1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Biz bu acıları niçin yaşadık? Bu acıları yaşadık diye Hristina ile düşman olmamız mı gerekiyor?”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Biz bu acıları niçin yaşadık? Bu acıları yaşadık diye Hristina ile düşman olmamız mı gerekiyor?”

A+A-

Leyla Kıralp

“Sevgili Hristina Pavlu Patsia…

3 Mart 2018. Ayos Athanasios kilisesindeyiz. Siyahlar içinde, yaşlı, acılı bir kadın. Yüzünün her çizgisinde yaşadığı acıların 44 senelik izleri var. Bu acılar bakışlarında kilitlenmiş, pas tutmuş bir kilit gibi...

Sevgili Hristina bizleri gözyaşlarıyla kucaklıyor. Üzgün, heyecanlı, telaşlı... 44 yıllık bekleyişin, özlemin, umudun buluşmasını yaşıyor.  İki küçük tabut. Birinde babası Pavlos Solomu, diğerinde kardeşi Solomis Pavlu.  1974’te babası 43, kardeşi 18 yaşındaydı.

15 Ağustos 1974 günü köyleri Komikebir’den (“Büyükkonuk”) bazı Kıbrıslıtürkler tarafından alınıp götürüldüler ve bir daha geri dönmediler. Alıp götürenler “3 gün sonra dönecekler” diye söz vermişler fakat verilen sözler ne yazık ki gerçekleşmemiş.

tc-relatives-of-missing-persons-sevilay-berk-and-leyla-kiralp-laying-flowers-at-funeral.jpg
Cenaze töreninde Sevilay Berk ve Leyla Kıralp

Hristina ve annesi daha sonra Komikebir’den (“Büyükkonuk”) ayrılmak zorunda kaldılar. Yeni ve zor bir yaşamda umut ve umutsuzlukla boğuşup durdular.

katledilip gömüldükleri Galatya gölünde Kayıp Şahıslar Komitesi ve gazeteci Sevgül Uludağ’ın çabalarıyla bulunan kayıplarına 44 sene sonra kavuşabildiler. 44 sene sonra topraktan çıkarılıp yine toprağa gömüldüler. 1974 Ağustos ayında katledildikleri gün hangi yaşta iseler 44 sene sonra yine aynı yaştaydılar. Kemikler büyümez. Kemikler yaşlanmaz...

Siyahlar içindeki anne 44 senede yaşlandı. Hristina büyüdü, evlendi, çocukları oldu.

Hazin bir gün yaşanıyor Ayos Athanasios kilisesinde. Komikebir’den (“Büyükkonuk”) bir minibüsle geldik Limasol’daki bu kiliseye. Ellerimizde çiçeklerimizle, bu yaslı aileye elimizden geldiğince destek olmak için oradayız.

Konuşmacılar Pavlos Solomu ve Solomis Pavlu hakkında konuşurken, 3 yıl önce, 40 yıldan sonra bulunup Mağusa’da defnettiğimiz yakınlarım için ne hissettiysem, aynı duyguları hissettim. Ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım.

Bu adanın insanı, ister Türk olsun, ister Rum, aynı acıları yaşamış. Bizimkileri de çevre köylerden gelen Kıbrıslırumlar alıp götürmüştü. Ve götürürken aynı sözleri söylemişlerdi: “3 gün sonra dönecekler”. 3 gün değil, 40 yıl sonra geri dönmüşlerdi.  Bizlere verilen 11 küçük tabutun içerisinde...

Kıbrıs insanının yaşamaya mecbur kaldığı bu travmaların sorumluları kim? Aynı merkezden yönetilen Rum ve Türk bazı gruplar... 14 Ağustos 1974’te Kıbrıslıtürkler’in başına ne geldiyse aynısı Kıbrıslırumlar’ın da başına geldi. Evlerden alınıp götürülme şekli aynı. Söylenen sözler aynı. Katliam yöntemi, gömme yöntemi aynı. Bir taraf ne yaptıysa, diğer taraf da aynısını yaptı. Misliyle yaptı.

Biz bu acıları niçin yaşadık? Bu acıları yaşadık diye Hristina ile düşman olmamız mı gerekiyor?

Hristina ve ben, bize öğretilen ezberleri değil, duygu ve mantığımızla birbirimize yaklaştık. Yaşadıklarımızda ne Hristina’nın bir suçu var, ne de benim.

Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler, Ayos Athanasios kilisesinde birlikte üzüldük. Gözyaşlarımızı ülkemizin barışı ve yeniden bütünleşmesi için akıttık.

Bunu gerçekleştirdiğimiz için orada bulunan herkes adına gurur duydum ve barış isteğim daha da büyüdü. Bu küçük kalabalığın gücünün, kocaman kalabalıklara ders verdiği için de huzur buldum.

Sevgili Hristina! Sen küçük bir kız çocuğuydun, ben de çok genç bir gelindim. 1974’te sen Komikebir’de, ben Zigi’de... Birbirimizin varlığından ve yaşadıklarımızdan haberimiz yoktu. 43 sene sonra birbirimizi tanıdık.

Yaşadıklarımızın bize niçin yaşatıldığını çok iyi biliyoruz artık. Biz seninle omuz omuza yürüyeceğiz ki önümüzdeki barış engellerini birlikte kaldıralım. Bulunamayan yüzlerce “kayıp” insanın bulunması için birlikte uğraşalım.

Siyahlar içindeki anneciğinin yüz ifadesini, bakışlarını zihnime, kalbime öyle bir yerleştirdim ki, bu izler yaşadığım sürece benimle yaşayacak. Seni ve anneni sevgiyle kucaklıyor, acınızı bir kez daha paylaşıyorum…”

(Leyla Kıralp – 2.4.2018)


Girne yolundaki kazı devam ediyor…

Bir okurumuzun göstermiş olduğu ve üç “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanların aranmakta olduğu Lefkoşa-Girne yolundaki kazı devam ediyor…

Oldukça tehlikeli bir noktada yürütülen kazılarda yer alan Kayıplar Komitesi arkeologları, şirocusu ve diğer çalışanlara “Kazasız belasız kazılar, çok kolay gelsin” diyoruz…

 

SUCU KOSTA…

Okurumuzun bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine vermiş olduğu bilgilere göre aranmakta olan üç “kayıp” Kıbrıslırum’dan birisi “Sucu Kosta” diye bir şahıs olabilirmiş… Sözkonusu üç “kayıp” Kıbrıslırum Lefkoşa-Girne yolunda öldürüldükten sonra defnedilirken, orada bulunanlardan birisi onun “Sucu Kosta” olduğunu söylemiş. “Sucu Kosta” denilen şahsın üstünde kırmızı bir gömlek varmış… Bu şahsın evinin de Girne’de şimdiki Milli Arşiv karşısında, Z-Club arkasında bir yerde olduğu söyleniyor. Ancak Kayıplar Listesi’ni taradığımız zaman onun kim olabileceğini çıkaramadık çünkü soyadını bilmiyoruz.

 

BİR TANIKLIK…

Ciklos mevkiine ilişkin bir diğer tanıklık ise, bu konuda yardım istediğimiz bir Kıbrıslırum okurumuzdan geldi. Bu tanıklık özetle şöyle:

***  21 Temmuz 1974 tarihinde ben Nina’nın eşi Hambis, Nina ve Mustafa Şierbederis ile birlikteydim. Mustafa Şierbederis 80li yaşlarındaydı ve Spinney’nin evinde bahçıvan olarak çalışmaktaydı. Dört kişiydik ve hep birlikte Spinney’nin evine sığınmıştık. Spinney’nin evi benim evime yakındı, Girne’nin güneyinde, Lefkoşa-Girne anayolunun doğusunda, Cikos” mevkiinin kuzeydoğusunda kalıyordu.

***  Türk askerleri yaklaştığında evde saklanıyorduk ve Mustafa’dan gidip onlara hepimizin de Spinney için çalışmakta olduğunu söylemesini istedik. Bizi evde buldukları zaman ellerimizi birer ince telle bağladılar, Mustafa’nın ellerini de bağladılar – ihtiyar o kadar korkmuştu ki sinir krizi geçiriyor ve konuşamıyordu… Bizi evden dışarıya çıkardılar ve ayaklarımızın içine ateş açarak bizi korkutmaya çalıştılar. Spinneyler’in evinin tam karşısında üç genç insan gördüm, bunlar siyah pantolon ve beyaz gömlek giyiyorlardı… Bunlar herhalde otel ya da lokanta çalışanı olabilirdi. Bunlardan bir tanesi beni görerek el sallamaya başlamıştı ve gülümsüyordu, ortadaki gergin duruma rağmen… O zaman onun Girne’de Ellados Sokağı’ndaki Socrates Oteli’nin bir çalışanı olduğunu hatırladım. Sanırım Omorfolu idi.

***  Bölge Türk askerleriyle doluydu ve gözlerinden ve hareketlerinden anladığım kadarıyla savaş alanından henüz gelmişlerdi… Tam teşekküllü silahlı idiler ve bizi sıraya dizerek Girne’ye doğru hareket etmemizi söylediler. Subaylardan birisi Girne’nin ne tarafta olduğunu soruyordu, azıcık Türkçemle “Bu taraftan” dedim. Mustafa ise o kadar korkmuştu ki nutku tutulmuştu… Birkaç dakika yürüdükten sonra bize “Dur! Dur!” diye emrettiler. Sonra yolun kenarına dizdikleri siyah pantolonlu ve beyaz gömlekli üç kişiye ateş açtılar… Yere düşmüş olmalarına karşın birkaç dakika daha aralıksız ateş ettiler.

***  Sonra oradaki yetkili bir şahıs bana ve yanımdaki üç kişiye gerisin geriye Spinneyler’in evine gitmemizi söyledi ve böyle yaptık.  Biraz uyumaya çalıştım ve Salı günü telefon çalınca Nina’nın akrabası olan ve lakabı “Muşiestra” olan şahsın Dome Otel’den aradığı anlaşıldı. Nina konuşmasını bitirir bitirmez telefonu elinden kaparak “Amcam Arris, Dome Otel’de midir?” diye sordum. “Evet” dedi bana kadın. Ona hemen telefonu kapatıp koşup Arris’i bulmasını ve beni aramasını söylemesini istedim. Kadın öyle yaptı. Arris Amca beni aradı ve ben de ona durumu olduğu gibi tarif ederek elinden gelen her şeyi yapmasını ve bizi Spinneyler’in evinden çıkarmasını istedim. Bizi sık sık aramasını, hem bize cesaret vermesini, hem de sağ olup olmadığımıza bakmasını istedim. Ancak bu yaptığımız son telefon konuşması oldu çünkü öğleden sonra 5 gibi sanırım Türkler, Girne’deki telefon hatlarını kesmişlerdi, bundan kuşkulanıyordum.

***  Salı günü böylece olaysız geçti ve Çarşamba günü adlarımızın bir hoparlörden çağrıldığını duyduk ve Spinneyler’in evine de bir Birleşmiş Milletler aracı yaklaşmaktaydı… Birleşmiş Milletler aracının içinde bir Girneli olan Bay Karefyllidis’i gördüm ve böylece BM aracına doğru yürüdük. Yürürken o üç genç adamın bedenlerinin hala aynı pozisyonda durduğunu gördük ancak saz sıcağında bedenleri patlamıştı ve bu da korkunç bir görünümdü… Onları elle gömmenin mümkünatı olamazdı… Onları gömmenin tek yolu ancak bir buldozer-ekskavatörle mümkündü… Spinneyler’in evinin 100 metre kadar altında idiler. (Burada görgü tanığı koordinatlar da veriyor ve biz de bu koordinatları ve bu tanıklığı Kayıplar Komitesi’ne ulaştırmış bulunuyoruz.)

Bu konuda bize yardımcı olarak bu görgü tanığının ifadesini İngilizce’ye çeviren Kıbrıslırum okurumuza sonsuz teşekkürler…

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1587 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar