve mal emniyeti yoktur. Rum baskısı yüzünden mallarını satan Türk köylüleri kasabalara akın etmektedir. Paşaköyü Türkleri halen muhtelif yerlerde amelelik yapmaktadırlar. Evvelki sene Vasilya ve Afanya köylerinde Türklere yapılan hayasızca hücum, herhangi bir gün başka köylerde tekrarlanabilir. Bizi koruyacak bir kuvvet mevcut değildir. Herhangi bir gün biz can, namus ve malımızı yine kendimiz korumak mecburiyetinde kalabiliriz. Bu şartlar içinde Türkler muhtariyeti kabul edemezler. Bu şartlar içinde müstakil bir Kıbrıs, veya garantili bir müşterek idare Türkler için Enosis’in tahakkundan başka bir şey değildir. Artık Taksime gitmekten başka çare kalmamıştır. Her insanın hakkı olan Hürriyeti istiyoruz. Kendi bayrağımızın gölgesinde yaşamak istiyoruz. Kıbrıs davası bir koloni davası olmaktan çıkmıştır.”

Görüleceği gibi, liderler hiçbir somut kanıt göstermeden “Rum baskısı yüzünden kasabalara akın eden Türklerden” söz ediyorlardı. EOKA’nın silahlı Enosis mücadelesi üç yılı aşkın bir süreden beri devam ediyor olmasına karşın, Kıbrıslı Türk liderler “Rum saldırılarına” örnek olarak sadece Vasilya ve Afanya olaylarını gösteriyorlardı. Oysa Vasilya’da hiç kimse ölmemişti. Afanya’da ise bir Kıbrıslı Türk’ün öldürülmesine yol açan gerilim, köyün Rum kahvesinin Türkler tarafından taranmasıyla başlamıştı. Durum böyle olduğu halde, 1958 yılına girerken Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlar tarafından “taciz edilip sindirildiğini” ileri sürüyor, yalana ve çarpıtmaya dayalı bir kampanya sürdürüyordu.

Taksim politikası sadece abartılı ve asılsız haberlerle desteklenmiyordu. Husumet ortamının oluşması ve iki toplum arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi için yoğun çaba sarf ediliyordu. Bu Taksim tezinin meşruiyeti için olmazsa olmaz sayılıyordu. Bu yüzden, Kıbrıs Türk liderliği bilinçli bir husumet politikası izliyordu.
Açıkçası, Taksim, iki toplumun bir arada yaşayamadığından ortaya çıkan “zaruri bir sonuç” değil, iki toplumun bir arada yaşamasına son vermeyi hedefleyen, planlanmış ve projelendirilmiş, örgütlü bir politikanın ürünüydü. Başka türlü söylersek, Taksim, yaygın biçimde iddia edildiği gibi, yaşanan gerilim ve çatışmaların “sonucu” değil, iki toplumun ilişkilerinin gerilmesine yol açan başlıca nedenler arasında yer alıyordu.

Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da husumet politikasına devam edildi. Nitekim Kıbrıs Türk liderliğinin cumhuriyetin ilanından hemen sonra hazırladığı gizli bir belgede şu satırlar yer alıyordu:“Anlaşmalar, iki cemaatin birbirlerine karşı olan itimatsızlıklarını, husumetleri ve bir arada ancak ayrı ve eşit cemaatler halinde yaşayabilecekleri prensiplerine dayanarak meydana gelmişti. Nihai bir hal çaresi olarak ele alındığında –ayrı ve eşit cemaat prensibi en titiz bir şekilde devam ettirilip, itimatsızlık ve bazen da husumet havası yaratılmadıkça– çökmeye mahkûmdur.”

Bu haber toplam 2361 defa okunmuştur
Gaile 389. Sayısı

Gaile 389. Sayısı